Direniş ve eğitim ekseninde Hamas’ın zaferi

ENVER CAN

Hak-Batıl mücadelesi, insanlığın varoluşundan itibaren başlamış ve tarih boyunca kesintisiz bir şekilde devam etmiştir. Yaratılışın gayesi olan bu mücadelede Müslümanlar Kur’an’ın temel ilkelerine sarılıp Rahmani olanı temsil ederken “ifsadın taraftarları” ise çoğunlukla zalimliği ve bozgunculuğu tercih etmişlerdir. Bu meyanda Kur’an-ı Kerim, bu karşıtlığa rehber olan bir ölçüdür. Nitekim konuyla ilgili ayette bu durum şöyle izah edilmektedir: “Âlemlere uyarıcı olsun diye, hakkı batıldan ayıran (el-Furkan’ı) kuluna indiren Allah, yüceler yücesidir.” (Furkan, 25/1). Söz konusu ayet hak ile batıl arasındaki zıtlığın ilahi yansımasını ortaya koymaktadır. Takva ve fücur yönelimine sahip niteliklerle ve zayıflıklarla yaratılan insan, Hz. Adem’den günümüze bu iki kutuptan birinin safında yer almıştır. Toplumsal yapıdaki köklü değişimler neticesinde çağlar ve nesiller değişmiş olsa da imtihanın özü olan bu mücadele varlığını sürdürmüştür.

Çağımızda maddi yükler insanın omuzlarına yığılmış, insani, ahlaki ve vicdani değerler ise ihmal edilmiştir. Bunun temel sebeplerinden biri, atalarımızın asırlar boyunca Kur’an’ın rehberliğinden uzaklaşması ve hakikati geleneksel kalıplara hapsetmesidir. Toplumlar, hakikat ölçüsünü Kur’an’dan almayı bırakıp örf, gelenek ve kültürel alışkanlıkları dinin özüyle eşitlemiş; böylece hak ile batıl arasındaki mücadelenin seyri istikametinden sapmıştır. Kur’an’ın evrensel ilkeleri yerini geleneksel düşünce kalıplarına bırakınca, dini duyarlılık şekilciliğe, iman esasları ise alışkanlık örüntülerine evrilmiştir. Kur’ani bilinç zayıflamış bunun sonucunda toplumsal inanç, bireysel menfaatlerin ve kültürel alışkanlıkların aracı hâline gelmiştir. Vahyin rehberliği yerine geleneğin otoritesi belirleyici olunca, doğrunun yerini kalıplaşmış kabuller, adaletin yerini menfaat, tahkikin yerini taklit almıştır. Bu sapma, bireyin maneviyatını zayıflatmakla kalmamış aynı zamanda toplumun düşünsel dinamizmini de köreltmiştir. Hakikati aramak yerine geleneği kutsamak, İslam düşüncesinin üretkenliğini durdurmuş; bilimsel, kültürel ve ahlaki gerilemeyi kaçınılmaz hâle getirmiştir. Zira hak ile batılın mücadelesi yalnızca cephelerde değil, zihinlerde ve eğitim anlayışında da sürmektedir. Bu mücadelede nesli inşa etmek, Müslüman şahsiyeti yeniden diriltmek ve eğitimi vahyin rehberliğinde anlamla buluşturmak, çağın en büyük zaruretlerinden biri hâline gelmiştir.

Vahyin yeryüzüne bir rahmet olarak inişinden bu yana geçen asırlar içinde, toplumlar ve milletler özellikle eğitim alanında derin bir anlam erozyonuna uğramıştır. Bugün, bu erozyonun biriktirdiği en ağır yüklerin altında bulunduğumuz bir dönemi yaşıyoruz. Diğer bir deyişle dünyanın birçok ülkesinde insanı yalnızca dünyevî bir varlık olarak gören seküler eğitim anlayışı hâkimdir. Modern-seküler eğitim anlayışı, hümanist felsefeyi merkeze almış ve aşkın olana yönelişi zayıflatmıştır. Hakikatle bağını koparan bu eğitim sistemi, salt aklı kutsayan bir yaşama sürüklemekle kalmayıp onu kalbî melekeler noktasında yoksun bırakmıştır. Böyle bir eğitim tedrisatından geçen bireyler, ne hakkın safında yer alacak bilince ne de batılı reddedecek cesarete sahip olurlar. Furkan Suresi’nde altı çizilen “hak ile batılı ayıran ölçü” göz ardı edilince bilgi hakikatten, akıl hikmetten, bilim ise ahlaktan kopmaktadır. Bu durum, ahlâkî yozlaşmanın ve vicdani körleşmenin en temel nedenidir. Tüketimi kutsayan, faydayı mutlaklaştıran zihniyet, hakkı savunma bilincini erozyona uğratmıştır. Oysa Kur ‘ani ölçüye göre bilgi, ancak hakikatle birleştiğinde değer kazanmaktadır.

Tarihsel süreçte eğitim, Fransız İhtilali’nin ardından yükselen milliyetçilik dalgası ile evrensel erdemlerin değersizleştirilmesine ve ulusal kimlik inşasının ideolojik aracına dönüşmüştür. Her ulus, etnik kimlikleri kutsayan “homojen” bir insan ve ahlak anlayışı üretmiştir. Oysa İslam düşüncesinde ahlak, fıtratla içkin bir boyuta sahip olup evrensel değerler temelinde inşa edilmiştir. Sosyo-kültürel farklılıklar dikkate alındığında varoluşun özünde yer edinen vicdan, adalet ve merhamet gibi ortak erdemlerin yoksunluğu çağın “çözümsüz” problemlerinin kaynağını gözler önüne sermektedir. Nihai olarak kötülüğün yaygınlaşması kültürel bir üretim nesnesi olarak fıtrattan uzaklaşmanın bir tezahürüdür. Sosyo-kültürel farklılıklar dikkate alındığında, varoluşun özünde yer alan vicdan, adalet ve merhamet gibi ortak erdemlerin yoksunluğu, çağımızın “çözümsüz” problemlerinin temel nedenini görünür kılmaktadır. Nihai olarak, kötülüğün yaygınlaşması ise, fıtrattan uzaklaşmanın kültürel bir üretim nesnesi olarak tezahür ettiğini göstermektedir. İlimden ve bilimden yalnızca geleneksel metotlarla yetinmek İslam dünyasını teknolojik, ekonomik ve diplomatik açılardan hak-batıl mücadelesinde geriletmiştir. Batılın/düşmanın bahsedilen hususlardaki gücü, zalimliğinin yegâne itici motivasyonudur. İslam dünyasının tarihsel süreçte hâkim olduğu “cebir, fizik ve kimya” gibi disiplinler batının bilimsel ve teknolojik alanlardaki üretiminin esaslarını oluşturmuştur. Hak ve batıl arasındaki güç dengesizlikleri bu süreçte Müslümanların pasif rol oynamalarından kaynaklanmaktadır.

Sömürgeci Batı aklı, Müslümanların hak ile olan bağını kopardıktan sonra, İslam’ın temel kavramlarını içi boş, anlamsız kalıplara dönüştürmüştür. Batıl ve ifsat edici düşüncelerini Müslüman zihin dünyasına yerleştirmek için son derece ustaca tasarlanmış kültürel ve entelektüel mühendislik faaliyetleri yürütmüşlerdir. Böylece Kur’an’la dirilmiş, vahyin rehberliğiyle şekillenmiş zihinler, yavaş yavaş kendi küfür sistemlerinin düşünsel esaretine mahkûm edilmiştir. Bu çerçevede, sömürge hakimiyetini devam ettirmek için her türlü katliam ve soykırımı meşru görmüşlerdir.

Emperyalist ve kanla beslenen kafirler, Müslüman toplumları maddi ve manevi bir kuşatma altına alarak, “güvenlik” gerekçesiyle rüşvete mahkûm etmektedir. Başta ABD olmak üzere Batılı devletler, Körfez ülkelerine “ikinci nesil silah” teknolojileri satarak, emperyal çıkarlarını güvence altına almaktadırlar. Dolayısıyla Müslümanların öz kaynakları Batı uşaklığına bürünmüş körfez ülkelerinin ihaneti ve korkaklıkları neticesinde mazlum coğrafyalara kan, acı ve zulüm olarak geri dönmektedir. Diğer bir ifadeyle bu kaynaklar, ABD, Batı ve Siyonist emeller için kana bulaşmış ellerde “peşkeş” unsuruna dönüşmektedir. Bu zillete karşı en etkili reçete, Kur’an’ın vahyi çerçevesinde icra edilen cihad’tır. Cihad, insan ile İslam arasındaki engelleri kaldırmaktır. Bu engeller; ideolojiler, sistemler, toplumsal yapılar, emperyalizm veya Siyonizm gibi dış etkenler olabilir. Cihad, İslam’ı dayatmak değil, onun rehberliğini insanlara ulaştırmak ve tanıtmaktır. Kur’ân-ı Kerîm, cihadı mal, kültür, siyaset ve can bağlamında ele alır ve caydırıcı olmanın gerekliliğini vurgular. Bu bağlamda, direnişin sürdürülebilirliği kişisel ve toplumsal yeniden inşa ile mümkündür.

Hamas’ın eğitim modeli bu anlayışın somut bir örneğidir. 1987’de kurulan Hamas, sadece askeri bir direniş örgütü değil, Filistin toplumunun inanç, kimlik ve özgürlük bilincini yeniden inşa eden bir eğitim hareketidir. Hamas için eğitim, yalnızca bilgi aktarımı değil; imani bilinç, ahlâkî diriliş ve toplumsal dayanışmanın teminatıdır. Çocuklara Kur’an ve ahlâk eğitimi, gençlere toplumsal sorumluluk ve bilimsel dersler, yetişkinlere ise liderlik, strateji ve dayanışma prensipleri öğretilir. İzzeddin el-Kassam Tugayları’nın askeri direnişi, bu ilim ve iman temelli eğitimin bir yansımasıdır. Askeri mücadele, ancak bu bütüncül eğitim anlayışıyla anlam kazanır. Gazze’nin onurlu direnişi, Siyonizm’in kanlı emellerine karşı hak-batıl mücadelesinin en bariz örneğidir. Hamas’ın eğitim metodu, yediden yetmişe bireylerin kendilerini ve toplumlarını dönüştürme kapasitesini güçlendirmektedir. Bu model, direnişin yalnızca silahla değil, ilim, iman ve toplumsal dayanışmayla sürdürülebileceğini göstererek tüm İslam toplumları için örnek teşkil eder.

Hareket, “Nehirden denize özgür Filistin” idealiyle hem toprak hem de ümmet bilincini savunmaktadır. Direnişi Kur’an’dan beslenen bir eğitim anlayışıyla yürüten Hamas, teknolojik, bilimsel ve ahlâkî alanlardaki eğitim seferberliğini öncelemektedir. Bu sayede Hamas, nesilleri hem şerefle hem de güçle yetiştirmektedir. Hamas, zayıflık ve ihmalkârlığın düşmanların arzu ettiği bir durumu ortaya çıkaracağını çok iyi bilmektedir. Bu bilinçle, gündelik yaşamın hiçbir alanını boşluk bırakmayacak şekilde inşa etmeyi ilke edinmiştir. Hakkı inkâr etmeyi ve büyüklenmeyi salt bireysel bir sapma şeklinde değerlendirmeyen Hamas, Allah’ın var ettiği düzeni hiçe sayan batıllarla mücadelesini izzetli bir biçimde sürdürmektedir.

Müslümanların onur ve izzetini Siyonistlere karşı ayakta tutmaya çalışan Hamas, egemenliği, namusu ve toprak bütünlüğünü koruma amacıyla uluslararası sistemde güç sahibi olmayı önemsemiştir. Teknolojik ve bilimsel gelişmeleri eğitim anlayışının bir parçası haline getiren Hamas, insani değerlerin çiğnenmesine engel olmayı gaye edinmiştir. Nitekim Gazze’de yaşanan vahşi soykırım ve İslam dünyasındaki çoğu ülke hükümetlerinin tüm bunlar karşısındaki duyarsızlığı, Müslümanların askeri alanda güçlü olma zaruretini ortaya koymaktadır. Bu gereklilik, İslâmî toplumlar için hayati bir öneme sahiptir. Bilimsel ve teknolojik alanlarda güçlü olmak hem bireysel hem de toplumsal dayanıklılık için elzem bir hedeftir. Bu meyanda tarihî örnekler ışığında, güç ve ahlâk birlikte anlam kazanmaktadır. İslam’ın ilk dönemlerinde Benî Kurayza kabilesinden bazı kişilerin Müslüman bir kadına olan saldırısından dolayı sürgün edilmesi “güçlü” olmanın önemli örneklerindendir. Nihai olarak Hamas’ın geliştirdiği eğitim modeli, İslâm toplumlarının hak-batıl mücadelesinde noksanlıklarını fark etmede, aşmada ve kararlı bir duruş sergilemede önemli bir dayanak olmayı sürdürmektedir.

Rabbimiz, bizleri hakkı batıldan ayıran ölçüye sadık kıl; imanımızı, ahlakımızı ve ilimle donanmış bilinçlerimizi güçlendir. Bize, iyilikte öncülük eden ve zulme karşı direnç gösteren bir toplum olmayı nasip eyle. Filistin halkını koru, direnişlerini adalet ve iman ekseninde daim kıl. Ümmetin her ferdine sabır, feraset ve vicdan nuru ihsan et; bizi nefislerimize ve zalimlerin tuzaklarına karşı daima uyanık eyle. Âmin.