Devrimin birinci yılında Suriye'de istikrar ve meşruiyet inşası
Fadıl Hancı / AA Analiz
Suriye'de 2011'de başlayan halk ayaklanması, yaklaşık 14 yılın ardından 8 Aralık 2024'te Esed rejiminin devrilmesiyle sonuçlandı. Heyet Tahrir Şam (HTŞ) öncülüğünde Şam'a giren Suriye'nin muhalif güçleri, İsrail tehdidinden ekonomik çöküşe, SDG/YPG sorunundan Süveyda'ya, dağılmış Esed kalıntılarından DAEŞ terörüne kadar ağır bir mirasla karşı karşıya kaldı. Suriye'nin yeni yönetimi bir yıl boyunca eski muhalif grupların entegrasyonu, ulusal diyalog konferansı, yeni bir anayasa bildirgesi, kapsayıcı bir hükümet kabinesi, parlamento seçimleri, asayiş sağlama, bölgesel düzene ve uluslararası toplumuna entegrasyon başta olmak üzere iç ve dış meşruiyet ile kurumsal kapasite gelişimi bağlamında birçok alanda oldukça önemli adımlar attı.
Ancak İsrail'in tehdidi gölgesinde SDG/YPG sorunu ve Süveyda'daki ayrılıkçı gruplar, önümüzdeki dönemde Suriye'nin en önemli iki iç meselesi olarak öne çıkmaktadır. Rusya ile ilişkilerin yeniden kurulması ve bölgesel düzeyde İran'ın etkisinin zayıflaması, Esed rejiminin kalıntılarını ikincil bir tehdit haline getirmiştir. Ancak SDG/YPG ve Süveyda merkezli gruplara katılan Esed kalıntıları ile birlikte, Şeyh Gazal'ın Süveyda'daki Hikmet el-Hecri'den ilham alarak Nusayrilerin dini lideri olarak öne çıkmaya çalışması, tehdidin biçim değiştirdiğini göstermektedir. Dolayısıyla bu durum da SDG/YPG ve Süveyda merkezli grupları bağlamında değerlendirilmesi gerekmektedir.
SDG/YPG ve Süveyda merkezli gruplar
SDG/YPG, yıllarca terör örgütü PKK'nın örgüt üzerindeki etkisini inkar eden söylemini sürdürmesine karşın, örgütün elebaşı Mazlum Abdi, SDG/YPG içindeki PKK'lı kadrolara ilişkin açıklama yaparak, sorunun çözümü için doğrudan terör örgütü PKK'nın elebaşı Öcalan ile görüşülmesi gerektiğini söyledi. Böylece yapısal bağın varlığını kabul etmiş oldu. PKK'nın silahsızlanma sürecinin, SDG/YPG'nin Suriye'deki muhtemel entegrasyon sürecini etkileyen temel faktörlerden biri olduğu bilinmektedir. Nitekim Abdi'nin açıklaması, Suriye'de SDG/YPG meselesinin özünde bir PKK sorunu olduğunu ve Türkiye'de yürütülen "Terörsüz Türkiye" sürecinin, Suriye'de SDG/YPG'nin entegrasyonuna ilişkin süreçle doğrudan bağlantılı olduğunu bir kez daha hatırlatmıştır.
Suriye'de SDG'nin PKK'nın türevi olduğu gerçeği bilinen bir husustur. 2003'te kurulan PYD'nin aslında KCK tarafından kurulduğu, örgütün ideolojik kodlarından insan kaynaklarına ve örgütsel faaliyetlerine kadar bu çerçevede şekillendiği bilinmektedir. 2012'de PYD'ye bağlı olarak faaliyet göstermeye başlayan YPG'nin durumu da farklı değildir. Örgütün yapısı, ideolojisi ve insan kaynaklarının PKK'nın devamı niteliğinde olduğu bilinmektedir. Dahası, SDG/YPG'nin kurmaya çalıştığı sözde "özerk yönetimin" bütün yapılarında Kandil'den gelen kadroların bir tür gölge otoritesi oluşturduğu da bilinen bir diğer husustur.
Bu durumun SDG/YPG'nin 10 Mart Anlaşması bağlamında Suriye'nin yeni merkezi yönetimine öngörülen entegrasyonunun fiilen gerçekleşmesi sürecinde birçok yönden etkili olduğu görülmektedir. Birincisi, SDG/YPG, ideolojik kodlar, örgütsel yapı ve stratejik hesaplar düzeylerinde dönüşüm süreci yaşamamıştır. SDG/YPG'nin ideolojik kodlarından örgütsel yapısına kadar hala PKK'ya bağımlı olduğu görülmektedir. İkincisi, Suriye'de eski devrimci-muhalif grupların örneklerinde olduğu gibi SDG/YPG, 8 Aralık'ta çöken Esed rejimini bir kırılma noktası olarak görmemektedir. Nihai amaç açısından değerlendirildiğinde, Suriye'de muhalif grupların temel hedefi Esed rejimini devirmekti. Dolayısıyla bu nihai amacın gerçekleşmesi, söz konusu grupların kendini feshetmesi ve yeni devlet inşası sürecine katılımı açısından belirleyici bir etken olarak karşımıza çıkmaktadır. Bununla paralel olarak, Türkiye'nin Suriye'deki devlet inşa sürecine destek vermesi başta olmak üzere jeopolitik faktörler de en az bu ölçüde önem taşımaktadır. Ancak SDG/YPG vakasında durum tamamen farklıdır. SDG/YPG'nin nihai amacı hiçbir zaman Esed rejimini devirmek olmamıştır. SDG/YPG'nin nihai amacı, PKK'nın ideolojik kodlarına dayalı olarak sözde "özerk yönetimi" kurmaktır.
SDG/YPG 8 Aralık'tan önce Esed rejimiyle özerk yönetim kurmak için müzakere ettiği gibi 8 Aralık'tan sonra Suriye'nin yeni yönetimiyle de müzakere etmektedir. Jeopolitik faktörler açısından değerlendirildiğinde, SDG/YPG’nin 10 Mart Anlaşması’nı imzalaması büyük ölçüde ABD’nin baskısına bağlıydı. Ancak tarihsel olarak Esed rejimi, Rusya, İran ve ABD gibi birbirinden oldukça farklı aktörlerden destek almış olan SDG/YPG, yeni jeopolitik ortamda İsrail’in Suriye’de izlediği saldırgan politika ve Süveyda’daki ayrılıkçı gruplara verdiği desteği yeni bir fırsat penceresi olarak görmektedir. Nitekim, SDG/YPG'nin Süveyda-merkezli ayrılıkçı gruplarla ilişki kurması, bunun tecellilerindendir. Dolayısıyla 10 Mart Anlaşması'nın uygulanamaması, tam da bu nedenlere bağlıdır. Şam, SDG’nin entegrasyonunu, diğer eski muhalif grupların entegrasyonu örneklerinde olduğu gibi öngörürken, SDG/YPG halihazırda statükoyu koruyarak sembolik bir entegrasyon önermekte ve 10 Mart Anlaşması'nı gölgelemeye yönelik girişimlerini sürdürmektedir.
Süveyda-merkezli ayrılıkçı grupların durumu, benzerlikler ve farklılıklar göstermektedir. Birincisi, örgütsel yapı açısından daha ilkel bir kapasiteye sahiplerdir. 8 Aralık’tan önce yalnızca Süveyda’da faaliyet gösteren bu gruplar, Esed rejiminden yana olmasalar da diğer eski muhalif grupların aksine rejime karşı aktif bir mücadele içerisinde değillerdi. Dolayısıyla bu gruplar daha yerel ve sınırlı amaçlara sahiplerdi.
Suriye’nin farklı yerlerinde orantısız güç ve askeri müdahalelerle ayaklanmaları bastırmaya çalışan Esed rejimi, 2023'de rejime karşı ayaklanan Süveyda’ya askeri bir müdahalede bulunmaktan çekindi. Bunun başlıca nedeni, İsrail faktörüydü.
Bununla birlikte, Süveyda’nın tarihsel olarak merkezi yönetimlerle sorun yaşamış olması da önem arz etmektedir. Tüm bu faktörler, 8 Aralık 2024'ten sonraki dönemde de etkili olmaya devam etmektedir. Dahası, savaş boyunca Suriye’nin diğer illerine ve toplumlarına kıyasla geniş çaplı çatışmalar yaşamayan Süveyda, geçtiğimiz temmuz ayında yaşanan çatışmalar ve ihlallerle, Dürziler ve Bedeviler için derin bir travma yaratmıştır. Süveyda'da İsrail’in müdahalesi ivme kazanmış ve Hikmet el-Hecri'nin liderliğindeki ayrılıkçı gruplar giderek İsrail’in vekillerine dönüşmüştür.
Kolay çözümlerin olmadığı bir denklemde Suriye’nin pozisyonu
İsrail’in Suriye’de yürüttüğü istikrarsızlaştırma politikası, Süveyda’daki güvenlik sahasını doğrudan etkilerken SDG/YPG’nin entegrasyon sürecini de dolaylı olarak olumsuz etkilemektedir. Bu noktada, eylül ayında Süveyda için Suriye, Ürdün ve ABD tarafından ilan edilen yol haritasının yakın vadede uygulanabilirliği oldukça zor görünmektedir. Süveyda sorununun, İsrail’in etkisi bertaraf edilmeden ve Suriye’nin SDG/YPG sorunu başta olmak üzere diğer meselelerinde bir ilerleme kaydedilmeden çözülmesi imkansıza yakındır.
SDG’nin entegrasyon süreciyse 10 Mart Anlaşması'nın öngördüğü zaman dilimi çerçevesinde bir ilerleme kaydedememiş olsa da Suriye hükümeti ve SDG anlaşmaya bağlı kaldıklarını belirtmektedir. Ancak örgüt anlaşmayı gölgelemeye çalıştığı ve dış destekten ümidini kaybetmediği için süreçte kayda değer bir ilerleme yaşanmadı. Sürecin ilerleyebilmesi, zaman mefhumundan bağımsız olarak, SDG/YPG’nin muhtemel dış desteklere yönelik beklentisinin sona ermesine, Türkiye’nin caydırıcı gücüne, ABD’nin baskısına ve Suriye yönetiminin siyasi meşruiyetiyle kurumsal kapasitesinin artmasına bağlıdır.
Bir yandan, ABD’nin arabuluculuğuyla İsrail faktörünün bertaraf edilmesi ve dolayısıyla Suriye–ABD ilişkilerinin Suriye’ye güvenlik garantisi sağlayacak bir düzeye erişmesi gerekmektedir. Nitekim, Suriye’nin uluslararası koalisyona katılması ve DAEŞ ile mücadelede ABD ile güvenlik alanındaki işbirliğinin artması da zamanla SDG/YPG üzerinde dolaylı bir baskı oluşturacaktır. Diğer yandan, Suriye yönetimi SDG/YPG’nin demografik zaafiyetini etkili bir şekilde değerlendirmesinin önemi de aşikardır. Geçen hafta, Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed Şara’nın SDG’ye yakınlığıyla bilinen Şummar aşireti lideriyle görüşmesinde olduğu gibi Arap aşiretlerle yakın ilişki kurulması, bu aşiretleri SDG’nin entegrasyon sürecinde ya da muhtemel bir çatışma durumunda önemli bir yerel aktör olarak öne çıkarabilir.
Suriye yönetiminin pozisyonu açısından değerlendirildiğinde bu konuda bir değişiklik olmadığı görülmektedir. Devrimin yıldönümünde Şara’nın "Suriye’yi yeniden inşa edeceğiz. Kuzeyinden güneyine, doğusundan batısına yeniden birleştireceğiz" açıklaması aslında Suriye yönetiminin 8 Aralık'tan bu yana pozisyonunu bir kez daha hatırlatmış oldu. Suriye yönetiminin, SDG’nin 10 Mart Anlaşması’na uyumlu şekilde adım atmadığı sürece SDG’yi -parlamento seçimlerinde olduğu gibi- siyasi sürece dahil etmeyeceği anlaşılmaktadır. Kolay çözümlerin bulunmadığı bir denklemde Suriye hükümeti, SDG’nin entegrasyon sürecinden bağımsız olarak hem siyasi meşruiyetini pekiştirmeye hem de kurumsal kapasitesini geliştirmeye odaklanmakta, farklı senaryolara hazırlıklı olmayı amaçlamaktadır.