Demokrasiyi Niye İstemiyorlar?

ABDULHAKİM BEYAZYÜZ

Rahman ve rahim olan Allah’ın adıyla. Allah’a hamd, Resul’üne salat u selam olsun.

Mısır’dan gelen yeni idam kararı haberleri, darbecilerin hukuksuzluğunu bilenleri bile şok etti. Zira zalimliği ve hukuk tanımazlığı tescilli olan darbecilerin adalet adına değilse bile, dünya kamuoyunun gözü önünde bu derece alçalacaklarını kimse beklemiyordu. Öyle ki; verilen kararlara mahkeme kararları demek için dahi bin şahide ihtiyaç duyulurdu. Zira verilen kararlar, mahkemenin/muhakemenin değil, ancak muhakemesizliğin delili olabilirdi. Darbecilerin sözde mahkemeleri, meşru cumhurbaşkanı Mursi’yi İran ve Hamas ajanlığı gibi gülünç bir iddia ile ölüme mahkûm ettiği gibi, Katar’da yaşayan Dünya Âlimler Birliği Başkanı Yusuf El-Karadavi’ye de şiddete teşvikten idam cezası veriyordu. Hızını alamayan darbecilerin kuklaları, 19 yıldır İsrail hapishanelerinde tutuklu olan Filistinli Hasan Selame’ye ve hatta ölülere de idam cezası vermekten utanmıyordu.  Nitekim 2014’teki İsrail saldırılarında şehit düşen İzzetin el-Kassam komutanlarından Raid el-Attar da bunlardan birisiydi. Ölülere ceza vermekten utanmayan darbecilerin iradesiz kuklacıları, elbette İhvan’ın genel başkanı Bedii‘ye de idam cezası vermeyi unutmayacaklardı.

 Aklın, vicdanın isyan ettiği bu duruma nasıl gelinebilmişti? Bunu Ortadoğu intifadalarının seyrini hatırlamadan anlamamız mümkün olmayacaktır. Bilindiği gibi Tunus’ta Muhammed Bouazizi’nin kendisini yakmasıyla başlayan ve başarıya ulaşan intifada, daha sonra diğer ülkelere sıçramış ve Mısır, Libya, Yemen’de ciddi değişimlere sebep olmuştu. Öyle ki; belli oranlarda olsa bile, intifada ve direnişlerden etkilenmeyen hiçbir ülke kalmamıştı. 

Batılı küresel güçler bu sürece gerek hazırlıksız yakalanmalarından ve gerekse bu değişimlerin kendileriyle işbirliğini sürdürecek batılılaşmış kesimlerin öncülüğünde sürme ihtimalinden dolayı, olumsuz anlamda çok açık müdahaleye girişmemişlerdi. (Bunun bir istisnası, Fransa’nın Tunus’taki tutumuydu ve süreç Tunus’ta başarıya ulaştığında, Fransa dışişleri bakanını görevden almak ve özür dilemek zorunda kalmış, Libya’daki direnişte de diktatör Kaddafi’ye karşı direnişçileri, en önce destekleyenlerden birisi olmak suretiyle, bu hatasını telafi etmeye çalışmıştı.)  

Fakat küresel istikbar güçlerinin bu tutumu çok uzun sürmedi. Onlar halklarına yabancılaştırdıkları batıcıların, ülkelerinde başa geçerek ve görece özgürlükle süslenmiş yeni makyajlı bir yüzle halklarının iplerini ele geçireceklerini ve onları kendilerine bağlayacaklarını umuyorlardı. (Bu sayede diktatörlere verdikleri destekten dolayı kendilerine yapılan eleştirilerin önü kesilecek ancak diğer yandan, söz konusu halkların yer altı ve yer üstü değerlerini yağmalama imkânını da sürdüreceklerdi.) Ama durum küresel güçlerin istedikleri gibi gelişmemişti.

Zira bu halkların en temel değerleri İslam’dı ve iradelerini özgürce kullanma imkânını bulduklarında siyasi tercihlerini batıcı, halklarına/değerlerine yabancılaşmış ve hatta kendi halklarından tiksinen mankurtlardan yana değil, kendilerinden olan İslamcılardan yana kullanmışlardı. İntifadaların başarıya ulaştığı Tunus’ta halk en-Nahda’ya (İhvan ve Malik bin Nebi’nin etkisindeki partiye),   Mısırda Özgürlük ve Adalet Partisi’ne (İhvan’a),  Yemen’de Islah Partisi’ne (İhvan’a), Libya’da Adalet ve İnşa Partisi’ne (İhvan’a) ciddi bir destek vererek batıcılara da, batılılara da ciddi bir ders vermişti. (Libya’da seçimlerde liberallerin kazandığına dair bilgi, eksik ve yanlış bir bilgidir. Zira bu hesaplama, bağımsız seçilen İslamcı milletvekilleri hesaba katmadan yapılan bir değerlendirmedir. Libya’da İhvan’ın çoğunluğu sağlamaması için parti listelerinde 80, bağımsız listelerden de 120 milletvekili seçilmesine yönelik bir uygulama gerçekleştirilmiştir. Buna rağmen, bağımsız seçilen İslamcı milletvekilleriyle beraber hesaplandığında, seçilenlerin çoğunluğunu kesinlikle İslamcılar oluşturmaktadır.) Ayrıca intifadaların zorunlu silahlı direnişe dönüştüğü yerlerde de, halkın İslamcı gruplarla beraber hareket ettiği ve edeceği gerçeği ayan beyan ortaya çıkmıştı.

Bu durum küresel istikbar güçlerini de, onların devşirdiği batıcı grupları da, intifadaların getirisi olan görece özgürlüklere karşı tavır almaya ve yüzlerine taktıkları özgürlükçü maskelerini çıkarmaya sevk etti.  Bu süreçte tekrar gördüler ki özgürlüğün ve adil bir seçim imkânın olduğu her yer ve zamanda, halkın tercihi İslami değerlerden ve İslami kadrolardan yanaydı. İki yüz yılı aşan bir zaman diliminde küresel ifsatçıların gösterdikleri çabalar, başvurdukları çeşitli oyunlar İslam’a mensup halklara çeşitli zararlar vermiş, ama halkı en kutsal değer olarak İslam’ı kabul etmekten alıkoyamamıştı.

Bu sebeple Küresel istikbar güçleri, halkın hür iradesiyle yöneticilerini seçebildiği ve siyasal sistemin üzerinde etkili olabildiği özgür ortama kastetmeye ve demokratik usullerin kaldırılması çabalarına destek vermeye yöneldiler. Bunun için başta Suriye direnişine silah ambargosu uygulayarak onların başarıya ulaşmasını engelleyerek, intifadaların Körfez ülkelerine ve Suudi Arabistan’a sıçramasını engellediler. (İran’ın Şiicilikten kaynaklanan tutumunun intifadalar üzerindeki olumsuz etkisini şimdilik başka bir yazıya bırakıyoruz.) Ardından Mısır darbesini, devşirdikleri ve normal yollarla asla iktidar olamayacakları (CHP örneği gibi) ortaya çıkan laiklerle ve askeri cunta heveslileriyle işbirliğine girerek gerçekleştirdiler. Bu süreci Libya’da CIA denetimindeki darbeci General Hafter’i destekleyerek ve seçilmişlerin etkisini azaltma yoluyla gerçekleştirirken, Tunus’ta ise Nahda’yı iktidardan uzak tutmaya yönelik tehdit ve baskılarla sürdürmektedirler.

Bu durum küresel istikbar güçlerinin bir sefer daha suçüstü yakalanmalarına sebep olmuştur. Zira bir yandan küresel ifsat güçleri İslam ülkelerinin diktatörlüklerce yönetilmesini, mensubu oldukları İslam’ın tabiatına bağlamaktadırlar. Ama diğer yandan Müslüman halkların tercihlerini kabul etmemekte ve onların özgür iradesiyle yöneticilerini seçmelerini, sayısız hileli yöntemler ve zorlamalarla engellemektedirler. Bu tutumları, Batılıların ne kadar sahtekâr ve ikiyüzlü olduklarını apaçık bir şekilde ortaya koymaktadır. Batılı ifsad güçleri,  1989’da Tunus’ta Nahda’nın seçim yarışına konulmaması için gösterdikleri çabalarla, 1991’de Cezayir’de İslami Selamet Cephesi’ni seçimleri kazanmasına rağmen askeri darbeyle engellemeleriyle, 28 Şubat 1997’de Türkiye’de Refah Partisi’ni seçimi kazanmasına rağmen devirmeleriyle, 2006’da da seçimi kazanan Hamas’ın iktidar olmasına izin vermemeleriyle bu ikiyüzlülüklerini göstermişlerdi.

Bu nedenle Mısır’daki akıl ve vicdan dışı idam kararlarına dönük haberleri bu arka planla beraber değerlendirebildiğimizde sağlıklı tespitlere ulaşabiliriz.  Bu kararlarla darbeciler efendilerine bağlılık mesajları vermektedirler. Zira bu kararlarla kuklacılar, Mısır ve Filistin ve İslam dünyasındaki halka dayanan İslami kesimlere savaş açtıklarını; efendileri olan ifsatçıların bile açıktan yapmaktan çekineceği imhaları,  istikrar, milliyetçilik ve modernlik adına yapmaktan çekinmeyeceklerini ortaya koymaktadırlar. Nitekim İsrail’den daha katı bir şekilde sınır kapısını kapatarak,  Gazze’nin nefes boruları olan tünelleri kapatarak, İsrail’e karşı savaşıp şehit olanlara idam cezası vererek; hapishanelerinde 19 yıldır tutuklu bulunan yiğit direnişçilere bile idam cezası verip topyekûn Filistinli müslüman direnişçileri terörist ilan ederek ve Mısır’ın İslami hareket önderleriyle beraber, Dünya İslami Âlimler Birliği Başkanına da idam cezası vererek kimin adına mücadele ettiklerini apaçık bir şekilde ortaya koymuşlardır.

Kuklacıların efendileri için her türlü çirkinliği yapmaktan memnun kaldıkları açıktır. Zira bunun karşılığında hiçbir zaman halkların özgür seçimleriyle elde edemeyecekleri iktidarlara, bu gayri meşru ilişkilerle sahip olabilmektedirler.  Efendileri olan küresel istikbar güçleri de bu gayri meşru ilişkiden memnun kalmaktadır.  Onlar da bu yolla halkların maslahatını düşünen kesimlerle muhatap olmaktan kurtulmakta ve sömürülerini rahatça yapmaya devam etmektedirler.

O zaman batılıların niçin İslam ülkelerinde Demokrasiye karşı çıktıkları da, İslam ülkelerindeki diktatörlüklerin niçin akıl almaz ölçüde pervasızlaştıkları da kendiliğinden açığa çıkmaktadır. Bilindiği gibi demokrasinin olmazsa olmazı diye nitelendirilecek boyutu, halkın/ümmetin iradesinin üzerinde herhangi bir grubun, şahsın, zümrenin iradesinin olmamasıdır. Batılı küresel ifsat güçleri, İslami ülke halklarının özgürce iradesini ortaya koyduğu her durumda hep İslami değerlerden ve bu değerlerle özdeşleşmiş şahıs ve partilerden yana tercihini yaptığını artık adı gibi bilmektedir. Bu nedenle müslüman halkların iradesinin yansıyacağı özgürlük ortamlarından ve serbest seçimlerden yaban eşeklerinin aslandan kaçtığı gibi kaçmaktadır. Zira onlar soygunlarını, ancak halklarına ve halklarının değerlerine yabancılaştırdıkları kimselerin diktatörlüklerinde sürdürebileceklerinin farkındadırlar.

Müslümanlar bu durumun farkında olarak kendileri ve gençlerini şiddete savrulmaktan korumalıdırlar. Onlar peygamberi bir duruşla toplumlarının, Kur’an’ın güzellik ve erdemlerini daha fazla yansıtması için çaba sarf etmeye devam etmeli ve diğer yandan halklarının iradesinin siyasi, sosyal, ekonomik ve kültürel alanlarda daha fazla yansımasının çabası içinde olmalıdırlar. Çünkü Müslüman halkların ne kadar ciddi eksiklikleri olsa bile, son kertede tercihleri İslami olandan ve müslüman olanlardan yana olacak ve bu durum davetçilerin ıslah çabalarını kolaylaştıracaktır. Şu hiçbir zaman unutulmamalıdır; halk kendisini İslam’a nispet ettiği sürece, bu topraklarda başarılı olma ihtimali en fazla olanlar İslami kesimlerdir.  Batılı istikbar güçleri bunu görürken ve bu nedenle tercihlerini müslüman halkların iradesinin diktatörlerce sınırlandırılmasından yana kullanırken, müslümanların bu hamleleri etkisizleştirecek hamlelerin önemini kavrayamamaları, özgürlük ortamlarının işlerini kolaylaştıracağını görememeleri ve bunu, önemine binaen stratejik bir hedef olarak belirlememeleri ne kadar acıdır!

Müslümanlar; İslami kimlikli bir bilinçle, peygamberlerin günümüz temsilcileri olmaya çalışırken, bu inançlarına uygun bir toplumsallaşmayı gerçekleştirirken ve bu örnekliğe de davet ederken, başarılarının oranının büyük oranda sahip oldukları toplumsal özgürlük oranıyla bağlantılı olduğunu, asla gözden kaçırmamalıdırlar.

Sözlerimizin sonu Yüce Allah’a hamddır.

Rabbimiz! Hakkı hak olarak görüp hakka tabi olmayı, batılı da batıl görüp sakınmayı nasip buyur. Sen doğru yola iletenlerin en hayırlısısın!