HAKSÖZ-HABER
Geçtiğimiz günlerde şehid olduğu yönünde iddialar öne sürülen Hamas sözcüsü Ebu Ubeyde ve yine Hamas'ın yiğit ve şehit komutanlarından İmad Akil üzerine Haksöz Dergisi'nin Mayıs 2025 sayısında yayınlanan Murat Koç imzalı yazıyı sizlerle paylaşıyoruz.
Rüzgarın Dokunduğu Nakış: Özgürlüğün Gölgesi - Murat Koç
Gazze’nin dar sokaklarında rüzgâr, bir ozan gibi fısıldar; adımların çınlayışını toplar, bir kumaşın kenarlarını gökyüzüne kaldırır. Bu kumaş, alelade bir bez değildir; zamanın acıyla harmanlanmış yükünü sırtında taşıyan bir bayrak, görünmez bir nur gibi salınır. İplikleri umudu örer, desenleri direnişi saklar; her bir bükümü, toprağın eski yaralarına değen bir şarkıdır. Özgürlük, kırmızı-beyaz kefiyenin özüne işlenmiştir; avuçla tutulmaz bir düş değil, zeytin dallarının gölgesinde yeşeren, toprağa kök salmış bir gerçektir.
İmad Akil, bu emaneti bir ant gibi bağrına basmış; bir halkın sessiz haykırışını, ateşten bir kelamla semaya yükseltmişti. Rüzgârın bir zamanlar usulca okşadığı kefiye, Ebu Ubeyde’nin suretinde bir sembole dönüşür; direnişin, tükenmez umudun ve toprağın ezelî destanının elçisi olur.
Kefiye artık bir kumaş olmaktan çıkmıştır; bir coğrafyanın acıyla demlenen masalını ipliklerinde gizler. Kanın alı, özgürlüğün beyazı ile birleşir; her dikişinde zeytin gölgelerinde büyüyen çocukların düşleri, her kıvrımında harabeye dönmüş evlerin tozlu anıları saklıdır. Bu miras, bir halkın kaderine işlenmiş kutlu bir nakıştır; ne silinir ne de terk edilir.
Gecenin Fırtınasında Parlayan Direnç
Çelikten surlar, zırhlar ve silahlar dikilse de karşısına, o, inancının gölgesinde sarsılmaz bir dağ gibi yürür. Gecenin koynuna sinen zifir, onun gözlerinde bir kasırgaya döner; sokaklara düşen her gölge, umudun kıvılcımlarıyla parıldar. Her çarpışmada, her yol ayrımında, kefiyenin ruhuna sinmiş bir başkaldırı çınlar; toprağın kökü kadar kadim, bir sancak kadar kutsal bir iz taşır.
İmad’ın avuçlarında bir kor gibi parlayan bu miras, Ebu Ubeyde’nin omuzlarında bir zırha dönüşür; özgürlük ateşinin can bulduğu bir siluet olur. Karanlığın en koyu ânında, işgalin gölgesinde kefiye yıldızlara bir yemin fısıldar: Ne zincirler ne de duvarlar bir halkın iradesini yok edebilir. Her ipliği bir hikâye, her kıvrımı bir direniş soluğu taşır; bu, yalnızca bir kumaş değil, bir halkın yüreğinde alevlenen bir ışıktır. Dağlarda yankılanan bir nara, zindanlarda mırıldanan bir ezgi, çocukların ellerinde dalgalanan bir bahar olur.
Şucaiyye’nin bir köşesinde kurşunlar kefiyeye değdiğinde, yalnızca bir can toprağa serilmez; bir direniş destanı, sonsuz bir sefere çıkar. Kanla ıslansa da düşmez yere, zira Filistin’in evlatları onun manasını gönüllerine mühürlemiştir. Özgürlük, ne kadar uzak görünse de ona koşanların ruhunda hep bir adım ötededir.
Suretin Ardındaki Sessiz Çığlık
Bu miras, bir yüzü örterken bir kalbi gün yüzüne çıkarır. Ebu Ubeyde, ismiyle değil, kefiyesiyle dile gelir; o, toprağın acıyla yoğrulduğu bir diyarın dilsiz şahididir. Bir zamanlar bir bedeni gizlerken, şimdi bir halkın direnişini, özgürlüğe duyduğu bitmez özlemi haykırır. Damarlardan sızan umudu fısıldayan renkleri, bir gün gökyüzünün berrak mavisiyle kucaklaşacağını müjdeler. Ama bu, sıradan bir kumaş değildir; zincirlerin gölgesinde bir özgürlük nakışı, acı ve direnişin soyut bir yansımasıdır.
Rüzgâr, uçlarını gökyüzüne savurur; sanki direksiz bir sancak gibi yükselir. Özgürlüğün en yalın hali budur, çünkü onu esir edecek hiçbir bağ tanımaz. Filistin’in yollarında bu desen, taş atan çocukların avuçlarında, annelerin yakarışlarında, yıkıntıların tozlu izlerinde çınlar. Her bir çizgi, bir yaranın öyküsü; her bir gölge, bir gözyaşının yoludur. Bu miras, yalnızca kederi değil, kedere rağmen dimdik durmayı da anlatır. Özgürlük, kefiyenin dokusuna sinmiştir; ne kadar yırtılırsa yırtılsın, sönmez.
Gökyüzü griye çaldığında, acının izleri daha belirginleşir. Sanki kan, gökyüzüne meydan okur; “Beni gör,” der, “beni unutma!” Filistin’in acısı bu izlerde saklıdır: Bir babanın oğlunun cansız bedenini kucağına alışında, bir kadının zeytin ağaçlarının köklerinden koparılışını izleyişinde, bir çocuğun oyuncak yerine taşla oynayışında… Bu acı soyuttur; elle tutulmaz ama kalple taşınır. Aydınlık ise o acının içinden filizlenen umudu fısıldar. Bir gün bu toprakların çocukları bayramlarda süslenecek, savaşlarda değil.
Acının Gölgesinde Filizlenen Aydınlık
Kefiyenin mirası, dabkenin coşkulu adımları gibi nesilden nesile akar; rüzgârla kıvrılır, yükselir, iner. Ama asla toprağa değmez, zira özgürlük zincirleri küçümser. Ebu Ubeyde’nin omuzlarındaki kefiye, dabke gibi bir isyan bildirgesi olur. Her hareket bir başkaldırı, her sessizlik bir çığlık. Filistin’in sokakları dabkenin de kefiyenin de sahnesidir; molozlar, yıkıntılar ve duman, dekoru. Ama bu sahne, trajediden çok bir direniş şiiridir. Acının izleri sahneye bir damla gibi düşer, aydınlık o izleri silen bir el gibi uzanır.
Özgürlük, soyut bir kavramdır; ne duvarlarla sınırlanır ne de silahlarla yok edilir. O, bu kefiyenin deseninde bir gölge gibi dolaşır; bazen görünür, bazen kaybolur. Filistin’in insanları bu gölgeyi elleriyle yakalamaya çalışır. Ellerinde taşlar, gözlerinde ateş, yüreklerinde bir mirasın sıcaklığı… Özgürlük, bir kuşun kanat çırpışı kadar narin ama bir kayanın sertliği kadar dirençlidir. Bu miras, bu ikiliği taşır; narin ama yıkılmaz, kırılgan ama eğilmez.
Acı, kefiyenin isyanıdır. Her bomba patladığında kefiye bir an duraksar; her yıkılan evde desenleri bulanıklaşır. Ama isyan devam eder, çünkü Filistin’in ruhu durmaz. Acının izleriyle boyanmış bir çocuk ayakkabısı, aydınlıkla örtülmüş bir anne duası… Bu sahneler ipliklere işlenir. Ve acı, özgürlüğün bedelidir; ama bu bedel, kefiyeyi daha da değerli kılar. O, bir kumaştan fazlasıdır artık; bir halkın belleği, bir toprağın haykırışıdır.
Kefiyenin Çığlığıyla Dalgalanan Yemin
Filistin’in toprağı, kefiyenin renklerini yansıtır. Kanla sulanmış zeytin dalları, barışın gömüldüğü sessiz tepeler… Ebu Ubeyde’nin mirası, bu toprağın aynasıdır; her kırışığı bir yaranın öyküsü, her lekesi bir gözyaşının izi. Ondan geriye kalan, yalnızca acıyı değil, o acının içinden doğan direnci de taşır. Toprak onu giyer; o, toprağı sarar. Birbirine dolanmış bu ikili, özgürlüğün soyut bir tablosunu çizer.
Kefiyeyi kuşanan her kişi, yalnızca kendi adına değil, bir halk adına savaşır. Kefiyeyle bürünen suret, o kişinin değil, aziz bir halkın özgürlüğünü simgeler. Filistin’in insanları, onu başlarına sararak yalnızca kimliklerini değil, özgürlüklerine olan sarsılmaz bağlılıklarını da sergiler. Her bir dikişi, her bir ipliği, bir direnişin, bir özgürlük arayışının sesidir. İşgale karşı verilen cevaptır.
Kefiyenin ardında sancak gibi dimdik duran yiğitler, Filistin’in taşında, toprağında, zeytin dallarının gölgesinde birer destan gibi yükselir. Her biri, kefiyenin alnındaki izlerde saklı bir direnişin nefesi; her biri, göğsünde çarpan bir vatanın nabzı. Sapan taşından füze ateşine uzanan bir savaşta, korkuyu tanımayan gözleriyle dikilirler işgalin karşısına. O yiğitler ki zindanların soğuk demirlerinde bile özgürlüğün türküsünü söylediler; her bir damla kanlarıyla suladıkları bu kutsal topraklarda, Filistin’in ebedi ruhunu yeniden dirilttiler.
Kefiye, rüzgârda dalgalanırken anlatır onların hikâyesini: Bir yanda toprağa düşen analar, bebeler, öte yanda siperlerde nöbet tutan, ölüme koşan babalar. Kassam’ın şehitleri, bu acının ve umudun ortasında birer meşale oldular. Ellerinde tüfek, yüreklerinde iman, yürüdüler ateşin içine; ne tanklar durdurabildi onları ne de bombaların gürültüsü. Kefiyenin her bir düğümünde saklıdır onların cesareti; her bir deseninde yankılanır “Yaşasın Filistin!” narası. Onlar ki ölümü bile dize getirdiler; çünkü biliyorlardı, bu dava kefiyenin gölgesinde değil, Filistin’in gökyüzünde özgürce dalgalanacak bir gün.
Zeytin ağaçları; İmad’ın, Ebu Ubeyde’nin ve sayısız Kassam yiğidinin soluğuyla fısıldar: “Bizi keserler ama köklerimiz kalır.” Bu kökler, desenlerin altına gizlenmiştir, görünmezler ama oradadırlar. Filistin’in acısı, bu köklerin susturulmuş çığlığıdır. Bir işgal, toprağı zincire vurur; ama bu miras, o zincirleri parçalayan bir nefes olur. Özgürlük, kefiyenin hikâyesinde saklıdır ve bir gün, direnişin sancağı özgür bir gökyüzü altında yeniden dokunacaktır.