Dinimizi Dilimizle Öğrenemedik ve Andımızla Uyutulduk!

ASLI ATEŞ KAYA

 

Hani benim sevincim nerde?
Bilyelerim, topacım,
Kiraz ağacında yırtılan gömleğim.
Çaldılar çocukluğumu habersiz.

Penceresiz kaldım anne!
Uçurtmam tel örgülere takıldı.
Hani benim gençliğim nerde?

Bu ne yaman çelişki anne!
Kurtlar sofrasına düştüm.
Hani benim gençliğim nerde?

 

Sözleri Yusuf Hayaloğlu’na ait satırlar bunlar. Ahmet Kaya’nın yorumuyla dinlemeyenimiz azdır.  Bugünlerde dillendirmek için yeterince sebebimizin olduğuna inanıyorum.

Bazı dizeler var ki önemini yitirmiyor. Aradan günler de aylar da yıllar da geçse! İlk günkü tazeliğini korur,  tıpkı yukarıdaki sözler gibi.

Model ülke elbisesini kendine oldukça yakıştıran Türkiye, örneklik teşkil edecek edaları ekleyerek Ortadoğu turlarını yapıyor, yaptı. Türkiye’de hak ve özgürlükler sanki iade edilmiş, gereği yerine getirilmiş! Ortamın güzelliğine kapılmayan yok gibi. Laiklik başta olmak üzere her problem çözücüyü (!) ithal etmek için adeta can atıyoruz. Demokrasi, laiklik ve özgürlük taleplerini dillerinden düşürmeyenlerin, şöyle bir arkalarına bıraktıklarına göz atmalarını salık verelim öncelikle.

‘Türkiye’de değişen sadece iktidarlardı’ gerçeğini yüzümüze çarparcasına, berrak analizlerle yol gösterme, özgürlükleri başka ülkelere taşıma telaşına düşen iktidara, birkaç söz söyleme gereğini duymadan, yola devam edemiyoruz maalesef. Hele Ortadoğu’nun arınmayı umut ederek yardım talep eden halklarına, ‘kelin ilacı olsa’ sözünü hatırlatmayı hiç arzu etmezdik.

‘Bu ne yaman çelişki anne’ diyor ya şair, tam da günümüze, bize söyleniyor sanki.

Başbakan’ın Mısır, Tunus, Libya başta olmak üzere yaptığı Ortadoğu gezisi, yıkılan diktatörlüklerin puslu havasının sersemliğini üzerinden atamayan, -tabiri caizse- şaşkın halka yol göstermeye çalışma çabası olarak kalmayacak anlaşılan. Bu yol gösterme işi o kadar abartılıyor ki, hiç de uygulanamayan hak ve talepleri pazarlamaya kadar iş götürülüyor. Laiklik başta olmak üzere satışa sunulan değerler (!) yok pahasına giderse şaşmayalım.

Türkiye’de ise durum aynı tas aynı hamam.

Açılıma umut bağlayan yığınların umutlarının hiçe sayıldığı, hava operasyonlarının devam ettiği, ‘kimin elinin kimin cebinde olduğu’ halin süregeldiği ve bu minval üzere de öldürmelerin hız kazandığı, gözaltı ve kaçırmaların yoğun yaşandığı günleri ne yazık ki, bir türlü geride bırakamıyoruz.

“Kürt sorununda yapılması gerekenlerin bir türlü yapılamadığı” gerçeğini kabul etmesek de yanılgılarımızı görebilmeliyiz. Oluşturulan çatışma ortamının müsebbibi olarak tek bir yere odaklanmak, tarif etmek, tekerrürden başka bir anlam sunmaz bize. Bu durum oluşturulmaya çalışılan bilgi kirliliğinin içinde daha fazla debelenmekten başka bir şey değil. Samimi ve ciddi adımlardan çıt yok. Umudumuzu korumak için biraz daha fazla zamana ihtiyacımızın olduğunu itiraf etmeliyiz.

Basına, laik Atatürkçü Cumhuriyeti bitirme planı alarak sunulmaya çalışılan Milli Eğitim Bakanlığınca yayınlanan kanun hükmünde kararname umut verici olsa da yeterli değil. Atatürk ilke, inkılâp ve milliyetçilik vurgularını kaldırmaya yönelik yeni kararname, Türk Milleti ifadesinin yanı sıra, insan haklarını çıkış noktası olarak sunuyor. Yani temelde insan hakları olacak. Bu vurgular önemli elbette ki.

Dokunulmayan “Andımız” ve anadilde eğitim hakkının verilmemesi halen devam etmekte.

İstenirse yasada değişikliklere başvurulmadan rafa kaldırılabilinecek olan  “Andımız” dayatması hala yerinde ve okulların açıldığı şu günlerde bütün heybetiyle yürekleri dağlamaya devam ediyor/edecek. Bu yolun açılmama nedeni olarak, ne engeller sıralanacak, doğrusu merak konusu.

Her sabah okulun bahçesinde asker edasıyla, hazrolda ettiğimiz yeminin, küçücük yüreğimizde bıraktığı izleri silmeye kimin gücü yeter, bilemiyorum. Bütün çelişkileri hissederek, her şeyden önemlisi yalan söylediğimizi kendi kendimize dahi ifade edemediğimiz gerçeğini, bunun hala okullarda aynı tarzda devam ettiğini bilmek çok can yakıcı. Çocukların dahi kandırılmadığı, bir kısmının ise kanıp bir süreliğine de olsa kendini Türk hissettiğini, anılarımızı tazelerken tebessümler eşliğinde itiraf ediyoruz. Bir kavmin üstünlüğünün haykırıldığı ant içme merasiminde, yanlış yapıldığını biliyorduk, hem de o körpecik halimizle. Zira törenlerde büyüklerimizin kıpırdanmayan dudaklarının nedenini sorduğumuzda, titizlikle, sükûnetle ve alçak bir ses tonuyla, korku ve ürkek bir havayı da hissettirerek yanıtlamaya çalıştıklarını unutmak, mümkün mü hiç?

Başbakan’ın, ülkemizi bölme yönünde adımlar olarak gördüğü sözler kulağımızı hala tırmalamaya devam etse de  “Anadilde eğitim hakkı, Allah’ın ayetidir.” söylemini biz de hatırlatmaya devam edeceğiz, adı ‘bölücülük’ olarak konulsa da.

Sapla samanı birbirine karıştırmadan, bölücülüğün kimlerin işi olduğunu bilerek, Türkiye’nin bir dilin resmileşmesiyle bölüneceğine aklımızın ermediği vurgusunu yenileyerek, varsa ihtimal, varsa örnek gözümüze sokulmasını, cehaletimize bağışlamalarını isteyeceğiz hararetle. Bu ülkede sadece kabuğun değiştiğini kabullenmek istemeyenlerin varlığı sevindirmeli mi acaba?

Yasaklar can almaya devam ediyor.

Dilin önemini Başbakan R. Tayyip Erdoğan’ın yurtdışı gezilerinde dile getirdiği gerçeklerle de öğrenmiştik: “Türk çocukları önce anadilleri olan Türkçeyi öğrensin.” Asimilasyonun önüne ancak bu şekilde geçileceği gerçeğini bizimle, paylaşıyordu. Peki, sormazlar mı, Kürtler ne yapsın? Masalımızı, şarkımızı, tarihimizi kendi dilimizle çocuklarımıza anlatamazsak biz yok olmuyor muyuz? Biz dinimizi dilimizle öğrenemedik, çocuklarımıza aktaramadık, kendimizden dahi beri olduk, uzaklaştırıldık. Bu sorun devam ediyorsa, vebal kimindir?

Bütün değiştirilmeye çalışılan isimlerimiz, renklerimiz, dillerimiz, kültürlerimiz ve geleneklerimiz bir asimile etme hali değildir de nedir?

Kitlelerin sus pus hali ise bir başka acıtan yan. Desteklerimizle bizler de bu suça ortağız. Kürt sorununda en büyük sacayağı olarak görmemiz gereken eğitimdeki anadil gerçeği, teslim edilmesi gereken başka haklarla süslenmeden, sorunun ortadan kalkmayacağını bilmemiz, çözüm noktasında üzerimize düşeni esirgemememiz gerekir.

Kışladaki eğitim provalarının yapıldığı okullara özgürlüklerin bahşedileceği zamana, ne yazık ki sayılı günler kaldı diyemiyoruz.   

Zilin çalmasıyla çocuklarımız okullara koşuyor, hem de bütün varlıklarını anlamını hiç bilmeyecekleri / kavrayamayacakları varlıklara armağan ederek.