Dünya R4BİA Günü

HAMZA TÜRKMEN

Seyyid Kutub’un idam edilmesinden bu yana 49 yıl geçti.

Ve Mısır’da emperyal güçlerce yeniden ikâme edilmiş Mısır Firavunluğu’na ve darbe sistemine karşı son kitlesel direnişimizin 2. yıl dönümdeyiz.

14 Ağustos, dünyanın her yerinde Rabia Günü idi.

Rabia Meydanı’nda Sisi güçlerinin gerçekleştirdiği katliamı protesto etmek için R. Tayyip Erdoğan tarafından ilan edilen Rabia Günü, dün ve bugün 30’u aşkın ülkede gündem oluşturdu.

Örneğin Almanya.

Dusseldorf Hbf’de  Arap, Türkiyeli, Pakistanlı, Balkanlı, Kafkasyalı ve dahi Avrupalı mühtedi kardeşlerimiz saat 15.00 - 17.00 arasında bugün buluşacak ve Sisi Darbesini ve Batı’nın himaye ettiği Mısır’daki rejimi protesto edecekler.

Bugün bizim hanemize düşen de ancak gün boyu Cağaloğlu merkezindeki MTTB Salonu’nda sabahtan akşama kadar Rabia Günü ile ilgili bir sempozyum yapabilmek…

Sempozyumda Gülden Sönmez’in tebliğ başlığı ‘Uluslar arası Hukukun Rabia Sessizliği’.

Ya gündemi ve meydanları hayatın akışına bırakan Müslümanların, kuruluşlarımızın, cemaatlerin; yani ‘bizlerin sessizliği’ni kim tartışmalı?

Zannedersiniz o kadar büyük zulüm, baskı ve yasaklar var ki sanki siyasete ve siyasi erke söz söylemenin tüm araçları kullanılamaz hale gelmiş... Neredeyse merhum Said Nursi’nin 1918-1925 yılları arasında çaresizlik nedeniyle ifade ettiği ‘siyaset şeytan işi’ hükmünü hatırlatır felaket şartlarını yaşıyoruz...

Ya da ‘Hürriyet-i şer’iyeye vesile’ her şey yapılmış, geniş bir huzur ortamına ulaşılmış; özellikle sanatsal bedii işlerle ve keşiflerle yoğunlaştığımız bir tahsiniyat veya medeniyet safhası içinde yaşıyoruz. Keşke öyle olabilse...

Tam tersine, sanı ve vehimlerimizin zebunuyuz. Bizler daha çok küresel kapitalizmin hayat şartlarına ve tüketim değerlerine alıştırılmış bir kıskacın içine sıkıştırılıyoruz.

Gittikçe köpüren hazlarımız, müstağniliğimiz ve hedonizmimiz sadece daraltılmış yalancı cennetlerimiz. Bonzai içen veya eroin çeken gençlerin halüsinasyon içindeki son anları gibi.

Sempozyum’un öğleden sonraki ilk oturumunda ilk tebliğ de benimkisi: ‘Sünnetullah ve İslami Uyanışın Yeni Dili’.

Yeni dil derken, Amerika’yı yeniden keşfetmeyi kastetmiyorum şüphesiz.

Tembelliklerimiz ve kaderciliğimizi de, hayalciliğimiz ve aceleciliklerimizi de ıslah edebilecek sünnetullah dilini yakalamaktan bahsediyorum.

İnsanla, insanlık tarihi ile, mevcut toplumsal işleyişle ilgili yol ve yöntemi kahramanlarla, tesadüflerle, determinist yaklaşımlarla veya diyalektik tarihi yorumlarla izah etme sınırlılığına mahkum olmayacaksak, tabii ki Yaratıcımız olan Allah’ın vahyine, oradan da toplumsal yasaları demek olan sünnetullah’ına kulak vermemiz gerekiyor.

Rabbimizin toplumsal yasaları iradeli insan türü içindir. Önceki sünnetlerde/yollarda veya hayat tarzlarında yaşanan akıbet şudur: ‘Bütün şeytani tuzaklar sahiplerini yutar.’ Rabbimiz bu hususta sünnetullah’ta bir değişiklik olmayacağını bildirmektedir (35/43). Yeter ki meşakkatler karşısında direnişimiz, adanmışlığımız ve dayanışmamız devam etsin (2/155).

Yeter ki zor geçitlerde boyun eğmeyelim. Reel durumlar önemlidir. Ama reel olanı iyileştireceğiz derken ideal olanı feda etmeyelim.

Çaresizlik hallerinde yardım tabii ki Rabbimizden beklenir.

Ve Allah yolunda yürümekte sebat edecek olan mü’minlere Rabbimiz mutlak zaferi müjdelemektedir (33/62). Gaybi yardımdan ümit kesilmemelidir.

Seyyid Kutub’un öğrencisi Mürşid Muhammed Bedii’nin Adeviyye Meydanı’ndaki adeta Mekke Dönemi mücadelesini canlandıran ‘Barışçıl Direniş’ çağrısı sünnetullah’ı gözeten yeni bir inkılâp yolu çağrısıdır.

Bu çağrı ilkin iktidar olmayı değil, mücadelenin içinde ümmet olma, ümmeti yeniden diriltme yolunu göstermektedir.

Ve Mısırlı kardeşlerimiz ‘Zafer ne zaman?’ diyenlere, zaten bu yolda direnişi tanıklaştırmanın zafer olduğunu gösterdiler ve gösteriyorlar.

Şimdi sıra bizde, sıra dayanışmamızı ciddiye almamızda.