Devekuşu Mantığının Kuşdili Muhalefeti

KENAN ALPAY

Binali Yıldırım’ın Genel Başkan ve Başbakan olarak yaptığı ilk grup konuşmasında geçen “dostlarımızın sayısını artıracağız, düşmanlarımızın sayını azaltacağız” cümlesi Suriye konusunda dost düşman hemen herkesin ilgi odağı oldu. Suriye için diyoruz çünkü bu cümleden maksadın başta Rusya ve İran olmak üzere Avrupa ve Amerika ile yaşanan gerilimlerde Türkiye’nin dış politikada iflasını ilan etme yönünde bir adım olarak değerlendirenler az değildi. Gariptir 10 gündür Başbakan Yıldırım’a kastının Suriye politikasında nasıl bir köklü bir değişim öngördüğü sorulmaksızın kimileri bir bayram havasında kimileri de kendilerini temize çıkarma telaşesinde dolanıp duruyor.

Başbakan Yıldırım’ın Suriye’de Esed rejimini temize çıkaran bir cümle kurdu da biz mi duyamadık? Yoksa Esed rejimini ayakta tutmak üzere işi Suriye’de işgal ve katliama kadar götüren İran ve Rusya’yı anlayışla karşılayan bir konuşma yaptı da biz mi işitemedik? Bunlar değil de Amerikan ordusunun PKK-YPG armalarıyla Suriye’nin kuzeyinde giriştiği etnik temizliği mi makul ve mantıklı addetti de bizler fark etmedik? Başbakan Yıldırım’ın hangi konuşması, yazılı veya sözlü talimatı ya da görevlendirmesi Türkiye’nin Suriye politikasında ciddi bir değişiklik alameti sayıldı ki bölgemize yönelik Rusya, İran, Amerikan planlarını önceleyenler arasında büyük bir umut ışığı belirdi?

Şahsi Dış Politika Olur mu?

Kamuoyuna yansıyanlara bakacak olursak Suriye’de yaşanan Esed/Baas katliamlarına yönelik Türkiye’nin aldığı pozisyonu önceki dönemlerde dışişleri bakanı akabinde başbakan olarak Ahmet Davutoğlu’nun ‘şahsi ihtirasları’ belirlemiş. Neo-Osmanlıcı, neo-İttihatçı, maceracı vs. sıfatlarla anılan ve salt olarak Davutoğlu’na hasredilen dış politika stratejisi Türkiye’yi ‘komşularla sıfır sorun’dan alıp ‘sıfır komşu’ belasına sürüklemiş. Bu mantık pek çok kusurla malul elbette. Ancak koskoca bir ülkeyi ve bölgeyi kişisel tercih ve ihtiraslarla izah gibi bir akıl ve ahlak dışılıkla kendini ortaya koymasını en başa yazmak icap ediyor.

Suriye politikasına kimler etki eder ve kimler belirleyebilir? Önce Suriye’deki yarım asırlık Baas/Esed despotizminin icraatları ve bu icraatlar karşısında Suriye halkının göstereceği tepki çeşitleri. Sonra Esed rejimin müttefikleri mesela Rusya, İran, Hizbullah ve PKK’nın aldığı pozisyon. Akabinde Esed rejimine karşı Türkiye, Suudi Arabistan ve Katar gibi bölge ülkelerinin yaklaşımı. Nihayet uzakta bile olsalar küresel siyasete etki güçleri bakımından Amerika ve Avrupa’nın çelişkili de gözükse izleyeceği, üreteceği politikalar.

Türkiye’nin hem bölgesel manada hem de küresel zeminde olduğu gibi Suriye’ye yönelik politikasının mimarı ve takipçisi Cumhurbaşkanı Erdoğan olduğu aşikârdır. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Suriye’ye yönelik inşa edip izlediği siyaset Hükümet politikasını da aşmış ve bir devlet politikası halinde icra edilmiştir. Mülteci kamplarından askeri tatbikatlara değin bu politika böyledir. Suriye ve hatta Irak’tan, Mısır’dan askeri-siyasi olarak kuşatılmak durumundaki bir Türkiye’nin vereceği karşılık romantik bir karşılık olamayacağı gibi dolmuşa gelmiş bir heyecan patlaması da olamaz herhalde. Ancak dış politika uzmanı, strateji kurmayı düzeyindeki kimi isimlerin Suriye’de yaşanan süreci şimdiye kadar olduğu gibi hep zikzaklarla, tutarsızlıklarla, altı bir türlü doldurulamayan söylemlerle izahta inat etmesi son derece can sıkıcı bir hal almaya devam ediyor.

Erdoğan’sız Suriye, Suriye’siz Erdoğan Hayal

Bu yazarlardan birisi “Suriye meselesinin küçük nüfuz gruplarının, dar çevrelerin, küçük cemaatlerin insafına bırakıldığını hatta rehin bırakıldığını” yazıverdi şimdi de. Öyle ki “Ankara’da ortak bakanlar kurulu toplantısı yapıldığı gün” kendilerine gelip “Suriye’de isyan başlatacağız, bize destek olun” bile demişler. Kim bu nüfuz grupları ve küçük cemaatler, nasıl isyan çıkarmışlar Suriye’de? Sadece misyonu değil varlığı dahi meçhul bir çevre, sınırları aşan muamma bir provokasyon örgütüyle Suriye meselesini izaha kalkışan bu tür dış politika uzmanlarından geçilmiyor ülkemiz maalesef. Kim bunlar sorusu dahi beyhude aslında. Başbakan olduğu dönemde veya bugün Cumhurbaşkanı olarak Erdoğan’ı Suriye veya bir başka mesele üzerinden kim ‘rehin’ alabilir? Saçmalık düzeyinde bir kurgunun dik alası bir söylemle mi Erdoğan’ın misyonuna sahip çıkacaksınız, insan biraz olsun utanır?!

Daha birkaç gün önce İstanbul’un Fethi kutlamalarında Cumhurbaşkanı Erdoğan Suriye için ne söyledi? Aynen şu cümleyi kurdu: “İşte Suriye’de olanları görüyorsunuz. Ne iş var orada Rusya’nın? Ne işi var İran’ın? Ne işi var sözde terör örgütünün armalarıyla dolaşan Amerika’nın? Bunun yolu, öncelikle Suriye’yi zalim Esed’den ve onun kanlı rejiminden kurtarmaktır.” İşgal ve katliamların sorumlusu olarak doğrudan Rusya, İran ve Amerika’yı sorumlu tutan Cumhurbaşkanı Erdoğan’a rağmen mi Suriye politikasında değişim öngörülüyor acaba? Aynı törende konuşan Başbakan Yıldırım ise dikkatlerden kaçmaması gereken şöyle bir cümle kuruyordu: “Sınırlarımızı aşarak her mazlumun avuç dolusu dualarında yer alma zamanıdır.” Sınırlarımızı salt ‘açarak’ değil aynı zamanda ‘aşarak’ üretilecek bir politika söz konusu.

Nihayet Rusya’yla bir yumuşama hatta Suriye konusunda mevcut şartlarda anlaşma bekleyenlerin açık pozisyona düştükleri de ortada değil mi? Putin’in mesajına karşılık veren Erdoğan ne özür ne de tazminatın asla kabul edilemeyeceğini açıkça teyit ediyordu. Devekuşu gibi kafasını kuma gömenlerin kuşdili ile Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Suriye politikasına çelme takma, çukura düşürme hinliği duvara toslamaya mahkûmdur. Leş yiyici Pelikan familyasının gözüne girmeye yelteneceğine Hakka ve mazlum halklara sahip çıkmak için gayret etmek en doğru ve en faydalı olanıdır.

Yeni Akit