Emperyalist Rusya Suriye'yi İşgal Ederken...

HAŞİM AY

 

Son 4 yılın global ölçekteki başlıca gündemlerinden biri Suriye olmaya devam ediyor. Suriye dramının çeşitli boyutlarıyla global ölçekte gündem olması güzel ama bu gündemleştirme tarzı maalesef Suriye halkı ve direnişinin lehine sonuçlar getirmedi, getirmiyor. “Uluslararası toplum”, bunun en azından “Suriye’nin Dostları” grubuna dahil olan unsurlarının nezdinde Esed’in izole olması diplomatik ölçekte hayırlı bir kazanımdı. Ama gel gör ki politik olarak Esed’i izole edenlerin tavrı tutumu bunun bir gram ilerisine gitmedi. Esed’in, İran’ın, Hizbullah’ın ülkede giriştiği sistematik katliamlar “Suriye’nin Dostları”nın pasif pozisyonunu değiştirmedi. Esed diktatörünü indirmeye gönlü olanlar için müdahaleye meşruiyet sağlayan o kadar çok gerekçe var/dı ki; bunlar ya değerlendirilmedi veya da diktatörü indirmeye kimsenin gönüllü olmadığı ortaya çıktı.

Gelinen noktada IŞİD fitnesinin nüksetmesiyle birlikte söylemsel planda “Esed’siz Suriye”de mutabık kalmış “Suriye’nin Dostları” listesine dahil olan ülkeler arasında da bir parçalanma ve önceliklerde farklılaşma var. IŞİD faktörü “Suriye’nin Dostları” için artık neredeyse Suriye dramı karşısında hiçbir şey yapmamanın bahanesine dönüşmüş vaziyette. “Batılı vicdan” artık rahat. Nasıl olsa elinde kendisini avutabileceği güçlü bir mazereti var. Artık ne İran’ın başta Hizbullah olmak üzere dünyanın dört bir yanından toplayıp Suriye halkına karşı sahaya sürdüğü Şii Şebbihalarla halkı ve meşru direnişi boğması, ne Esed güçlerinin her Allah’ın günü Suriye halkı ve direniş güçlerinin başına bombalar yağdırması “Suriye’nin Dostları” geçinen bu zevatın umurunda değil. Varsa yoksa “IŞİD tehdidi”… Bu tehdit konsepti ile kafayı bulanlar Suriye’de öncelikli tehdidin Esed vahşeti değil, IŞİD olduğuna inanmamızı bekliyorlar.

Suriye dramının global ölçekteki karşılığının Esed’in vahşetinden çıkıp IŞİD tehdidine dönüşmesi yani Suriye deyince artık akla gelen ilk şeyin IŞİD olması büyük bir saptırmaca. Ve maalesef Suriye halkının Batılı sözde dostlarının da katkısıyla bu algı oturmuş vaziyette. 4 yıldır Esed’in katliamlarına karşı kılını kıpırdatmayanların hemen tümü bir anda “IŞİD tehdidi” karşısında şahlandılar! Esed’e müdahale etmek için BM’de mutabakat arayanlar, söz konusu IŞİD olunca mutabakata ve o dillerine doladıkları uluslararası hukuka hiç aldırmadan doğrudan müdahaleye giriştiler. Suriye halkını Esed canavarının önüne yem olarak atanlar, halkı IŞİD canavarından koruyacak kurtarıcı rolüne soyundular! Esed canavarından kurtulmaya çalışan Suriyelilere adeta onu boşverin, daha büyük tehdit olan IŞİD canavarı ile savaşın dediler!

Sonra üst üste sahile vuran muhacir bedenlerin de etkisiyle Suriye dramının global ölçekte gündeme geliş tarzı bir anda değişti. IŞİD canavarı ile kafayı bulup halkı Esed canavarına teslim eden “küresel toplum”, Aylan’ın minik bedeni karşısında bir anda vicdana geldi! Suriye dramı, mülteci krizi üzerinden günlerce global ölçekli bir gündeme dönüştü. Tam “uluslararası toplum”un vicdanı bu kez zulme karşı galebe çalacak; milyonlarca Suriyeliyi göç yollarına döken Esed canavarına karşı bu kez etkili bir müdahalede bulunulacak derken emperyalist Rusya’nın devreye girmesiyle insanlık vicdanından yükselen beklentiler bir kez daha boşa çıktı. Doğu ve Batı Avrupa ülkelerinin bir kısmı sınırlarına dayanan göç seline karşı sendeledi. Bir kısmı vicdanını yutkunurken, bir kısmı saplandığı akıl tutulması içerisinde agresif tutumlara büründü. Batılı toplumların bir kısmı arasında Suriyeli muhacirlere karşı sergilenen koruyucu-sahiplenici tutum ise bu sürecin hem Suriye özgürlük mücadelesi hem de insanlık vicdanı adına en büyük kazanımlarından biri oldu. Batılı ülkelerin çoğunda servet ve gücün beraberinde getirdiği tekebbür ve tuğyanın toplumları henüz tamamen teslim almadığı ve dolayısıyla katı bir Doğu-Batı ayrımının adil olmadığı bir kez daha anlaşıldı. Vicdanını yitirmemiş bir kısım Batılı toplulukların ortaya koyduğu bu dayanışmanın da etkisiyle bazı Batılı ülkeler gerek kitlelerin gazabından korunmak, gerek nispet olunan hukuk ve değerlerle tutarlılık görüntüsü vermek, gerekse de çıkarlarını merkeze alarak görece daha rasyonel formülleri gündemleştirdiler. Suriyeli mülteciler üzerinden Türkiye ile girişilen diplomasi trafiği sürecin bu anlamda politik kazanımı oldu. Esed vahşetine köklü bir müdahale olmasa bile Türkiye’nin uzun zamandır dillendirdiği “uçuşa yasak bölge” veya “güvenli bölge” gibi Suriye halkını ve özgürlük mücadelesini rahatlatacak ara formüllerin bu kez gerçekleşebileceği beklentileri oluştu. Hatta Ahmet Davutluoğlu’nun beyanlarından anlaşıldığı kadarıyla Türkiye sınırda üç adet şehir planı oluşturmuş ve benzeri sorunlar için uzun vadede de örneklik oluşturacak türden adeta bir mülteci devleti kurma planı yapmış görünüyordu.

İşte ne olduysa ipler burada koptu. Konjonktürün alabildiğine elverişli olduğu bu projenin gerçekleştirilmesi bekleniyorken bir anda ABD ile Rusya arasında Suriye üzerinden bir diplomasi trafiği yaşandı. “Ne oluyoruz?” derken Rusya Suriye’yi işgal etti! Esed canavarının baş tetikçisi Rusya ne olduysa bir anda IŞİD tehdidini keşfetti! Ve aynı bahaneyle Suriye’ye girdi. Girer girmez de niyetini belli etti. IŞİD dışında ÖSO’dan Ahraru’ş-Şam’a değin akla gelebilecek tüm muteber direniş unsurlarına karşı cephe açtı. Rusya havadan bombalıyor, iştahı kabaran Esed-İran-Hizbullah üçlüsü karadan temizliğe girişiyor/du. Birkaç gün içerisinde üst üste baş döndürücü bir hızda yaşanan bu gelişmeler karşısında başta ABD olmak üzere bazı Batılı ülkelerden alabildiğine alttan alıcı cılız tepkiler duyuldu. Suudi Arabistan ve Türkiye ise esip gürledi ama maalesef sadece o kadar..! Her Suriye dediğinde söylevinin baş yerinde “vekâlet savaşları” terkibine yer veren Türkünden Kürdüne Arabından ecnebisine bilumum Esed işbirlikçisi sol unsurların maskesi ise bir kez daha düştü. Sözde antiemperyalist olanlar emperyalist Rusya’ya alkış tuttular. “Vekâlet savaşı” derken Suriye direnişi ve direnişin bir şekilde destekçisi olan ülkeleri suçlayanlar bizatihi kendilerinin, Rusya’nın, İran’ın Esed canavarı adına vekâleten Suriye’de bayrağı devraldığını görmezden geldiler.

Gelinen noktada Suriye’deki canavarlık karşısında kimsenin gıkı çıkmıyor. Herkes adeta üçüncü dünya savaşının çıkmasından korkarcasına sus pus. Hâlbuki o savaşı egemenler zaten başlatmışlar da geriye sadece bunun resmen ilanı kalmış. Uzun zaman boyunca dayatmasına rağmen Eğit-Donat projesini ABD boşuna mı çöpe attı dersiniz? Hayır! Kendi ajandasını Suriyeli özgürlük savaşçılarına kabul ettiremeyen emperyalist ABD, bile isteye Esed’in ve emperyalist Rusya’nın direnişçilerin başını ezmesine göz yumdu, yumuyor. O ise, Eğit-Donat projesi üzerinden kendi muhalif-direnişçi profilini oluşturmaya devam ediyor. Proje çöpe atıldı çünkü projenin ortağı Türkiye’nin talep ve koşulları ABD-Rusya-İran-Esed şer ittifakının çıkarlarına uymuyordu! Şimdi hepsi laik ve işbirlikçi PYD/PKK’ye muhtaç. Ve dolayısıyla diğer işbirlikçi hırsız unsurları da organize ederek PYD/PKK şemsiyesi altında “ılımlı muhalifler”den oluşan “Milli Ordu”yu kurdular bile! Dün kuruluşu resmen ilan edilen “Demokratik Suriye Güçleri” aslında emperyalistlerin şimdi kavramsal olarak çöpe atmış göründüğü Eğit-Donat projesinin tamamlanmış halidir!

PYD'nin Suriye'de emperyalist ABD, Rusya, İran ve Esed için soyunduğu işbirlikçiliğinin karşılığında pazarlık elini alabildiğine güçlendirdiği ve bu işbirlikçi oportünist tutumu dolayısıyla Suriye dramının en büyük kazananı olduğu öteden beri bilinen bir gerçeklik. Öyle ki; kirli ilişkiler kurduğu her güçten PKK için de bir şeyler kotarmayı sağlayacak kadar güçlü bir pazarlık bu. Mesela ABD'den Stinger Füzelerini isteyebiliyor. Peki, uçak ve helikopterleri düşürmeye yarayan bu füzeleri kime karşı kullanacak? Kucağına oturduğu ABD, Rusya ve Esed uçak-helikopterlerine karşı mı? Tabi ki hayır! Geriye bir tek seçenek kalıyor ki; o da Türkiye... Muhtemelen PKK, PYD üzerinden ABD'den bu Stinger füzelerini TSK'nın Kandil'e yönelen uçak ve helikopterlerini düşürmek için istiyor olabilir. ABD bunu göze alır mı? Orası biraz zor. Bununla birlikte "antiemperyalist" PYD/PKK'nin bu noktaya gelmesi solun yarını açısından büyük bir utanç karesi olsa gerektir. Daha düne kadar Afgan cihadının Rusya'yı tepelemesini ABD'nin Stinger füzelerine bağlayıp küçümseyenlerin bugün ABD'den Stinger füzeleri dilenmesi ne büyük çelişki değil mi?

Bir diğer husus da şu: ABD ve Rusya an itibariyle IŞİD bahanesiyle Suriye direniş güçlerini ve halkı vuruyor, Esed ve onun lejyonerleri İran ile Hizbullah da karadan katliamlara girişiyor. Şurası açıktır ki; ABD-Rusya'nın hava desteği olmasa Esed-İran-Hizbullah'ın karadan ilerleme sağlaması neredeyse imkansız. İran ve Rusya'nın açıktan açığa Suriye'yi işgal ettiği ve kendini savunan halka karşı katliamlara giriştiği bir vasatta (sözde Suriye'nin Dostları grubundaki ikiyüzlü Batılı ülkeleri geçiyorum) Türkiye ve Suudi Arabistan'ın işgali salt kınayan pozisyonunda durmasını ben hiçbir şekilde anlaşılır bulmuyorum. Haydi girmeyi göze almıyor veya alamıyorsunuz Fetih Ordusu başta olmak üzere muteber gördüğünüz direniş gruplarına ağır silahlar da mı aktaramıyorsunuz? Hiç olmazsa ABD'den birkaç adet Stinger füzesi satın alıp da direniş gruplarına  aktarın. O vakit görün birkaç katliam uçağı düşürülen emperyalist Rusya uçakları Suriye semalarında dolaşmaya devam ediyor, çocuklarının tabutları kendilerine dönen Rus halkı suskun durabiliyor mu?!

Başta ABD olmak üzere “uluslararası toplum”un emperyalist Rusya’ya karşı sus pus olmuş vaziyeti ortada. Kimsenin kılını kıpırdattığı yok! Peki, Türkiye ve Suudi Arabistan gibi ülkelerin acaba kınama, esip gürleme dışında yapabilecekleri bir şeyler yok mu? Bizce vardır, olmalıdır! Bu işler öyle salt insani yardım temelinde ve mültecilere dönük izlenen açık kapı siyasetiyle olabilecek işler değildir! Türkiye ve Suudi Arabistan Suriye'ye girsin; giremiyorsa emperyalist İran ve Rus işgalini durdurmanın bir yolunu bulsun; onu da yapamıyorsa en azından Suriye direnişine Stinger füzeleri türü ağır silahlarla destek olsun!

Bir de bu işin suskunluğa gömülmüş biz Müslümanlar yönü var. Üzerimizdeki bu ölü toprağını halen de silkelemeyişimizin hikmeti nedir? Neden Suriyeli kardeşlerimizin dramını ve onların üzerinden geleceğimize yapılan sistematik saldırıları salt izlemekle yetiniyoruz? Milyon milyon alanlara akmamız gereken yerde böyle oturduğumuz yere çakılı kalmanın bir izahı varmola? Hiç düşündük mü acaba yapabilecek güçte olduğumuz halde yapmaktan geri kaldığımız şeyler var mıdır diye?..

“Eller Günahkâr!

Diller Günahkâr!

Bir Çağ Yangını Bu Bütün,

Dünya Günahkâr!

Masum Değiliz HİÇBİRİMİZ!..”