Ergenekon’dan asla çıkamayacağız!

Yavuz Bahadıroğlu

Başöğretmenim nasıl da ballandıra ballandıra anlatırdı:
“Sonra nereden geldiği bilinmeyen gök yeleli bir Bozkurt çıktı ortaya; Türk’ün önünde dikildi, durdu. Herkes anladı ki, yolu o gösterecek. Bozkurt yürüdü; ardından da Türk milleti. Ve Türkler, Bozkurt’un önderliğinde, o kutsal yılın, kutsal ayının, kutsal gününde Ergenekon’dan çıktılar...”
O anlatırken, biz ilkokul öğrencileri kimliği içinde bazen hüzünlenir, bazen coşar, “Ergenekon’dan çıktılar” dediğinde ise, “Oh çok şükür kurtulduk” düşüncesi içinde çılgınca alkışlardık.
Aradan yıllar geçti. Geçen yıllar içinde ne Ergenekon’u, ne Bozkurt’u sorgulama gereği duydum. “Efsane işte” dedim, yürüdüm.
Sonuçta her yalan bir efsane, her efsane bir yalan değil midir?
Bugünlere geldik. Bir de baktık ki, “çete” olarak nitelenen bir oluşuma, “Ergenekon” adı verilmiş...
Sonra sıra Ergenekon Efsanesi’ne gelip dayanmış, cumhuriyet kurulduğundan beri tartışılmayan efsane böylece tartışılmaya başlanmış...
“Türklüğün simgesi kurt mu, keçi mi?”
“Keçi de nereden çıktı?” demeyin, kaç günden beri bazı yazarlar (meselâ Mehmet Barlas) inatçılığımıza vurgu yaparak “ille keçi” diye tutturmuş durumda!
Bu tartışma, Kazak Arkeolog Cantekin Karcaubay yüzünden çıktı...
Murat Bardakçı’nın hazırlayıp Erhan Afyoncu ve Zeynep Özkartal’la birlikte sunduğu “Tarihin Arka Odası” isimli programa katılıp bombayı patlattı: “Ergenekon ormanlarına gittim, fotoğraflarını çektim!”
O saniye bazı izleyicilerin aklına bir soru takılmış:
“Bizim Bozkurt’u da görmüş mü peki?” diye kemâl-ı ciddiyetle sual eylemişler.
“Hangi bozkurt?” diye sormaz mı, Sayın arkeolog...
“Hani şu karlı Altay Dağları’nın arasında mahsur kalmış Türk boylarının önüne düşüp çıkış yolunu gösteren kahraman, fedakâr, cefakâr Bozkurt! Hani Göktürk İmparatorluğu’nun gök mavisi bayrağında kellesi bulunan Bozkurt!”
“Benim böyle bir bilgim yok” demez mi adam; “Kaldı ki, Göktürkler’in bayrağı mavi değil kırmızıydı. Ayrıca da Bozkurt, tarihin hiçbir döneminde Türklüğün simgesi olmadı!” diye eklemez mi?
Tuttuk kelin perçeminden! Bizim bildiğimiz, Altay Dağları’nda mahsur kalmışız... Kıpırdayamaz olmuşuz... Az daha öleyazmışız... Bereket tam ölüm kertesinde ortaya çıkan bir Bozkurt bizi peşine takıp dağların arasından sahil-i selâmete çıkarmış...
Yalan mı yani bunlar?
Programı ben yönetseydim, adamı pat diye susturur, çat diye kapının arkasına koyardım!.. Bu kadar da cehalet olmaz ki canım! Bozkurt’un bile yoksa, sen nasıl Türk’sün birader? İşte bizi bunlar mahvediyor!
Ne çekiyorsak, Bozkurt’suz Türklerden çekiyoruz!
Neyse, adam komünist dönemde okuduğu için komünistler beynini yıkamış, Bozkurt’u da o arada bir punduna getirip silmiş olabilirler. Kusuruna bakmamak lâzım!
Yine de ayıp! Sen tut Ergenekon’a kadar git, Göktürk hükümdarının mezarını bul, geri gel, “Bozkurt’un izine rastlanmamıştır” de... Olur şey değil!
O Bozkurt ki, Türk boylarını kurtarmak için canını dişine takmıştır, ölümü göze almıştır, hatta belki de öz be öz yavrucaklarını karlı dağların ardında bırakmıştır!.. 
Tut, böyle bir Bozkurt’u sen yok say!..
 Niçin buluyorsun o zaman 1.500 sene öncesine ait bir Göktürk hükümdarının mezarını?..
Hadi buldun: Mezarda bol miktarda domuz, ejderha, pars, köpek figürlerine rastladığını, ama bir tane bile Bozkurt figürüne rastlamadığını niçin söylüyorsun?
Bozkurt olmadan biz ne yapacağız şimdi? Karlı dağları nasıl aşıp Avrupa Birliği’ne gireceğiz?
Türk Türk’e yol göstermediğine göre, bize kim yol gösterecek?
Seni başöğretmenime söyleyeyim de, gününü göstersin!

YENİ AKİT