El-Faşir katliamı: Darfur’da soykırım hafızasının dönüşü

“El-Faşir’de hâlâ yaklaşık 250 bin sivil mahsur durumdadır ve bunların yarısı çocuktur.”

Sudan Savaşında El-Faşir’in HDK’ye Geçmesi Ne Anlama Geliyor?

Kaan Devecioğlu / ORSAM


Sudan’ın Darfur bölgesinin merkezî konumunda bulunan el-Faşir’in Hızlı Destek Kuvvetleri (HDK) tarafından ele geçirilmesi yalnızca bir cephe hattının değişimi değil, ülkenin siyasi coğrafyasını ve iktidar mimarisini kökten dönüştürebilecek bir kırılma anıdır. 26–27 Ekim 2025 tarihlerinde gerçekleşen bu gelişme hem askerî hem siyasi hem de insani açıdan iç savaşın gidişatını yeniden tanımlamaktadır. Darfur’un kalbi olarak nitelendirilen el-Faşir’in kaybedilmesi, Sudan Silahlı Kuvvetleri (SSK) açısından yalnızca taktiksel bir mevzi kaybı değil; aynı zamanda yıllardır bölge üzerindeki egemenlik iddiasının fiilen çöküşünü simgelemektedir. Bu gelişme ülkenin iki ayrı otorite arasında bölünme riskini somutlaştırmakta ve Sudan’ı daha derin ve uzun süreli bir parçalanma sürecine sürüklemektedir.

HDK’nin Ulusal Güç Dengesi Stratejisinde El-Faşir Dönüm Noktası

El-Faşir’in HDK kontrolüne geçmesi, HDK’nin askerî stratejisinde uzun süredir gözlemlenen “Darfur merkezli meşruiyet” arayışının yeni bir evreye taşındığını göstermektedir. Darfur’daki beş eyalet başkentinin tamamı HDK’nin kontrolüne geçmiştir. Bu durum, Muhammed Hamdan Dagalo’nun (Hemedti) yalnızca sahada güç kazanan bir aktör olmanın ötesinde Darfur’u temsilen uluslararası arenada siyasi bir muhatap olarak yer alma iddiasını güçlendirmektedir. El-Faşir, Darfur’un ikmal ve güvenlik bağlamında son büyük ordu üssü konumundaydı. Bu savunma hattının çökmesiyle birlikte HDK hem Darfur içinde askeri derinlik kazanmış hem de kendi kontrol alanını kurumsallaştırma fırsatı yakalamıştır.

General Abdülfettah el-Burhan’ın, El-Faşir’den “daha güvenli bir bölgeye çekilme” açıklaması, Sudan ordusunun stratejik kapasite kaybının açık bir işaretidir. Ancak bu, mutlak bir yenilgi olarak değil, ordunun kontrolünü konsolide etmek adına bilinçli bir taktiksel yeniden konuşlanma olarak da yorumlanabilir. Buna rağmen saha gerçekliği, SSK’nin savunma hatlarının giderek daraldığını ve ordunun ülkenin doğu ve kuzey kesimlerine sıkışma riskinin arttığını göstermektedir. HDK açısından bakıldığında ise el-Faşir’in düşmesi yalnızca psikolojik ve propaganda açısından konsolidasyon sağlayan bir zafer değil aynı zamanda coğrafi-taktik bir dönemeçtir. Darfur’dan Hartum ve Nil Vadisi’ne uzanan ikmal hatlarının önü daha fazla açılmıştır. Eğer HDK, uluslararası baskıya rağmen hız kesmeden ilerlemeyi başarırsa önümüzdeki dönemde savaşın ağırlık merkezinin doğuya kayması ve başkente daha yakın bölgelerde yeni cephelerin açılması kuvvetle muhtemeldir.

Darfur’da Soykırım Hafızasının Dönüşü

Sağlanan askerî kazanımın hemen ardından gelen infazlar ve hedefli suikastlar, HDK’nin kontrol stratejisinin yalnızca askerî yöntemlere dayanmadığını aynı zamanda toplumsal muhalefeti ve sivil direnci kırmayı önceleyen sistematik bir baskı mekanizmasına sahip olduğunu ortaya koymaktadır. Eski Milletvekili Siham Hasan Husballah Ali’nin öldürülmesi, bu yöntemin en çarpıcı örneklerinden biridir. Sivil yardım faaliyetleri yürüten bir siyasetçinin hedef alınması, HDK’nin muhalefeti sivilleştiren, toplum tabanına dayalı tüm girişimleri tehdit olarak gördüğünü işaret etmektedir. Bu tavır, HDK’nin kontrol ettiği bölgelerde hayata geçirmek istediği yönetim modelinin otoriter ve güvenlik merkezli bir çizgide ilerleyeceğine dair ipuçları sunmaktadır.

Diğer taraftan gazeteci Muammer İbrahim’in gözaltına alınması, şehirde yaşanan ihlallerin delillerine erişimi bloke eden bir sansür mekanizmasının devreye sokulduğunu göstermektedir. Bu durum, etnik temelli katliam riskini artıran karanlık bir alan yaratmaktadır. Nitekim BM İnsan Hakları Yüksek Komiserliği ve uluslararası insan hakları örgütleri, HDK savaşçılarının kaçmaya çalışan sivilleri infaz ettiğine dair video ve kanıtlara ulaştıklarını paylaşmışlardır. Bu iddiaların ciddiyeti, Darfur’un 2000’li yılların ilk yarısında tanık olduğu soykırım tartışmalarını yeniden gündeme getirmektedir. Tarihsel hafıza, Darfur’da devlet dışı bir gücün sınırsız otorite kazanmasının ne kadar tehlikeli olabileceğini çok açık bir şekilde göstermiştir.

İnsani tablo ise savaşın askerî boyutundan çok daha yıkıcıdır. El-Faşir’de hâlâ yaklaşık 250 bin sivil mahsur durumdadır ve bunların yarısı çocuktur. Şehirde iletişim altyapısı çökmüş, sağlık sisteminin neredeyse tümü devre dışı kalmıştır. BM’ye göre şehirde su, elektrik ve ilaç erişimi yok denecek kadar sınırlıdır. HDK’nin insani yardım yollarını kapatmak için 56 kilometrelik toprak set inşa etmesi, açlık ve salgın riskini olağanüstü bir seviyeye taşımıştır. Sınır Tanımayan Doktorlar’ın (Médecins Sans Frontières-MSF) sadece iki gün içinde 130 yaralıyı tedavi altına alması şehirde salt çatışmanın değil, insani çöküşün boyutunu da göstermektedir. Bu tablo, uluslararası toplumun pasifliğini ve tepkisizliğini de yeniden tartışmaya açmıştır. BM, Afrika Birliği, ABD ve AB’den gelen uyarılar, henüz sahada somut bir etki oluşturamamıştır. Yaptırımların genişletilmesi ihtimali gündemdedir ancak Sudan’daki güç dengeleri, diplomatik söylemlerle değişebilecek kadar zayıf değildir. Uluslararası sistem, Sudan savaşını bölgesel önceliklerin gölgesinde ele almakta; Gazze, Ukrayna ve Kızıldeniz’de yaşanan krizlerin ağırlığı Sudan’daki yıkımı medya ve diplomasi gündeminin alt sıralarına itmektedir. Oysa el-Faşir’de yaşananlar yalnızca Sudan’ın değil, tüm Sahel ve Kızıldeniz havzasının güvenlik mimarisini etkileyecek bir domino etkisine sahiptir. Özellikle Çad ve Güney Sudan gibi sınır komşularındaki kırılgan rejimler, yeni mülteci akınlarıyla ve sınır ötesi milis hareketliliğiyle daha büyük bir istikrarsızlık sarmalına sürüklenebilir.

Bu bağlamda Sudan krizinin askerî yöntemlerle çözülebileceğini savunan tüm aktörlerin yanıldığını bir kez daha teyit etmek gerekir. HDK’nin ilerleyişi, elini güçlendirip barış masasında geçici bir avantaj sunsa da askerî zaferlerin sürdürülebilir bir siyasi düzen kurmaya yetmediği Sudan’ın yakın tarihinden aşikârdır. Ülkenin bir kısmını kontrol eden herhangi bir aktörün, uluslararası meşruiyetle desteklenmeyen bir yönetim kurması ise yalnızca yeni çatışmaların başlangıcı olacaktır.

Bugün Sudan için en acil ihtiyaç, uluslararası ortak baskıyla desteklenmiş bir ateşkesin sağlanması ve insani yardım koridorlarının koşulsuz şekilde açılmasıdır. Ardından Sudan’ın devlet bütünlüğünü gözeten ve sivil otoriteyi merkeze alan kapsamlı bir siyasi geçiş süreci için yeniden diplomatik çerçevenin kurulması gerekmektedir. Aksi takdirde el-Faşir yalnızca askerî bir kırılma anı olarak tarihe geçmekle kalmayacak; Sudan’ın bir daha geri dönülmesi son derece zor bir parçalanma sürecinin başlangıcı olarak hatırlanacaktır. Dolayısıyla el-Faşir’in trajedisi, uluslararası toplumun sınavıdır. Bu sınavda geç kalınan her gün daha fazla ölüm, daha fazla yıkım ve daha karanlık bir geleceğe işaret etmektedir.

Sonuç olarak el-Faşir’in kaybı, Sudan’daki çatışmanın artık yalnızca güç paylaşımına dair bir mücadele olmadığını; savaşın ülkenin geleceğini, devlet yapısını ve toplumsal dokusunu hedef alan yıkıcı bir dönüşüm sürecine evrildiğini göstermektedir. HDK’nin sahadaki üstünlüğü, Sudan’ın ulusal bütünlüğünü ve siyasi egemenlik iddiasını aşındırmakta; kurumsal çöküşle birlikte kaosun yeni normal hâline gelme riskini artırmaktadır. Bugün Sudan’ı bekleyen temel soru, iktidarı kimin kazanacağı değil, ülkenin yönetilebilir bir devlet olarak ayakta kalıp kalamayacağıdır. Bu nedenle el-Faşir yalnızca bir cephe kaybı değil, Sudan’ın devlet aklının sınandığı bir turnusol niteliği taşımaktadır. Uluslararası toplumun devreye ivedilikle girmediği bir senaryoda, Sudan’ın içine sürüklendiği bu karanlık yalnızca sınırları içinde değil; tüm bölgesel güvenlik mimarisinde uzun süreli ve zincirleme kırılganlıklar oluşturacaktır. Sudan halkının geleceği bugün alınacak kararlarla şekillenecek; kaybedilen her dakika, umut ile felaket arasındaki makası daha da açacaktır.

Yorum Analiz Haberleri

Aile, kadın ve cinsiyeti hedef alan tüm girişimler terördür!
ABD ve İsrail’in Suriye hesaplarında farklı görünen ortaklık
Papa ve zorunlu değerler ittifakı arayışı
Almanya'da koalisyon krizleri, ekonomik sorunlar ve AfD'nin yükselişi
Avrupa geçmişiyle hesaplaşabilecek mi?