Dikkat, perde kalkıyor!

Abdulhamit Bilici

Avrupa Birliği dönem başkanlığını üstlendiği gün Fransa'dan gelen açıklama ilginçti. Çünkü Batı'nın Türkiye'ye bakışına dair önemli bir sırrı deşifre ediyordu.

Bir grup gazeteciye konuşan Fransız Dışişleri Bakanı Bernard Kouchner, Türk ordusunun Türkiye'deki demokrasinin yerleşmesinde önemli rol oynadığını ve bunun unutulmaması gerektiğini söylüyordu. 6 ay boyunca AB gemisinin dümeninde bulunacak bakanın, bütün AB kurumlarının yaklaşımına ters sözleri bununla sınırlı değil. Örneğin, "AK Parti'nin kapatılması halinde tepkiniz ne olur?" sorusuna "Türkiye'nin iç işi." cevabını vermiş.

İlginçliğe bakın ki, Sosyal Demokrat tandanslı Fransız bakanın, askerin demokrasiye yaptığı katkıdan söz ettiği dakikalarda, Ankara'da bu katkıyla ilgili somut bir gelişme yaşanıyordu. ÖDP lideri ve bağımsız milletvekili Ufuk Uras, Sarıkız ve Ayışığı darbe girişimleri hakkında Meclis soruşturması için hazırladığı önergeye destek arıyordu.

Yine Kouchner'in demokrasiye askerî katkı sözü üzerinden 24 saat geçmeden, iki emekli general Ergenekon terör örgütü soruşturması kapsamında gözaltına alındı. Demokrasiye sundukları önemli katkılar çerçevesinde gözaltına alınan isimlerden biri, eski Jandarma Komutanı ve Atatürkçü Düşünce Derneği Başkanı Şener Eruygur idi. Yani, Ufuk Uras'ın soruşturulmasını istediği, Nokta Dergisi'nin deşifre ettiği darbe girişimlerinin baş aktörü.

Avrupa'daki bütün siyasetçi, aydın ve gazetecilerin 2 yıldır demokrasiye kurulan tuzakları ve bunun ardındaki güç odaklarını neredeyse isim isim konuştuğu bir dönemde, bu çıkışı yapan Kouchner fena açığa düştü. Fransız diplomatlar durumu kurtarmak için seferber oldu. Ama aslında bu olumlu bir gelişmeydi. Zira Kouchner, bu açıklamasıyla hem Batı'da artık pörsümeye başlayan klasik Türkiye ezberini hatırlatmış oldu hem de son dönemde bu noktada yaşanan değişimi bir daha hatırlattı.

Özellikle Bernard Lewis'in 'Modern Türkiye'nin Doğuşu' kitabından ve onun çizgisindeki bakış açısından Türkiye'yi tanıyanların ezber haline getirdiği bu anlayışa göre çoğunluğunu Müslümanların oluşturduğu Türkiye'de demokrasinin doğal olarak ne yeşermesi ne yaşaması mümkündür. Bu ülkede demokrasi, elit bir kadronun gerçekleştirdiği devrimler sayesinde vardır ve ancak askerin vesayetiyle yaşatılabilir. Yani, bu millet demokrasiye ehil değildir. Bu zor şartlar altında Türkiye'yi yönetenlerden Batı standartlarında demokrasi istenemez. Çünkü Batı'da Hıristiyanlık, Türkiye'de İslam vardır.

Bu şablona aşina olmalısınız. Çünkü içerde de bazıları sürekli Türkiye'nin kendine özgülüğünü öne sürerek demokrasiye darbe vurmuyorlar mı? Bir kısım bürokrasiyi ve cunta meraklısı aydınları bir kenara bırakalım. Sadece Mesut Yılmaz'ın iki hafta önce Avrupa Parlamentosu'nda söylediklerini hatırlamak yeter. Yılmaz, Türkiye'de dinî özgürlüklerde hiçbir kısıtlama olmadığını belirttikten sonra, İslam ile Hıristiyanlık arasındaki farka dikkat çekmiş ve laikliğin koruma altına alınmasının zorunluluk olduğunu savunmuştu. Dine dayalı devlet tehlikesi varken, askerin kışlaya dönmesinin beklenemeyeceğini ifade etmişti.

Bir yanda neo-conların da akıl hocası Bernard Lewis ve onun şablonundan Türkiye'ye bakan Kouchner; diğer yanda Yılmaz ve onun sayısız sağcı/solcu yerli türevi. Şahsen bu tabloda kafamı karıştıran iki nokta var: Birincisi, Türkiye'yi kendi kendiyle kavgalı ve değerleriyle sürekli boks yapan bir ülke haline getiren bu şablonun telif hakkının kime ait olduğu. İkincisi, bu şablonun iç ve dış versiyonlarının yumurta ikizleri gibi birbirine bu kadar benzemesinin hangi tip örgütlenmelerle sağlandığı.

Acaba Avrupa'nın en eski ve en büyük mason locası Büyük Doğu'nun (Grand Orient) Paris'teki toplantısında laiklik ve başörtüsü konusunda söylenenler bu konuda bir ipucu olabilir mi? İsterseniz, Fransa Büyük Üstad'ı Jean-Michel Quillardet'in o toplantıda söylediklerine bir göz atalım. Başörtüsünün üniversitelerde serbest bırakılması için 'geriye gidiş' diyen büyük üstada göre, TBMM'den geçen düzenleme 'Türk laikliğinin yeniden tanımlanması yolunda açılan tehlikeli bir gedik.' Büyük üstad, halkın yüzde 80'inin başörtüsü yasağına karşı olmasını ise şöyle yorumluyor: "Kamuoyunun her zaman haklı olduğunu düşünmem. Halk yanılabilir." Üstad, fetva vermeyi de ihmal etmemiş: "Başörtüsü İslamî değildir; Zaten Kur'an'da yer almaz; sonradan üretilmiştir."

Ne dersiniz, bu minik ipucu, ulusalcı geçinip milletin evlatlarını uluslararası şebekelerin güdümünde olmakla itham edenlerin gerçekte kimin etkisinde olduğunu göstermiyor mu? Belki de Portekiz, İspanya, Yunanistan 25-30 yılda demokrasiye geçerken, bizim 60-70 yıldır emekliyor olmamızın altında bu şablon yatıyor...

Zaman gazetesi