Dillerimiz ve Irklarımız Allah’ın Ayetleridir, Putlarımız Değil

MUSTAFA SİEL

Mazlumder Eski Koordinatörü Nurcan Aktay, HDP'den Milletvekili Aday Adaylığını Açıklarken Şu Hususlara Vurgu Yapmış

“Haksızlık nerenize değerse, orası kimliğiniz oluyor.. Kürt, başörtülü, işçi, kadın.. Ötekileştirilmiş bütün kimlikleri üzerinde barındıran biri olarak, beş yılı emek alanında olmak üzere onbeş yıldır hak mücadelesi yürütüyorum. Çok doğal olarak, parçalı hak algısına sahip bir toplumda elbette bu mücadeleyi yürütmek kolay değil. Kadın meselesini aşmış bir yapıda etnik kimliğiniz, etnik kimlik meselesini aşmış yerlerde sınıfsal sorunlarla karşılaşmak kaçınılmaz oluyor. Bu noktada kimlikleriniz arasında bir tercih yapmak zorunda kalmanın kendisi apayrı bir sorun.

Meselelerimiz arasında neredeyse en temeli oluşturan Kürt ve Kürdistan meselesinin üç yıl önce “Çözüm Süreci” ile daha da görünür olması, bununla birlikte Ortadoğu’daki son yaşanan gelişmelerle beraber bir ivme kazanıldı. Baş aktörünü Kürtler oluşturmasına rağmen, bütün kesimleri etkileyen bu meseleye ilişkin olarak bugün barışı konuşuyor olmak, başlı başına tarihi bir olay. Sürecin bu noktaya gelmesinde verdiği mücadele ortada olan, kadının temsiliyeti sorununu çözmüş Kürt hareketinin,  ittifak süreci başlatarak İslami kesimler başta olmak üzere toplumun bütün kesimlerinin temsiliyetini sağlama ve bu mücadeleyi ortaklaştırma çabasını son derece anlamlı bulduğumu belirtmek isterim.  Şüphesiz bütün kesimlerin müdahil olacağı bu yeni süreç, hayırlı sonuçlar verecektir.

Bütün bunlardan hareketle;  hem Kürt, hem başörtülü, hem kadın hem de işçi kimliğimle kendimi ifade edebileceğime duyduğum inanç nedeniyle HDP’de aday adaylığı başvurusunda bulundum. Kararımın hayırlı olmasını diliyorum.”

HDP (PKK) Buradan Nurcan Hanımın Gördüğü Gibi Görünmüyor Nedense

Doğrusu Nurcan Aktay’ın gördüğü bazı gerçekleri nedense biz göremiyoruz. HDP (PKK)’nın hangi kadının temsiliyet sorununu çözdüğünü, hangi İslami Kesimlerin ve toplum kesimlerinin temsiliyetini sağlayıp mücadeleye ortaklaştırdığını da anlayamadık.

Üstelik Nurcan Hanım’ın sözlerinin sonunda kimliğini ortaya koyarken Kürt, başörtülü, kadın ve işçiliğine vurgu yaparken, İslamcılığına (yada en azından Müslümanlığına) vurgu yapmamasını da anlayamadık doğrusu.

Bizim görebildiğimiz ve PKK’nın kuruluşundan bu güne değin çeşitli vesilelerle en son 6-8 Ekim Kobani olayları vesilesiyle olmak üzere defalarca tebarüz etmiş yalın ve somut gerçek ise şu. PKK (ve zihniyeti) laik Kürt Ulusolcu ve İslam düşmanı olmadıkça, Kürt olsalar bile ne kadınlara ve nede erkeklere değer vermek bir yana, hayat hakkı bile tanımak istemiyor.

PKK’nın Temel Mantığı, Ya Kırk Katır Ya Kırk Satır

Bölgede yaşayan başta Kürtler olmak üzere (Araplar dahil) herkes ya PKK’lı olacak, olmazsa PKK’ya boyun eğecek, eğmezse bölgeden göç edecek, göç etmezse mezara gönderilecek.

PKK kendi zihniyetinde olmadığı halde boyun eğenlere (eğer süreç içinde PKK zihniyetine erişemezlerse!) köprüyü geçinceye kadar iğreti bir payanda olarak rol verip, köprüyü geçince kirlenmiş bir peçete gibi buruşturup çöpe atıyor.

(Anladığım kadarıyla) aynı İslamcı tabandan geldiğimiz Nurcan Hanım’ın dünyanın en demokrat yapısı olarak gördüğü PKK’yı bizim en faşist yapılardan biri olarak görmemizdeki bu yaman çelişkinin sebebi ne acaba?

Irk, Bölge, Cinsiyet, Sınıf Vs. Temeline Dayanan İslami Hareket Olur mu?

Son yıllarda antikapitalist - İslami sol diye ekonomik açıdan sınıf esasına dayanan, Kürt İslamcılığı diye ırk temeline dayanan iki akım huruç etti Türkiye İslamcılığı ana gövdesi içinden. İslami feminist akım da neşet etme emareleri göstermekte ve muhtemelen ilerleyen süreçte daha belirginleşecek gibi görünüyor. İslam’ı hak ve kulluk mücadelesinden soyutlayarak, haklar ve kimlik mücadelesi temeline oturtmaya çalışıyor bu sapkın (dalal) hareketler.

Özellikle Kürt İslamcı anlayışı, tamamıyla Kürt ırkı (yada dil ve kültürü) temeline dayanmakla, ana gövdeden tamamen ayrılma temayülü içinde görünüyor ve muhtemelen birkaç sene içinde teorik ve pratik olarak ayrılacak.

Öyle güçlü bir dalga ki, doğu bölgelerindeki gelenekselinden Kur’anisine tüm İslami hareketlerin neredeyse tamamını dönüştürmekte, en azından ciddi olarak etkilemekte.

İslami Hareketler Teoride Evrensel, Pratikte (Zarureten) Yerel Olmak Durumundadırlar

İslami hareketler tabiatları gereği Ümmetçi ve evrensel bir anlayışa sahip olmak durumunda olup, ancak dil, mezhep, devlet sınırları gibi kendilerini aşan dış şartlar onları sınırlayabilir. Bunların dışında kendi iradeleriyle sınırlar koydukları anda İslami hareket vasfını yitirirler zaten.

Mesela bu gün kendimizi tüm Ümmet coğrafyasıyla aynı hareketin bir parçası olarak görürken, mezhep, meşrep, dil ve devlet sınırları istemediğimiz ve aşmaya çalıştığımız halde bizi sınırlamaktadır. Bu nedenle teoride evrensel, pratikte ise zaruretlerin dayattığı sınırlar içinde hareket etmekteyiz ki, bu zaruri şartlar 2.Bakara Suresi 286. ayette belirtilen, kimseye gücünün üstünde yük yüklenmeyeceği ilkesi gereğince bizim için meşru mazeretlerdir.

Lakin dış şartların dayattığı bu mazeretler dışında, aslında pratikte de beraber olabilecekken kendimiz bir takım gayri meşru sınırlar koyduğumuzda, bunlar asla meşru mazeretler olamaz.

Bizi Maddi Sınırlar Ayırabilir Ancak, Manevi Sınırlar Asla Ayırmamalı

Bu meyanda, Türkiye’de yaşayan Kürtlerin komşu devletlerde yaşayan Kürtlerle, yada İslamcıların komşu devletlerdeki İslamcılarla müşterek İslami hareket etme iddiası ne kadar gerçekçi ise, Türkiye’de yaşayan Türklerle beraber hareket etmekten, Kürtlere has bir İslami hareket iddiasıyla kaçınılması da o derece sapkınlıktır.

Türkiye içindeki mezhep, meşrep, tasavvufi görüş gibi nedenlerle hareket farklılığı tabiidir. Çünkü bu farklılıkların hepsi (yanlışta olsa) İslam adına doğruluğuna inanılan görüş farklılığından kaynaklanmaktadır.

Lakin ırk, dil yada bölge gibi İslami açıdan asla meşru görülemeyecek şartları, (bizleri zaruri olarak sınırlandırmadığı sürece) gerekçe göstermek ve İslami Hareketi bunlar üzerine bina etmek tamamen cahili ve şeytanidir.

Türkçülük Zehrinin Panzehiri Kürtçülük Değil İslamcılıktır

Bu gün yakıcı bir sorun olarak ortaya çıkan Kürtçülüğün en temel sebebinin Türkçülük olduğu tartışılamayacak derecede açık bir gerçektir. Türkçüler hem Türklere örtülü zulüm (havuç yoluyla haktan alıkoyup cehenneme sürükleme), hem de Kürtlere açık zulüm (sopa politikasıyla haktan alıkoyup cehenneme sürükleme) yapmışlardır ama, Kürtlere Türkçülük adına yapılan bu zulmün karşılığı başka bir zulüm olan Kürtçülük yapmak mı olmalıdır?

Birilerinin Türkçülük yapıyor olması, birilerinin de Kürtçülük yapmasını meşrulaştırmaz. 42.Şura Suresi 38’den 44’e kadar olan ayetlerde vurgulandığı üzere, Türkçülerin zulmüne uğrayan Kürtlerin haklarını sadece Kürtler değil, tüm Müminler Kur’an ve sünnet ölçüleri çerçevesinde korumaya çalışmalı ve meşru ölçüler içerisinde adil karşılıkla cevap vermelidirler.

Lakin Türkçülük cahiliyesine Kürtçülük cahiliyesiyle karşılık vermeleri meşru bir karşılık olmadığı gibi, kulluk imtihan alanını terk etmek ve daimi cehennem azabını hak edecek gafletle yapılıyorsa açık bir sapmadır (dalal), bile bile hevaya tabi olunarak yapılıyorsa Allah’ın gazabını getirecek açık bir isyandır.

Dillerimiz ve Irklarımız Allah’ın Ayetleridir, Putlarımız Değil

Elbette insanlar dilleri ve kültürleri içinde yaşarlar, lakin insan dil ve kültür için yaşasın diye yaratılmış olmayıp, niçin yaratılmışsa onun için yaşamalıdır. Elbette 30.Rum Suresi 20’den 27’ye kadar olan ayetlerde bildirildiği üzere dillerimiz, ırklarımız, renklerimiz Allah’ın ayetlerindendir.

Lakin bu ayetlerde dillerimiz ve reknlerimizin yanında cinsiyetlerimiz, gökler ve yer vs.’de Allah’ın ayetleri olarak bildirilmiş, şimdi bunlar için mi yaşayacak, bunlar için mi mücadele edeceğiz?

Ayetler hakkı görebilmemiz için konulmuş işaretlerdir, putlaştırılarak haktan sapmamız için değil. Tanışmamız, daha kolay yaşamamız açısından, imtihan unsurları (fitne) kılınmış dil, kültür, aile, kavim için yaşamak, şirk değilse nedir?

39.Zümer Suresi 10. ayette, sadece Allah’a kulluk için zaruri durumlarda ailemizi, halkımızı ve vatanımızı terk ederek hicret emredilmiş ve bu emir Peygamberimiz ve ashabınca yerine getirilmişken, bu unsurlar için Allah’a kulluğu sırtımızın arkasına mı atacağız?

Türküm Demek mi Daha Ağır, Ölmüş Bir Faniye Arzı Ubudiyet Etmek mi?

Yıllarca ilkokul çocuklarına her gün söylettirilen andımızda, hem Allah’a karşı  isyan, küfür ve yıllar önce ölmüş bir faniye arzı ubudiyet şirki vardı (31.Lokman 13. Ayette şirkin büyük bir zulüm olduğu açıklanmıştır), hem de Kürtlüğü yok sayarak Kürtlere zulüm.

Ama insaf edelim, bir Kürt Türküm demekle cehenneme girmez, lakin şirk koşmakla cehenneme girer (4.Nisa Suresi 48. ayete göre, vazgeçilmediği sürece Allah şirki bağışlamaz).

O halde (Kürt İslamcıların Türkçü bilinçaltına sahip olmakla suçladıkları İslamcı geçmişe sahip siyasilerce kaldırılmış bulunan) andımıza karşı asıl tepki, ırk ve dil yönünden değil, iman ve şirk yönünden olmalı değil mi idi? (elbette ki Kürde Türküm dedirtmenin de büyük bir zulüm olduğunu da bu tepkiye ekleyerek.)

Kemalistlerin Kürtlere anadilini yasaklaması, konuşturmaması elbette ki büyük bir zulümdür. Lakin Kemalistlerin Arap harflerini ve Osmanlıcayı ortadan kaldırarak ortak miras ile Türk ve Kürtlerin en önemli müştereklerinden birisini yok etmesi, Türk ve Kürtlerin hakka ulaşma yolunda önlerine dikilen daha büyük bir engel değil midir?

Yine Kemalistlerin Türklerin ve Kürtlerin medreselerini yok etmesi, Kur’an ve dini eğitimi ortadan kaldırması mı daha büyük bir zayiat ve zulümdür, yoksa Kürtlerin ana dillerini konuşmayı yasaklaması mı?

İşin daha ilginç tarafı şudur. Türkçüler Kürtlere ana dillerini yasaklamalarına rağmen, Kürtler ne ana dillerini, ne de din dillerini kaybetmemişlerdir. Lakin Kürtçülüğe kaymaya başladıkları andan itibaren (zaten kaybetmedikleri) ana dillerini görünür kılmakla beraber, din dillerini kaybetme sürecine girmişlerdir ve bu süreç Kürt halkını (Kemalizmin hedefleyipte başaramadığı) sekülerleşmeyi gerçekleştirecek gibi görünmektedir.

Şu sorunun cevabı önemlidir. Bu gün Kürtçenin resmi dil olmasını isteyenler (ki buna karşı değiliz elbette), İslam’a dönüş için mi, yoksa İslam’la olan son bağlarında koparılması için mi istiyorlar bunu?

Ana dilini kaybedersen, en fazla kimliğini ve kültürünü kaybedersin;  hakkın dilini kaybedersen, hakkı kaybedersin. Allaha ve ahiret gününe gerçekten inanan biri için hangisi daha büyük kayıptır?

Eğer bir öncelikler fıkhı varsa, hangisi öncelikli olmalıdır, din dili mi, ana dil mi? Kaldı ki (gerçek anlamda) din dili geldiğinde zaten ana dilde (kaçınılmaz olarak) gelecektir. Lakin aynı şeyi ana dil için de söyleyebilir miyiz?