Enerji Savaşları, Milliyetçi Budist Psikolojisi, ARSA Örgütü

HAŞİM AY

DÜNDEN BUGÜNE ARAKAN MESELESİ – 4

Yazı dizimizin bir önceki bölümünde detaylarını paylaştığımız Arakanlı Müslümanlara reva görülen bu mezalimin insanlık dışı olduğu ve giderek bir soykırıma dönüştüğünü BM bile kabul etmektedir. Hatta BM açıkça Arakan Müslümanlarını ‘dünyanın en çok zulüm görmüş azınlığı’ olarak tanımlamıştır. Ne var ki teorik olarak bu olumlu yaklaşım pratiğe yansımamış, BM şuana kadar Arakan’daki mezalimin son bulması için kayda değer etkili bir çabaya girişmemiştir.

Yazı dizisinin bu son bölümünde Arakan sorununu izah sadedinde muhtelif kişi ve cenahların öne çıkardığı uluslararası güçlerin enerji rekabeti, dinsel milliyetçi Budist psikoloji ve ARSA örgütü faktörlerini irdelemeye çalışacağız.

Komünist Ne Win’in Türkiye’deki yerli şebbihaları Arakan sorununun varlığını kabul etmekle birlikte Sosyalist-Budist şebekenin bundaki payını paranteze almakta, durumu komplo teorilerine yaslanarak ve bazı gelişmeleri abartarak uluslararası güçlerin çıkar çatışmaları için kaos ve istikrarsızlık oluşturma operasyonlarıyla izah etmekte ve ARSA örgütü özelinde hayali ‘radikal İslamcı’ retoriği üretip günah keçisi aramaktadır. Bu perspektife göre; evet, bir Arakan sorunu bulunmakta ama sorunun temelinde uluslararası güçler ve radikal İslamcılar yer almaktadır(!). Myanmar devleti kendi vatandaşlarının güvenliğini ve ülkenin bütünlüğünü sağlamak zorunda olup terörle mücadele etmektedir(!). Haliyle kurunun yanında yaş da yanacaktır!

Ek olarak bir de liberal perspektifle gelişmeleri okumak isteyenler bulunmakta. Bunlara göre de ülkede 2011’den beri başlayan görece sivilleşme süreci ve 2016’dan bu yana batıdan destek alan liberal kadrolardan örülü bir iktidar oluşumu var. Sol-militarist derin devletin etkisi halen kırılmamış olup eski Solcu cunta ile dinsel milliyetçi Budist fanatikler sivilleşme sürecinin altını oymak istemekte ve bu yüzden ARSA gibi örgütleri de kullanmaktadır (?). Bu perspektifte mevcut liberal iktidar seçkinlerinin gücü abartılmakta ve bu yıkım tablosundaki rolleri adeta yok sayılmaktadır. Hatta bazıları açık açık Su Çi’ye övgü dizmekte ve onun tüm bu komploları (!) boşa çıkaracağı ve Arakan sorununu çözeceğini telkin etmektedir.

Gerek uluslararası güçlerin Bengal Körfezi’ndeki petrol ve doğalgaz rezervleri üzerindeki rekabeti, gerek son olaylarda derin devlet faktörü ve gerekse de ülkede normalleşme(?) sürecinin işlediği bir vasatta ARSA isimli örgütün karakol saldırılarına girişmesinin onun piyonluğuna tekabül ettiği vurguları maalesef Türkiye’deki bir kısım muhafazakâr yazar ve medya kuruluşunda da alıcı bulmuştur.

Bu çapta bir krizin fırsatçıları elbette olacaktır. Tabiatıyla her sosyolojik hadise gibi Arakan meselesinin de tek bir faktöre indirgenerek izahı yanlış olacaktır. Meselenin uluslararası güçlerin enerji rekabeti ile derin devletin refleksleri boyutları olabilir ama sorunun salt buna indirgenmesi tipik bir saptırma veya sulandırma örneğidir. Mesela neden kimsenin aklına din faktörü gelmiyor? Üstelik de dinsel milliyetçiliğin en uç bir örneği olarak Budist fanatizmi ortada dururken sorunu izahta ikincil faktörlerin öne çıkarılması tutarlı olmadığı gibi samimiyetten de uzaktır.

Arakan meselesinin bu düzeyde bir vahşete dönüşmesinin altında temel faktör olarak Budist korku ve intikam psikolojisi görülmelidir. Beyaz perdede karşımıza hep güler yüzlü, dünyadan el ayak çekmiş, toplumsal barışı ve doğayı korumak için canını fedaya hazır ve insanlar arası sorunlarda her zaman şiddeti reddeden o sevecen Budist rahip karakterinin gerçeklik düzeyi Myanmar pratiğinde açıklık kazanıyor. Ve Arakan’da yaşanan vahşet bu karakterin hiç de filmlerde anlatıldığı gibi olmadığını ortaya koyuyor.

Burma/Myanmar Budistleri denilebilir ki dünyanın en tutucu, muhafazakar, milliyetçi unsurudur. Nitekim bu Budist rahiplerin liderlerinin sosyal medyaya yansıyan beyanlarından Müslümanları nasıl gördükleri net olarak anlaşılıyor. Myanmar’da yaşayan bir Budist lider Müslümanlar için “Onlarla yaptığınız her alışveriş onların güçlenmesine ve kadınlarımızla evlenip onları zorla Müslüman yapıp çoğalmalarına sebep oluyor. Topraklarımızı ele geçirmeye ve bizi yok etmeye çalışıyorlar” diyebiliyorsa bu dinsel milliyetçi psikolojinin sahibine yaptırabileceklerini varın siz düşünün… 50 milyonluk Myanmar’da 2 milyonluk Müslüman azınlığın ülkeyi zapt etmesinden korkacak kadar kafayı sıyırmış bunlar. Ama bu psikoloji izah edilebilir. Çünkü Muhammet Ali Çalışkan’ın deyimiyle1 son 200 yılda Budizm açısından yaşanan gerileme süreci bu duyguları ortaya çıkardı.

Psikolojide korku ve köşeye sıkışmışlık hissinin saldırganlığa sebebiyet verdiği söylenir. En basit örnek ile düşünürsek köşeye sıkışan bir kedi artık kaçamayacağını anlayarak var gücüyle saldırmaya başlar. İşte Budist rahipler tam da bu psikolojiye sahipler. Çünkü onlar için son 200 yıl çok kötü geçti. Çin’deki afyon savaşları, Avrupalı güçlerin sömürgeci faaliyetleri ve sömürge halklarını Hıristiyanlaştırma niyetleri, iki büyük dünya savaşı, misyonerlik gibi etkenler Budizm’in beşiği Uzak Doğu’yu başka hiçbir yerde olmayacak şekilde etkiledi. En çok da Çin’de yaşanan komünist devrim sonucunda Budizm bu ülkede yok olmaya başladı. Zaten Budizm’in nüfusundaki düşüşün en önemli etkisi de Çin’deki Devlet Ateizmi olmuştu. Aynı durumu Kuzey Kore’de, Laos’ta, Vietnam’da da görüyoruz. Soğuk savaşın getirdiği yıkıcı savaşlar ve devrimler Budizm için çok kötü oldu.

Çin, Hindistan, Endonezya, Malezya, Kore, Tayvan gibi ülkelerdeki misyonerlik de ayrı bir konu. 50 milyon nüfuslu Güney Kore’de 15 milyonluk bir Hristiyan grup oluştu. Üstelik bu durum çok kısa bir süreçte yaşandı. Muhammed Ali Çalışkan’ın belirttiğine göre Güney Kore şimdilerde dünyanın Protestan misyonerlik okullarının merkezi ve ABD’den sonra dünyada en çok misyoner yetiştirip onları dünyaya dağıtan ülke konumunda.

Bir zamanlar Budizm yeryüzünde en çok müntesibi olan büyük bir din idi. Ama son iki asırda ana vatanı Asya ve Uzak Doğu’da düştüğü bu durum, ek olarak bir şekilde Müslümanlarla irtibatlı Pakistan, Bangladeş, Endonezya, Malezya gibi ülkelerin varlığı ve Budistlerin buralarda etkisini kaybetmesi Burma gibi Budist dinsel milliyetçiliğin çok rafine olduğu bir yerde oluşturduğu korku ve intikam psikolojisi böyle oluyor.

İşte bunlar Budist rahiplerin artan saldırganlığının kökeninin özeti... Bu durum köşeye sıkışmış bir kedi gibi onların saldırgan olmasına ve azınlıklara zulüm etmesine neden oluyor. Kendi deyimleriyle Endonezya ve Malezya başta olmak üzere etraflarını saran ve dindaşlarını potansiyel olarak tehdit eden Müslümanlardan intikam alıyorlar. Kimin üzerinden? Bir avuç Arakan Müslümanı üzerinden! Burma/Myanmar tipi Solculuk da toplumda yer etmek için tabiatıyla Ateizmi Yayma Solculuğundan uzak durarak 135 etnisite arasında temel üst bağ olan bu fanatik Budizm’i görüyor ve sırtını ona dayıyor. Nobel Ödüllü ve İngiliz gelini Su Çi liderliğindeki liberaller bu dinsel milliyetçi fanatizmi geriletir mi? Bu sorunun cevabı çoğunlukla iyimser ama 25 Ağustos 2017 imtihanında sınavda kalındığı, bırakalım kıyımları durdurmayı ondan ayrışmayı bile söylem ve tutum düzeyinde getirmediği ortada!

*

Arakan Müslümanları İngiliz emperyalizmi döneminde Hint Alt Kıtası Müslümanlarıyla kader ortaklığı yaptı. Bir zamanlar etkili bir gelecek tasarımı olan ve Mevlana Ebu’l Kelam Azad’ın Hint Ulusal Kongresi lideri Gandi’den de destek alarak savunduğu Birlikte Yaşam Stratejisine Ulema-i Hind Hareketi üzerinden tutundular. Hilafet Kongresi’nin Osmanlı Hilafeti ile dayanışma etkinlikleri kapsamında 1913 yılında 220 İngiliz sterlini ile desteklerini ortaya koyuyorlar.

Süreç içerisinde Hindistan’da Hindu fanatizmi ve Burma’da Budizm fanatizminin yoğunlaşması karşısında İngiliz emperyalizminin de işine gelecek şekilde Hint Alt Kıtası bölünüyor. Arakan Müslümanları ayak sesleri duyulan Budist Burma devletine bağlanmaktansa ya bağımsızlaşmayı o da olmuyorsa Doğu Pakistan’a (bugünkü Bangladeş) bağlanmayı talep ediyorlar. Ve bu taleplerini dillendirmek için 1946 yılında Kuzey Arakan Müslümanlar Birliği örgütünü kuruyorlar. 1948’de Burma Budist devletinin gerçeklik kazanması ve zulümlere başlamasıyla birlikte harekete bağlı olarak “Mujahideen Fighters-Mücahid Savaşçılar” isimli silahlı bir birim kuruyor ve 1971 yılına kadar mücadele ediyorlar. Sosyalist cuntanın Budist çeteleri yedeğine alarak gerçekleştirdiği yoğun zulümler sonucunda Arakan’da örgütlü İslami mücadele bastırılıyor. Ve 1982 yılında çıkarılan Vatandaşlık Kanunu sonrasında oluşan ve Açık Hava Hapishanesi’nin bile gerisinde olan ve hâlihazırda halen de süren statü içerisinde örgütlenme imkanı bulamıyorlar.

Seslerini dünyaya ve İslam coğrafyasına duyurmak için 1991-92 olaylarında olduğu gibi yer yer şehadetle sonuçlanacağı başından belli olan protestolar yapıyorlar. 2012 yılında yine şehadetlerle sonuçlanan bir dizi kitlesel gösterinin yapıldığı atmosferde yer altında Yakin Hareketi isimli bir yapı kuruyorlar. Bu yapı çok zor şartlar içerisinde Rohingya Müslümanlarını mümkün olduğunca müdafaa etmek maksadıyla üyelerini askeri eğitimden geçiriyor. Müteakiben Suudi Arabistan, Pakistan, Malezya, Endonezya gibi ülkelere daha önce hicret etmiş Rohingya Müslümanlarından bazı ileri gelenler Endonezya’da toplanarak durum değerlendirmesi yapıyorlar ve Müslüman halkın Myanmar devleti ve bağlı Budist çetelerin zulümlerinden korunması için silahlı bir yapı oluşturma seçeneği istişare ediliyor. Endonezya toplantısında ülke şartlarının silahlı mücadeleye geçit vermediğini, bu tarz bir girişimin halkın durumunu daha da kötüleştirebileceğini belirtiyor ve ülke dışında siyasi mücadele yürüterek meseleyi uluslararası çapta gündemleştirme seçeneğini öneriyorlar. Muhtemelen bu arka planın da etkisiyle süreç içerisinde Arakan Rohingya Kurtuluş Ordusu (ARSA) adı altında bir yapı oluşturuluyor ve Arakan'da 2016 yılının Ekim ayında Myanmar ordu birliklerini hedef alan ve 13 güvenlik görevlisinin ölümüyle sonuçlanan eylemiyle kuruluşunu deklare ediyor.

ARSA, Yakin Hareketi’nden ayrı olmadığını belirtiyor. Çok zor şartlar içerisinde kurulmuş ama en azından sosyal medya aracılığıyla yaptığı açıklamalar ve ilgi gösteren batılı medya ajanslarına verdiği mülakatlarda şeffaf özellikte olduğunu ortaya koyuyor. Ayrıca yapılan ithamlara binaen IŞİD ile bir alakasının olmadığını söylemesi ve sorunun çözümünde Annan Planını desteklediğini açıklaması silahlı mücadeleyi asıl değil arızi gördüğünü kanıtlıyor.

Ve ARSA son olarak 25 Ağustos olaylarının fitilini ateşleyen karakol saldırılarını üstlendi. Bangladeş sınırındaki polis karakollarına yapılan bu saldırıların getirdiği sonuç ortada. Ama bununla birlikte Arakan meselesinin uluslararasılaşmasına ciddi bir katkı sağladığı da belirtilmesi gereken bir olumluluk. Gerçi Türkiye hükümeti başta olmak üzere Myanmar devletini ikna edip bölgeye insani yardım sokmaya kapı aralamak isteyen çoğu ülke isteyerek ya da istemeyerek bu eylemleri kınadığını açıkladı. Ek olarak Türkiye’de ise hem sol-sosyalist hem de muhafazakar bazı yazar ve medya kesimlerinde ARSA’nın uluslararası güçlerin maşası olduğu tezini işleyerek karalama kampanyasına girişti. Hatta 2 Eylül 2017 tarihli Star gazetesi Şerif Egemen Ahmet isimli bir şahsın “Arakan’da Enerji Soykırımı” başlıklı bir yazısına yer verdi. Ve bu analiz muhafazakar medyada hızla dolaşıma girerek Suudi Arabistan’ın Bengal Körfezi’ndeki petrol ve doğalgazın çıkarılması ve transfer edilmesinde etkili bir güç olduğu, Çin’in tedarikçisi olduğunu ve şimdi ABD ile Su Çi ekibiyle işbirliği yaparak Çin tekelini kırmak istediğini, oradaki enerjinin hacmini arttırmak için bölgenin insansızlaştırılarak güvenli hale getirilmesi gerektiğini ve Suudi Arabistan’ın bu nedenle ARSA’yı fonlayıp bu tür eylemler yaptırdığı algısı oluşturuluyordu. Şimdi camiada gönlü Arakan için yanan çoğu insan kendi içerisinde birçok çelişki ve tutarsızlık barındıran, ek olarak bariz bir İran bakış açısını yansıtan bu analizin çizdiği çerçeveden okuyor ARSA’yı. Aydınlık grubu ise Suudi Arabistan’a ek olarak bir de SOROShikayesi uydurdu ve hayali SOROS-ARSA işbirliği üzerinden Türkiye Solunun kalıplaşmış İslami hareketlerin emperyalizmin maşası olduğu yalanını propaganda etti. Cumhuriyet’ten Ceyda Karan da benzer hezeyanlarda bulundu.

ARSA örgütü gerçekten bu eylemleri yapmış mıydı yoksa Türkiye’de İBDA/C’nin yaptığı gibi işine gelen her eylemi kendine mal mı etmişti? Belki de bu saldırılar spontane gelişti. Belki de Arakan’da yapılan bunca mezalimi müşahede eden ve Bangladeş’e varıp canını ve ırzını korumak isteyen ama ulaşamadığı için dağlara sığınan yüzlerce binlerce Rohingya gencinden bazıları bir fırsatını bulup düşmanına mümkün olduğunca zarar vermek için de bu eylemleri gerçekleştirmiş olabilir. Veya gerçekten de ARSA örgütü Arakan’ın sesini dünyaya duyurmak, dikkatleri buraya çekmek için yapmış da olabilir. Kaldı ki zamanlamaya dikkat çekerek ARSA’yı günah keçisi ilan etmek de adil değil. “Tam da Annan Planı’nın Myanmar hükümetine sunulduktan bir gün sonra bu eylemlerin zamanı mıydı?” diye serzenişte bulunan ve buradan hareketle ARSA’nın piyon olduğundan dem vuranlar bölge şartlarında iletişim imkanlarının Türkiye’deki gibi olmadığını hiç düşünmezler mi? Eğer ARSA bu eylemleri gerçekleştirmişse (ki sahipleniyor) mesela neden diplomasi sürecinden haberinin olmayabileceği akla getirilmiyor da hemen piyonluğuna hükmediliyor?

Sonuç olarak meselenin birilerinin kolay yoldan varmaya çalıştığı sonuç şeklinde basit olmadığı çok açık. Kaldı ki ARSA’dan bağımsız olarak sormak gerekirse bu derece sistematik bir zulme maruz kalan insanların kendini savunma hakkı yok mu? Başından sopayı eksik etmeyen Myanmar gibi zalim, despot bir rejime ve gözü dönmüş çetelere karşı kendini müdafaa etmek suç mu? Ne yani Arakan Müslümanları bu tarifsiz zulüm karşısında boyunlarını vurmaya gelen kasaba kurbanlık koyun gibi rıza mı gösterseydiler? Mevcut şartlarda silahlı mücadelenin halkın maslahatı açısından uygun olup olmadığını muhasebe etmek başka, direnme veya kendini savunma hakkını sorunsallaştırmak başkadır.

Kaldı ki o abartılan ve neredeyse son olayların doğurduğu dramın günah keçisi ilan edilen ARSA öyle abartılabilecek düzeyde ahım şahım bir örgüt de değil. Nitekim toplam militan sayısının 200 ile 500 arasında değiştiği söylenmekte ve çoğunun elinde ateşli silah yerine pala, bıçak, balta gibi kesici aletler olduğu görülmektedir. Suud veya SOROS’un fonladığı bir örgütün durumu böyle mi olur?!

Öte yandan ARSA’ya yapılan aşırı vurgunun Arakan dramının üzerini örteceği, meseleyi sulandıracağı görülmeli. Birileri adeta Irak’ta ve Suriye’de olduğu gibi sorunun asli müsebbiplerini yani yerel despotları, işbirlikçisi çeteleri ve küresel haramileri ikinci plana itip IŞİD’i ARSA’yı vs. asıl sorun haline getirmemizi istiyor! Oysa bir kez daha görülmüştür ki İslam coğrafyasının birçok yerinde olduğu gibi Arakan’daki sorunun da temelinde yerel despotların ve bağlı çetelerin zulmü ve küresel haramilerin ikiyüzlülüğü var! Arakan’daki ARSA’nın olayların seyrini değiştirebilecek bir gücü olmadığı gibi IŞİD denilen canavar yapıyla da bir alakası yok. Velev ki öyle olsun; yine de bu, tabloyu değiştirmez. Mesele şayet canavarlık ise bu noktada IŞİD’in Arakan rejimi ve bağlı Budist çetelerin eline su dökemeyeceği açık! Arakan’da asli sorun Myanmar despotik düzeni ve bağlı Budist fanatizminin kendisidir! IŞİD’in canavarlığını asli meseleymiş gibi sunan küresel haramiler ve yerli işbirlikçileri eğer zerre kadar samimilerse buyursunlar Myanmar’daki canavarlıkla yüzleşsinler!

 

Dipnot:

1- https://www.stratejikortak.com/2017/08/islam-ve-budizm-mucadelesi.html