Diyarbekir’de neler söylendi, neden söylendi?

KENAN ALPAY

İki yıldan fazla bir zaman sonra Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 9 Temmuz Cuma günü “Biji Serok Erdoğan” sloganları eşliğinde gerçekleştirdiği Diyarbekir ziyareti siyasal sürecin ne denli hararetli ve hızlı değişimlere gebe olduğu gösteren gelişmelerden sadece biri olarak dikiliyor karşımıza. HDP’ye ilişkin sert tartışmaların Anayasa Mahkemesi’nde kapatma davası şeklinde de karşılık bulduğu bir vasatta Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “biz Diyarbakır'da 2005 yılında size ne demişsek dün de oradaydık, bugün de aynı yerdeyiz, yarın da aynı yerde olacağız” cümlesini kurmasına şaşıranlar, öfkelenenler ya da inanmayanlar olsa da AK Parti’nin 15 Temmuz sonrasında sarıldığı milliyetçi-devletçi söylem ve politikanın tahmin edilenden çok daha fazlasıyla zarar hanesine yazdığını iyice gördüğü anlaşılıyor.

Hayır, HDP’nin hemen her zaman inatla tırmandırdığı ajitasyon ve provokasyon siyasetinin, Türkiye’deki radikal-marjinal sol hareketin taşıyıcılığından LGBT misyonerliğine, Esed rejiminden Amerika ve Rusya’ya kadar her türlü çirkin partnerle eş zamanlı olarak iş birliği için heveskar tutumlarının bu süreçteki rolünü görmezden gelmiyoruz elbette. Lakin bütün bu çirkeflik ve tutarsızlık içeren tabloya karşın verilecek mücadelede milliyetçi-devletçi söylem ve ortakların sorunları çözmek bir tarafa daha da içinden çıkılmaz bir merhaleye doğru sürüklediğini somut gelişmeler de iyice aşikar kılıyor.

Bölgeyi İpotekli Zannedenlerin Öfkesi

Peki, Erdoğan’ın Diyarbekir ziyaretini ve bu ziyarette sarf ettiği cümleleri öncelikli tehdit olarak değerlendiren hangi siyasi partiydi? Elbette ki Diyarbekir ve havalisini de Kürt halkını da ipotekli malı gibi değerlendiren HDP’nin bu ziyarete ilişkin yaşadığı huzursuzluğu verilen mübalağalı tepkilerden çok rahat bir biçimde okumak mümkündü. Mesela Mardin Milletvekili ve HDP Sözcüsü Ebru Günay’ın daha meseleyi değerlendirmeye başlarken ilk cümlede “çözüm sürecini bozan, art niyetlice hesaplar yapan Erdoğan’ın kendisidir” ithamlarının ardına “Kürtlere karşı barbar İŞİD’ten yana tavır koyan tek lider Erdoğan’dı” türü klasik kara-propaganda tekniklerine sarılması huzursuzluğun ne denli derin nefret ve bitimsiz intikam duygularıyla sarmalanmış olduğunu işaretliyordu. Daha ileriye taşınan ve saplantılı bir ruh halini yansıtan tepkiyi Urfa Karaköprü’deki bir konuşmada HDP Eş Genel Başkanı Pervin Buldan şöyle sergiliyordu: “AK Parti ile masaya oturacak tek bir Kürt yoktur.” Buldan esasen “bizden izin ve onay almadan hiç kimse Diyarbekir’e, Hakkari’ye, Van’a gelip Kürtlere göz kırpamaz” mealinde cümleler kurup bölge ve halk üzerinde tartışmasız bir tekel sahibi olduğunu ilan ediyordu. Fakat bu tekelin kırılamayacağı, bu ipoteğin kaldırılamayacağı yönündeki aşırı özgüven ve meydan okumaların bir başka açıdan ciddi bir zaafa ve kaygıya işaret ettiği de kesinlikle gözden ırak tutulmamalıydı.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Diyarbekir halkına hitaben yaptığı konuşmada geçen ve PKK ve paralelinde siyaset yürüten HDP’ye ilişkin yaptığı şu vurguya bakalım örneğin: “Bu bölgede köylerin boşalmasına, yakılıp yıkılmasına, kentlerin çökmesine, sanayinin ve ticaretin bitmesine, işindeki gücündeki insanların sefalete sürüklenmesine neden olan bunlar değil mi?” Bir diğer önemli vurgusunda çözüm sürecinde ortaya koyulan iradeye halen sahip çıkıldığına ilişkin yer alan teyidin önümüzdeki dönemde nasıl ete kemiğe büründüğünü ya da hayale dönüştüğünü birlikte gözlemleyeceğiz: “Küresel emperyalizmin ülkemizde yaklaşık bir buçuk asırdır kaşıdığı yarayı kapatmak için çözüm sürecini biz başlattık ama çözüm sürecini sonlandıran biz olmadık. Çünkü çözüm sürecini bunların kötü niyeti, art niyeti, gizli gündemleri sonlandırdı.

Tahkim ve Tasfiye Edilecek Eylemleri İyi Seçmeli

Bir ziyaret ve bir konuşmayla her şey hallolamaz elbette. Çünkü yaşanan badireler, sergilenen çelişkiler ve ortaya çıkan güvensizlikleri ancak samimiyeti, sebatı ve yol haritası belirgin kuşatıcı ve ikna edici bir siyaset tarzıyla çözüme kavuşturmak mümkün olacaktır. Sahada PKK’ya karşı açık ve çok yüksek bir üstünlük sağlanmışken, fiziki ve moral üstünlük kudretli bir biçimde elde edilmişken HDP’ye karşı kompleksli davranmak hem yanlış hem de zararlı sonuçlar üretecektir. Sorunun tespitine dair yanlış ve aşırı vurgular çıkmaz sokakta zaman ve enerji sarf ederek ümitleri heba etmeye sebebiyet verecektir tabii ki. Terörle mücadele gibi söylem ve teşkilatlanma mantığını teröre meşruiyet ve toplumsal destek temin etmek üzere kuran kadroların önünü almak da ülke ve toplumun hukukunu korumak için hayat-memat meselesidir. Lakin siyaseti salt terörle mücadele mantığı üzerine kurmak, beka söylemiyle her derde deva bulunulacağını sanmak derin bir sapmayı, toplumun yoksulluktan yolsuzluğa, rüşvet ve iltimastan yargı alanında zuhur eden sıkıntılarını idrak edemeyecek kadar yabancılaşmayı beraberinde getirmektedir. İşte tam da bu gibi sebeplerle beka söylemine yapılan abartılı vurgular, milliyetçi-devletçi mantığın muhafazakar-demokrat çizgiyi ezip çiğneyerek tanınmaz hale getirmesi, ekonomide yaşanan darboğazın giderek derinleşmesi, siyaset ve bürokrasi sahasında ehliyet ve liyakat söylemlerinin tamamen sözde kalıp yaşanan eş-dost kayırmacılığının egemen olması sıkıntıların esas ve öncelikli kaynağını teşkil etmektedir. Mezkur sorunları halletmeden, sosyal adalet ve geleceğe dair güvenli bir projeksiyon tutmadan hastane, okul, yol-köprü, havalimanı gibi yatırımları nazara vererek önceki dönemlerde yakalanan toplumsal coşku ve desteğin tekerrür emesini beklemek fazlasıyla hayalcilik olacaktır.

Diyarbekir’de söylenen sözler önemli ve değerliydi, ümit ve güven telkin ediciydi, bunlar doğru. Ancak bunların yetmeyeceği, fiilen ve istikrarlı bir siyasal perspektif şeklinde bütün ülke ve toplum için nasıl kriter kılınacağı üzerine ciddiyetle çalışmak icap ediyor. Hatırlatmakta fayda olur: 2005’te ve 2015’te söylenenler kadar söyleyen ve pratiğe geçiren kadrolar da o güveni tesis ve teyid etmişlerdi. Köprülerin altından epeyce sular aktı ve doğruluk-iyilik-güzellik yolunda atılan sağlam adımları tahkim edebilmek için muhakkak ama muhakkak yanlış söylem, incitici eylem ve irrite edici kadroların derhal tasfiye edilmesi gerekiyor.

Yeni Akit