Darbecilerin Dilinden 27 Mayıs

Aksiyon Dergisi 27 Mayıs 1960 Askeri Darbesi’ni kapak konusu yapıyor. 27 Mayıs Askeri Darbesini organize edenleri fikirlerini ve iç çekişmelerini değerlendirmek için ararlı bir dosya.

YASSIADA'YA KARŞI SİVRİADA MAHKEMESİ'Nİ KURACAKTIK

Yüzbaşı Ahmet Er, Türkeş'in grubunda yer alan isimlerden biri. Milliyetçi bir subaydı. Çankırı Atış Okulu'nda iken Türkeş onun savunma hocasıydı. 1951 yılında tanıştığı Türkeş ile uzun yıllar yol arkadaşlığı yaptı. Sadece darbede aynı grupta yer almadı, siyasi hayatta da Türkeş'in sağ kolu oldu hep.

-Neden tasfiye edildiniz?

MBK üyeleri arasındaki ayrılıklar her geçen gün daha da belirginleşmişti. Madanoğlu grubu hemen seçime gidip iktidarı İsmet İnönü'ye vermek istiyordu. Biz buna karşı çıkıyorduk. Hükümet üyelerini İsviçre'de ikamete mecbur kılıp seçim şartları hazırlandıktan sonra ülkeye dönmelerine ve siyasete katılmalarına izin vermeyi düşünüyorduk. Sadece DP'lilerin değil CHP'lilerin de yargılanmasını istiyorduk. Biz Menderes'in asılmasına karşıydık. Bütün hapishaneleri açacaktık. Onlar Yassıada Mahkemesi'nde ısrar ederlerse biz de Sivriada Mahkemesi'ni açacaktık. İsmet İnönü'yü de burada yargılayacaktık. Aslında komite içinde herkes farklı düşünüyordu. Ümit Özdağ'ın ifadesiyle bir değil 38 tane 27 Mayıs vardı. Bizim grup Eylül ayına kadar komiteye hâkimdi. Çünkü Türkeş'in Cemal Gürsel ile arası iyiydi. Ancak Madanoğlu ve Sami Küçük daha sonra Gürsel'i yanına çekti. Dengeler değişince tasfiye edilen biz olduk.

İNÖNÜ İHTİLALCİ SUBAYLARA SENATÖRLÜK TEKLİFİNDE BULUNDU

-Dengeler nasıl değişti?

Madanoğlu, Gürsel'e "Mısır'da albay Nasır nasıl general Necib'i devirmişse Türkeş de sizi devirecek" demiş ve onu inandırmıştı. Tabii bir de MBK içinde İnönü'den emir alan subaylar vardı. Hatta CHP'li bu komite üyelerinin zaman zaman toplanıp yönetimin CHP'ye devri konusunda müzakereler yaptığına dair haberler alıyorduk. Bu toplantılardan biri Prof. Dr. Afet İnan'ın evinde oldu. O toplantıda İnönü ihtilalci subaylara senatörlük teklifinde bulunmuş ve bu teklifi kabul edilmişti.

-Peki, siz karşı grubu tasfiye etmeyi düşündünüz mü hiç?

İhtilalin yapıldığı ilk günden itibaren bunu düşündük. Kuvveti elinde bulundurduğumuz dönem içinde harekete geçseydik karşı grubu tasfiye edebilirdik. Ancak biz başarılı olsaydık Yassıada'yı havaya uçuracaklardı. Adadaki binaların altına tahrip kalıpları yerleştirmişler. Biz onları tasfiye etseydik o tahrip kalıplarını patlatacaklardı. Yassıada'nın güvenliğinden sorumlu Yüzbaşı Remzi Oral anlatmıştı bana.

CEMAL GÜRSEL: MBK'YI FESHETTİM

13 Kasım 1960 gecesi Ahmet Er'in evinde üst rütbeli subaylar toplantı hâlindeydi. Milliyetçi subaylar, karşı grubun nasıl tasfiye edileceğini konuşurken kapı çalmıştı. Gelenler polisti ve Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel'den önemli bir mektup getirmişlerdi: "MBK'yı feshettim. Şahsi emniyetiniz ve milli menfaatiniz bakımından evlerinizden çıkmamanızı rica ederim." Bu satırlarla başlayan mektup 14'lerin tutuklanma emriydi aslında. Mektubun geldiği saatlerde evin etrafı da sarılmıştı. Kadere bakın ki Türkeş grubu Ahmet Er'in evinde diğer ihtilalci grubu nasıl tasfiye edeceklerini konuşurken aynı saatlerde karşı darbeye maruz kalmışlardı. Zaten Türkeş'in bir ay önce Başbakanlık müşavirliğinden istifa etmesiyle bu grup iyice zayıflamıştı. Komite, o gece Türkeş'in grubunda bulunan 13 subayı tutuklamıştı. Komitenin bazı üyeleri, 14'leri Bolu'da kurşuna dizerek cesetlerini meçhul bir yere gömmek istemişti. Gürsel bunu engelledi. Bu tartışmalar sonucunda 14'lerin yurtdışına sürgüne gönderilmesi kararı alındı. Türkeş ve grubu 5 gün Mürted Askerî Havaalanı'nda tutuklu kaldı. 19 Kasım'da Türkeş Hindistan'a, Ahmet Er Libya'ya, Orhan Kabibay Belçika'ya, Orhan Erkanlı Meksika'ya, Numan Esin İspanya'ya, Münir Köseoğlu İsveç'e, Mustafa Kaplan Portekiz'e, Muzaffer Karan Norveç'e, Şefik Soyuyüce Finlandiya'ya, Fazıl Akkoyunlu Afganistan'a, Rıfat Baykal İsrail'e, Dündar Taşer Fas'a, İrfan Solmazer Hollanda'ya ve Muzaffer Özdağ ise Japonya'ya gönderildi. 14'ler Türk elçiliklerinde iki yıl kalacaktı.

GÜRSEL: 'ELİMDEN İNÖNÜ BİLE KURTULAMAYACAK'

14'lerin her birini farklı bir ülkeye sürgüne gönderen komite böylece onları birbirinden koparmak istemişti. Ancak durum hiç de düşünüldüğü gibi olmadı. 14'ler Türkiye'deki gelişmeleri yakından takip ediyor, mektuplarla haberleşiyordu. Numan Esin ve Orhan Kabibay, komitenin attığı her adımı diğer arkadaşlarına aktarıyordu. Türkeş ise gönderdiği mektuplarda nasıl hareket etmeleri gerektiğini anlatıyor ve komiteyi 'ne idüğü belirsiz Yeniçeri bozuntuları', 'zorba' ve 'soysuz' olmakla suçluyordu. Bu haberleşmelerden sonra 18 Temmuz 1968'de Brüksel'de toplanmaya karar vermişlerdi. Bu toplantıdan önce Orhan Erkanlı ve Rıfat Baykal Türkiye'ye gidip Cemal Gürsel ile görüşmüştü.

-Gürsel ile görüşmesi için neden iki arkadaşınızı gönderdiniz?

Türkiye'deki gelişmeleri öğrenmek için göndermiştik onları. Bu arada Cemal Gürsel ile de görüşmüşlerdi. Gürsel kendilerine 'Erken gelin, ihtilalde beraber olalım.' teklifinde bulunmuş ve şunu eklemiş: 'Bu sefer elimden İsmet İnönü de kurtulamayacak.'

TÜRKEŞ, TALAT AYDEMİR'LE İHTİLAL YAPMAKTAN SON ANDA VAZGEÇTİ

-Bu teklifi değerlendirdiniz mi Brüksel toplantısında?

Bunu tartıştık; ancak toplantıda liderlik tartışması vardı. Kabibay ve Türkeş arasında. Ciddi tartışmalar yaşandı. En sonunda 8 ve 6 kişilik iki gruba ayrıldık.

13 Kasım 1960'ta 14'ler olarak sürgüne giden milliyetçi subaylar ikiye bölünerek yurda dönmüştü. İlk duydukları haber ise ordu içinde ihtilal faaliyetlerinin yeniden alevlendiği. Talat Aydemir grubunu onlar da duymuştu. Albay Aydemir 22 Şubat 1962'de yapılan atama ve tutuklamalara karşı, askerî öğrencilerin de desteğini alarak direniş hareketini örgütlemişti. Bu direniş hükümetle uzlaşma ile sonlandırılmış ve Aydemir emekli edilmişti. 10 Mayıs 1962'de çıkarılan özel af yasasıyla serbest bırakılmıştı. 14'ler sürgüne gönderilince ordu içindeki sempatizanları Aydemir'in etrafında toplanmıştı. Aydemir, ikinci bir ihtilal peşindeydi ve sürgündeki subayların döndüğünü duyunca Türkeş'e görüşmek istediğini bildirmişti.

-Talat Aydemir, Türkeş ile neden görüşmek istedi?

Türkeş bir gün Atatürk Orman Çiftliği'nde bizleri topladı. Ben, Baykal, Özdağ, Kaplan ve Türkeş. Numan Esin gelememişti. Talat Aydemir'in kendisiyle görüşmek istediğini söyledi. Bizimle de istişare ediyordu. Ben ve Kaplan, görüşmesi taraftarı değildik. Baykal ve Özdağ ise görüşme taraftarı. Aradan bir müddet geçti ve Türkeş'in 10 Nisan 1963 günü Dikmen sırtlarında Aydemir ile görüştüğünü öğrendik.

-Neyi görüştüler orda?

Aydemir ile Türkeş, yanlarındakilerden uzaklaşarak baş başa görüşmüşler. Aydemir, ihtilal teklifinde bulunmuş; ancak anlaşamamışlar. Zannediyorum liderlik konusunda anlaşamadılar.

Bu görüşmeden sonra Talat Aydemir, 21 Mayıs 1963'te Anayasa'da öngörülen reformların gerçekleştirilmediği gerekçesiyle ikinci darbe girişiminde bulunmuş ve başarılı olamamıştı. Yanındaki subaylarla birlikte tutuklanarak cezaevine konulmuştu. Kısa bir süre sonra Aydemir ile ilişkisi olduğu gerekçesi ile Türkeş, Özdağ ve Baykal da tutuklanmıştı. Yapılan mahkemeden sonra Aydemir, Binbaşı Fethi Gürcan ile birlikte idama mahkûm edilmişti. Türkeş ve grubu ise beraat etmişti. Bu olaylardan sonra Türkeş grubu kendisine yeni bir yol haritası çizdi. Artık hedefte siyasi bir parti vardı.

TÜRKÇÜLÜK HAYATINA İSLAM'I GETİRDİM

Ahmet Er, 1951 yılında bitirdiği Kara Harp Okulu'ndan sonra Çankırı'daki atış okulunda Türkeş ile tanışır. Türkeş, onun savunma hocasıdır. Aynı görüşte olduğunu görünce hocası ile arasını iyi tutar. Bir süre sonra dostluk başlar. Milliyetçi subaylar zaman zaman Türkeş'in evinde buluşur. Burada siyaset ve milliyetçilik konuları konuşulur. Ahmet Er, Çankırı'daki eğitimini tamamlayınca Hadımköy 16. Piyade Alayı'na tayini çıkar. İstanbul'da da milliyetçi subaylarla tanışır. Bir süre sonra ilginç bir gerçeği görür: "Fark ettim ki bu Türkçü hareketin içinde İslam yok. Fikir bakımından Türkçülük çok ağır basıyordu. 'Arabın dini' ifadelerini kullanıyorlardı. Türkeş de Türkçüydü. İslami kelime onun da ağzından çıkmıyordu. Türkiye'de Türkçülük hayatına İslam'ı sokan şu fakir kardeşinizdir."

İstanbul'a gelir; ama Türkeş ile diyalogunu hiçbir zaman koparmaz Ahmet Er. Mektuplaşır, zaman zaman da yüz yüze görüşür. 1952 yılında Numan Esin ve Rıfkı Erdoğdu ile 'Tanrı Dağı Yayınevi'ni kurar. 1953'te Jandarma Subay Okulu'na gider. Bir yıl sonra Hozat'a tayini çıkar. Bu tarihlerden sonra sırayla Diyarbakır (Çermik) ve İstanbul'daki (Balmumcu-Fatih) çeşitli birliklerde görev alır. 1955 yılından sonra asker içindeki ihtilal dedikoduları milliyetçi subayları da etkiler. Askerî liseden beri tanıştığı Numan Esin ve Muzaffer Özdağ ile birlikte hareket eder. İlk temasları Piyade Atış Okulu'ndan hocaları Alpaslan Türkeş'tir.

İHTİLALİ İHBAR ETMEKTEN VAZGEÇTİK

-İhtilal komitesine nasıl girdiniz?

Biz askerî liseden ihtilale kadar Türkiye'nin siyasetinde rol almayı düşünüyorduk. Türk Silahlı Kuvvetleri içinde ayrı ayrı ihtilal grupları teşekkül etmişti. 1960 yılında ihtilal hazırlıkları süratlendi. Gençlik arasındaki şiddet olayları tahrik ve teşvik görürken iktidar bunları önlemekte zorluk çekiyordu. Böyle bir ortamda Numan Esin, örgüt üyeleri ile temasa geçti. Türkeş de örgütün içindeydi. Biz de katıldık. Ayrı bir grup kurduk örgüt içinde.

-Diğer grubun amacı neydi?

Örgüt içinde bazı subaylar DP iktidarını alaşağı edip İsmet Paşa'yı yönetime getirmek istiyordu. Buna asla rıza gösteremezdik.

-Engellemeyi düşündünüz mü?

Uzun uzun düşündük. Mecidiyeköy dutluklarında Özdağ, Esin ve ben toplandık.

-Nasıl bir karar çıktı toplantıdan?

3 ihtimal üzerinde durduk. İhtilali ihbar etmek, örgütten çekilmek ve ihtilale katılmak. İhtilali ihbar etmeyi kendimize yakıştıramadık. Zaten o saatten sonra iktidarın bunu önlemesi mümkün değildi. İhtilalden çekilseydik CHP lehine dönerdi. Bu nedenlerden dolayı katılmaya karar verdik. Biz Halk Partisi'nin tasallutunu önlemek için ihtilale girdik. Halk Partililer bizzat orduyu tahrik ediyordu.

İDAMI DUYUNCA SAATLERCE AĞLADIK

Komite henüz darbe yapmamıştı; ama fikir ayrılıkları gün yüzüne çıkmıştı. Bu ayrılıklar ihtilalden sonra bölünmelere neden olmuştu. 14'ler olarak bilinen Türkeş grubu tasfiye edilmiş, her biri ayrı bir ülkeye gönderilmişti. Sürgün hayatı devam ederken Yassıada'da DP'liler yargılanıyordu. Mahkeme sona ermiş; Menderes, Polatkan ve Zorlu hakkında idam kararı çıkmıştı. Türkeş, Yeni Delhi'den Cemal Gürsel'e bir mektup göndermiş ve 14'lerin bu karara karşı olduğu mesajını vermişti.

-Menderes'in idamıyla ne hissettiniz?

17 Eylül günü radyodan öğrendim. Hacı teyzenle ikimiz de saatlerce ağlamıştık. Menderes değil İnönü idam edilmeliydi. Bu zulmün geleceğe husumet tohumları taşıyacağını söylemiştim.

-İdamları engellemeye çalıştınız mı?

Biz zaten idamlara karşıydık. Değil ordunun genç subayları, dünyanın bütün orduları idamlardan yana olsa bile biz gene de idamlara karşıyız diye mesaj veriyorduk komiteye.

CHP ORDUYU TAHRİK ETTİ

Ahmet Er, yurda döndükten sonra Türkeş ile birlikte siyasete atıldı. 31 Mart 1965'te Alpaslan Türkeş'le birlikte CKMP'ye geçti. CKMP'nin 1969 Şubatında Adana'daki kongresinde MHP'ye dönüşümüyle birlikte, bu partinin 12 Eylül darbesine kadar genel başkan yardımcılığını yürüttü. 7 Temmuz 1992'de MÇP'den ayrılan Muhsin Yazıcıoğlu ve arkadaşlarının kurdukları Büyük Birlik Partisi'ne geçti. Uzun bir dönem bu partinin genel başkan yardımcılığı görevini sürdürdü. Daha sonra doğduğu köye yerleşen eski MBK üyesi, 1997 ve 1999 yıllarında üç kez beyin kanaması geçirdi. Vücudunun sol tarafı felçli olan Er'in kalbine pil bağlandı. Bugün köyünde mütevazı bir hayat yaşıyor.

Er, 27 Mayıs ihtilalinin yaşanmasında CHP'nin önemli bir rolü olduğunu düşünüyor. CHP'li vekillerin halkı kışkırtarak cuntacı askerlere rapor hazırladığını vurguluyor. Bazı MBK üyelerinin kandırıldığını dile getiren Er, İhtilali asıl yapanların CHP ve üniversiteler olduğunu savunuyor. Buna örnek olarak şu anekdotu anlatıyor: "İhtilal öncesi bir gün Orhan Erkanlı'yı ziyarete gittim. Odasında iki sivil vardı. Erkanlı, benim yabancı olmadığımı, sivil iki kişinin konuşmalarına devam etmelerini istedi. Sivillerden biri şöyle dedi: "Binbaşım, Saraçhane'de iki grubu birbiriyle çatıştırdık, kavga bütün şiddetiyle devam ediyor. Başka bir emriniz var mı?" Erkanlı, teşekkür ederek devam etmelerini söyledi. O iki sivil ayrıldıktan sonra kim olduklarını sordum. Erkanlı, CHP'li iki vekil olduklarını söyledi."

TÜRKEŞ'İN SIRLARINI YAZIYOR

Ahmet Er gerek asker olduğu dönemde gerekse siyasi hayatında hep Türkeş'in yanında durdu. Türkeş'in bütün sırlarını bilen nadir isimlerden biri. Şimdi o sırları yazıyor ve yakında kitaplaştıracak bunları. O yüzden bu konuda bize bilgi vermekten kaçınıyor. Türkeş'in Türkçülük fikriyatına İslam'ı eklemesinde payının olduğunu söylüyor. Eski liderinin çok hırslı olduğunu belirterek onun için şu tanımlamayı yapıyor: "Bazı şahsiyetler zamanında büyüktür, sonradan küçülür. Bazıları da zamanında küçüktür, sonradan büyür. Türkeş birincisi." Ona göre Türkeş, Amerikan yanlısıydı. İhtilalden önce Türkeş'i ölümden kurtardıklarını söylüyor: "Türkeş'i ya vuracaklardı ya da tasfiye edeceklerdi. Türkeş'in vurulmasını biz engelledik. Türkeş'in orduda tek bir samimi dostu yoktu. Onu orduda da siyasette de sivrilten biziz."

Ahmet Er, Türkiye'de darbe geleneğini başlatan isimlerden biri. Müdahaleler sadece iktidarları değiştirmedi. Aynı zamanda Türkiye'yi her açıdan geriye götürdü. Arkasında toplumsal acı ve ızdırapları bırakarak. Ahmet Er, kışladan dışarı çıktı; ancak şimdi çıkmak isteyenlere şu mesajı veriyor: "Biz onu denedik. Yaraları daha da büyüttük. Siz kışlanızda durun."

AHMET ER KİMDİR?

Ahmet Er, ömrünün yarım asrını Türkeş'in yanında geçirmiş bir isim. 1927'de Akhisar'ın Sünnetçiler köyünde doğar. İlkokulu köyde, ortaokulu ise Akhisar'da bitirir. Er ailesi Horasan'dan gelme. Soy kütükleri Şeyh Ahmet Yesevi'ye ve Imam-ı Rıza'ya dayanıyor. Baba, köyde 16 yıl boyunca muhtarlık yapar. 6 kardeş arasında Ahmet Er, askerî okula gitmek ister. Ancak baba izin vermez, tarlada kendilerine yardım etmesi gerektiğini söyler. Devreye anne girer ve Ahmet'in eğitimine devam etmesi için baba ikna edilir. Ahmet Er'in örgüt ve disiplin konusundaki hassasiyeti daha 1940'lı yıllarda ortaokul öğrencisi iken başlar. Köyde, gençleri kötü alışkanlıklardan uzak tutmak, milli ve manevi değerlerin öğretilmesi için 'Gençler Birliği' isminde bir dernek kurar. Gençlerin, sigara ve alkol içmesini, düğünlerde kadınların kendi aralarında yaptıkları eğlenceleri izlemesini yasaklar. Her cumartesi törenle bayrak çekilmesi, pazar günleri ise indirilmesi için yapılan törene herkesin gelmesini şart koşar. Henüz 13 yaşında olmasına rağmen tiyatro eseri yazar. Gaziler ve Şehitler isimli eseri köyde sahneler.

Ortaokuldan sonra bir yıl ara verir. Yakın illerde lise olmadığı için Edirne'deki liseye kaydolur. Oradan Bursa Işıklar Askerî Lisesi'ne kaydını alır. Burada Numan Esin ile tanışır. Er, Esin ile yıllarca süren arkadaşlığının lisedeki sürecini şöyle anlatıyor: "Numan'la aynı görüşleri paylaşıyorduk. O da köylüydü. Siyasi meseleleri kendi aramızda tartışıyorduk. Türkiye'nin kültür istilasına uğradığını düşünüyorduk. Köylünün istismar edildiğini söylüyorduk. Aynı görüşü paylaşan arkadaşları aradık, bulduk. Milliyetçi bir dergi çıkarmak için aldığımız aylığın bir kısmını bir fonda topladık." Esin ile başlayan arkadaşlığı Kara Harp Okulu'nda da devam etti. Burada sayıları artmıştı. Milliyetçi subay adaylarının sayısı 50'yi bulmuştu. O dönemde Nihal Atsız ve İsmet Tümtürk'ün çıkardığı dergileri okurlardı. Hatta dergi maddi sıkıntılara girince ilk yardıma koşan Kara Harp Okulu'ndaki öğrenciler olmuştu. Numan Esin ve Ahmet Er, milliyetçi öğrencilerden topladıkları parayı Nihal Atsız'a göndermiş ve derginin yayın hayatına devam etmesini sağlamıştı.

MENDERES'İ TESKİN ETMESİ İÇİN HAKARETLE ADAM GÖNDERDİK

27 Mayıs ihtilalinden sonra komite içindeki Türkeş grubu, Yassıada'da bulunan Menderes'le irtibata geçmek istiyordu. Kendilerinin idama karşı olduğu mesajını vermek ve bu konuda Menderes'i teskin etmek için bir şahsın Yassıada'ya gönderilmesi kararlaştırıldı. Ancak bu nasıl olacaktı? Uzun bir müzakereden sonra ilginç bir senaryo bulunur: "MBK üyelerine hakaret etme davası Yassıada'da görülür diye bir karar aldık. Vecihi Öğütçüoğlu'nu seçtik Yassıada'ya gitmesi için. Bize hakaret et dedik. Bir de muhbir tuttuk. Vecihi bize hakaret ederken muhbir bunu ihbar etti. Vecihi tutuklandı ve Yassıada'ya gönderildi. Tabii biz o süreçte tasfiye edildik. Menderes bunu duyunca "Asıl ihtilal şimdi oldu" demiş Vecihi'ye.

BAYKAL, ER İLE GÖRÜŞTÜKTEN SONRA CHP'NİN SLOGANINI DEĞİŞTİRDİ

Ahmet Er, 12 Eylül 1980 darbesinden sonra Deniz Baykal ve arkadaşları ile aynı cezaevinde kaldı. Bir gün Baykal kendisini çağırdı ve CHP'lilerin 27 Mayıs ile ilgili sorularına cevap verdi. Sonrasını Er şöyle anlatıyor: "Bütün sorularına yanıt verdikten sonra Türklerin Anadolu'ya nasıl geldiğini anlattım. Siyasetçilerin halkı tanımadığını söyledim. Baykal, ayağa kalktı ve bana iştirak ettiğini söyledi. Baykal bu görüşmeden sonra partisine 'Önce İnsan' sözünü ve Şeyh Edebali'nin sözlerini slogan olarak seçti."

Cuntanın bombaladığı 'darbeder' köy

Umurbeyliler, 27 Mayıs darbesinden çok çekti. Baskılar, tacizler, hakaretler, uçaklardan atılan bombalar… Cuntanın toplu sürgün planından ise son anda kurtuldu. Aksiyon, Umurbey'de dönemin tanıklarıyla görüştü.

27 Mayıs darbesinin üzerinden tam 48 yıl geçti. Bir başbakan ve iki bakanın idamıyla sonuçlanan darbeyle ilgili çok şey yazıldı, söylendi. Üzerinden yarım asır geçse de toplum hafızasında hâlâ canlılığını koruyor. Darbenin etkileri sadece hedefteki siyasilerle sınırlı kalmadı. Aileleri, yakınları psikolojik tacizlere, baskılara, tecride maruz kaldı yıllarca. Hatta ihtilalciler işi o kadar ileriye vardırdılar ki idama mahkum edilenlerle manevi bağı olduğuna inandıkları illeri, ilçeleri, beldeleri hatta köyleri bile bir nevi topluca cezalandırdılar. Tacizlere maruz kalanlar büyük dramlar yaşadı, yaşıyor.

Bütün bunların yaşandığı yerlerden biri de Bursa'nın Gemlik ilçesine bağlı Umurbey beldesi. Celal Bayar'ın doğduğu köy olan Umurbey, darbe dönemi ve sonrasındaki yıllarda büyük sıkıntılar yaşadı. Umurbeyliler, üzerinden yarım asır geçen darbenin izlerini hâlâ silmiş değil. 27 Mayıs ve dönemin mağdurlarını çağrıştıran her olay onları yaşadıkları yıllara götürüyor.

27 Mayıs'a giden süreci çok iyi takip ediyordu Umurbeyliler. Ne de olsa Demirkırat (Demokrat Parti) Umurbey'de kurulmuş, Türk demokrasisinin temeli bu köyde atılmıştı. Bu yüzden hemşehrileri Celal Bayar ile Başbakan Adnan Menderes'e büyük sevgi ve saygı duyuyorlar, onlara sahip çıkmayı 'vefa borcu' görüyorlardı.

O dönemde henüz televizyon olmadığı için herkes gibi onlar da Alparslan Türkeş'in darbeyi duyuran konuşmasını radyodan öğrenir. Sabahın erken saatlerinde herkes şok içindedir. Ama asıl şoku birazdan yiyecektir Umurbeyliler. Çünkü köylerine askerler akmaya başlar cemselerle. Köyün bütün giriş çıkışları kontrol altına alınır. 83 yaşındaki Rıfat Somer'in ifadesiyle "Bir bakıma kuşatılır" belde. Milli Birlik Komitesi üyesi bir üsteğmen, kendisinden kıdemce daha rütbeli olan beraberindeki yüzbaşıya emir verir köylüyü meydanda toplamak üzere. Köyün erkekleri meydanda toplanır. Bu sırada köylüye gözdağı vermek için erlere emir verilir. Mermiler silahların ağzına sürülür.

YUNAN İŞGALİNİ HATIRLATAN MANZARALAR AĞLATTI

Herkes büyük korku içindedir. Bazı yaşlılar ağlamaya başlar. Üsteğmen, "Ne oldu babalıklar, zülfiyare mi dokunduk?" şeklinde alaycı bir tavırla ağlama sebeplerini sorar. Yaşlılar cevap vermeye cesaret edemeyince o dönemde köyün okumuşlarından Osman Gürsoy, söz alarak şunları söyler: "Kurtuluş Savaşı'nda Yunan askerleri köylüyü tam da burada topladı. Hatta şu caminin bahçesinde bulunan çınar ağacına bazı gençlerimizi astılar. Onlar da sizin gibi mermileri tüfeğe sürüp bize doğrultuyorlardı. O manzaralar aklımıza geldi. O yüzden ağlıyoruz." MBK'li üsteğmen bunun üzerine kısa süreli bir şaşkınlık geçirir. Ortalık buz kesmiştir âdeta. İlkokul mezunu köylü ders dolu konuşmasına devam eder: "Siz kimsiniz, biz kimiz? Sizler bizim evlatlarımızsınız. Benim 5 erkek çocuğum var. Bunlardan bazıları askerliğini yaptı, diğerlerini de askerliğe hazırlıyoruz. Hepimiz askeriz oğlum."

UÇAKLAR KÖYÜ BOMBALADI, KADINLAR DÜŞÜK YAPTI

Osman Gürsoy'un sözleri biraz pahalıya mal olur. Çünkü üsteğmeni rahatsız eden bu cevap nedeniyle Gürsoy ve köyün ileri gelenleri tutuklanarak cezaevine gönderilir.

Köylüler gördüğü baskı ve şiddet karşısında darbeyi falan unutur, kendi derdine düşer. Çünkü darbe sabahıyla birlikte köyde yeni bir dönem başlamıştır. Asker her yerde devriye gezer, bazı evlerin kapısında nöbet tutar, kapılar pencereler dinlenmeye başlanır. Köylü âdeta psikolojik işkenceye maruz bırakılır. Köyün gençleri zaman zaman sıra dayağından geçirilir.

Köyde bütün bunların yaşanması yetmiyormuş gibi havadan da tacizler yapılır. Darbeden iki gün sonra uçaklar sürekli uçuş yapar köy semalarında. Uçuşlar bazen o kadar yakındır ki evlerin camları kırılır, korkan yaşlılar sandalyelerin altına girer. Köpekler dâhil aşırı gürültüden korkan hayvanlar başka köylere kaçar. Korku içinde kalan çocuklar uyuyamaz olur. 80 yaşındaki Nezihe Somer, yaşadıklarını şu sözlerle anlatıyor: "Biz evin içinden çıkamazdık askerlerin korkusundan. Çocuklar korkudan bir şey isteyemez oldu. Uçaklar hayatımızı altüst etti. Sesleri kulaklarımda çınlıyor hâlâ." Nezihe teyze, yaşadıklarını aktarırken o günlere gidiyor, bazen heyecanlanıyor, bazen de sessizliğe gömülüyor. Gözleri yaşarıyor, pencereden dışarı bakıyor. Sanki sürekli tetikte beklediği o günlerdeki tedirginliği ve hayal kırıklığını bir kez daha yaşıyor: "Allah bir daha o günleri yaşatmasın."

Uçak tacizleri sadece uçuşlarla sınırlı kalmaz. Zaman zaman egzoz patlamasına benzer yüksek desibelli sesler çıkartılır kasıtlı olarak. Amaç gözdağı verip köylüyü sindirmektir. Tacizler günlerce sürer. Köylü tepki göstermez. 81 yaşındaki Hasan Beşli "Ne derlerse yapardık; ama yine hırslarını alamazlardı." diyor. Hızını alamayan darbeciler, bu sefer köye bomba atılmasına karar verir. Bunun üzerine Eskişehir Ana Jet Üssü'nden havalanan uçaklar, köyün 200-300 metre uzağındaki tepeleri bombalar. Gerisini Nezihe teyzeden dinleyelim: "O zaman 6 aylık bir çocuğum vardı. Önümde mamasını yediriyordum. Birden şiddetli bir patlama sesi duydum. Can havliyle yere kapaklandım. Nasıl olduysa oğlumu da alıp kendimi ona siper etmişim. Günlerce uyku uyuyamadık çoluk çocuk olarak. Ne istiyorlardı bizden, ne günahımız vardı bilemiyorum."

Köyde yaklaşık bir hafta boyunca süren uçak tacizlerinden dolayı bazı vatandaşlar kalp krizi geçirir, hastaneye kaldırılır. Yine köylülerin anlatımına göre, atılan bombalardan korkan bazı hamile kadınlar erken doğum yapar, bazıları ise düşük. Nezihe teyze, "Kime ne diyebilirdik ki! Azıcıkın sesini çıkaran erkekleri zaten hemen ya köyden sürüyorlardı, ya da mapushaneye gönderiyorlardı. Uçaktan atılan bombalar nedeniyle bazı kadınlar düşük yaptı. Ama bunların kimler olduğunu söylemedik." diyor. Bu arada saat 22.00'den sonra kimse evinden çıkamaz, bunu göze alanlar hapsi de göze almış demektir. Köyde 3-5 kişi bir araya gelse dayaktan geçirilir. Köylünün altınlarını ve yüzüklerini almak da komitacıların uyguladığı sindirme taktiklerindendir.

MENDERES DÖNEMİNDE İNSANLIĞIMIZI ANLADIK

Darbe sonrası kurulan Yassıada Mahkemeleri, 77 yaşındaki Celal Bayar ve 11 sanığı ömür boyu hapse mahkûm eder. Adnan Menderes, Hasan Polatkan ve Fatin Rüştü Zorlu Eylül ayında idam edilir. Bütün Türkiye'yi yasa boğar idamlar. Ancak, infaz haberleri Umurbey'de çok daha farklı yankılanır, farklı hissedilir. O dönemde bin 200 nüfuslu olan köy sessizliğe gömülür. Kimsenin ağzını bıçak açmaz. 1964-67 yılları arasında Umurbey Belde Belediye Başkanlığı yapan 83 yaşındaki Rıfat Somer, o günleri anlatırken kelimeler boğazında düğümleniyor. Ardından anlatmaktan vazgeçer gibi oluyor. Ama bizi kırmamak için kendini toparladıktan sonra başlıyor konuşmaya: "O günde âdeta her evde yas vardı. Sanki herkesin evinden cenaze çıkmıştı. Çoluk çocuk günlerce ağladık. Yıllarca beklediğimizi bulmuştuk. Bunu kaybedince bir türlü kabullenemiyorduk. Çok büyük adamlardı, ama yaşatmadılar. Celal Bayar'ı da belki Atatürk'ün arkadaşı olduğu için asmadılar."

Rıfat dede, ilerlemiş yaşına rağmen yaşadıklarını hâlâ belleğinde tüm ayrıntılarıyla hatırlıyor. Örneğin askerî yönetimle Demokrat Parti farkını şöyle anlatıyor: "Ekmek bulamazdık. Buğdayımız var. Un yapamıyoruz. Un yapınca eve getiremiyorduk. Jandarmaya yakalanıyorduk. Şehirlerarası yollar yoktu. DP döneminde yollar yapıldı. Köylere traktör girmeye başladı. Kısacası insan olduğumuzun farkına ancak bu dönemde vardık."

Rıfat Somer, Umurbeylilere uygulanan baskıların Adalet Partisi'nin iktidara geldiği 1965 yılına kadar sürdüğünü söylüyor. Yani tam 5 yıl boyunca darbecilerin görülmemiş sindirme taktiklerine, küfür ve hakaretlerine dayanmak zorunda kalmışlar. Tabii onları savunanlar da olmuş. Örneğin asker bir paşanın oğlu olan dönemin CHP Gemlik İlçe Teşkilatı Başkanı Daniş Ekim devreye girmiş. Bu köyden kimseye zarar gelmeyeceğini belirterek onlara kefil olmuş. Bunun üzerine baskılar bir nebze olsun azalmış, ama hiçbir zaman kesilmemiş.

DERSİM GİBİ DAĞITACAKLARDI

Yıllar sonra komitacıların bu tutumlarının altında başka niyetlerin olduğu ortaya çıkmış. Köylülerin ifadelerine göre, kendilerini tahrik edip başka yerlere sürmek istemişler. Yani köylüleri tahrik edip, askere karşı gelmelerini sağlamak, ardından da güvenlik gerekçesiyle beldeyi dağıtmak istemişler. Hatta bunun için her türlü tedbir bile alınmış. Umurbeylilerin Doğu'nun en ücra köşelerindeki köylere taksimi bile yapılmış. Köy kahvehanesinin bahçesinde yan masada bizi dinleyen beldenin yaşlılarından Ali Gedik heyecanlanarak masaya kadar geliyor: "Bizi İnönü dönemindeki Dersim (Tunceli) gibi dağıtacaklarmış aslında. Ama biz dikkatli davrandık. Ellerine koz vermedik." Gedik, MBK'nın tutumundan dolayı askere bakışlarının olumsuz etkilendiğini de söylüyor.

YAŞ ORTALAMASI BİLE DÜŞTÜ

Umurbey, iklimi ve sahip olduğu coğrafi yapısıyla yaşamak için son derece uygun bir belde. Denize çok yakın olmasına rağmen yükseklikten dolayı nem oranı son derece düşük. Zeytin ağaçları başta olmak üzere bağ ve bahçelikler içindeki Umurbey, Türkiye'de oksijen oranı en yüksek bölgelerden biri. Bu yüzden köyde yaş ortalaması Türkiye ortalamasının çok üzerinde. Sakinlerinin anlatımına göre halen yaş ortalaması 90 civarında. Aslında bu ortalama, geçmiş yıllarda çok daha yüksekmiş: 100'ün üzerinde! Köylülere bu düşüşün sebebini soruyoruz, şakayla karışık şu cevabı veriyorlar: "60 İhtilali bizde hâl mi bıraktı? Ömrümüzü yedi. Yıllarca gece gündüz canımız burnumuzda yaşadık. O günlerde yaşadıklarımız gözümüzün önünden gitmiyor."

Bugün 4 bin civarında nüfusu olan Umurbey, Padişah Abdülaziz'in de dikkatini çeken bir beldeymiş. Rivayetlere göre, deniz yoluyla İstanbul'dan gelip Gemlik Körfezi üzerinden Bursa'ya giderken dikkatini çeker ve "Çok yüksek ve güzel bir yerde" diyerek hayranlığını dile getirir padişah. Bu arada o yıllarda Bursa'da yaptırılan iki rüştiye mektebinden biri Umurbey'e yaptırılır. Bayar'ın babası olan Bulgaristanlı Abdullah Fehmi Efendi de bu okulun ilk öğretmeni olur. Demokrat Parti'nin kuruluş hikâyesi de aslında Abdullah Fehmi Efendi ve oğlu Celal Bayar sayesinde Umurbey ile çakışır.

20 YIL CELAL BAYAR'A BAKTI

Celal Bayar, 1964'te Kayseri Cezaevi'nden çıktıktan sonra Umurbey'e yerleşti ve 1986 yılında ölümüne kadar burada ikamet etti. Nezihe Somer, "Ben ona 20 yıl baktım. Bizim için bir vazifeydi. Çok nazik bir insandı. Kimseden bir beklentisi yoktu. Çoğunlukla bizim evde yatardı. Bazen kendi evinde kalırdı. Ben yemeğini, kahvaltısını yapar götürürdüm. 'Nezihe hanım çok iştahlı yemekler yapıyorsun, beni şişmanlatacaksın diyordu. Ölünce çok üzüldük. Hane halkından birini kaybettik sanki.

Umurbey'de dolaşırken her yerde DP'nin izlerini görmek mümkün. Celal Bayar'ın evi, Menderes, Polatkan ve Zorlu isimleri cadde ve sokaklara verilmiş. Bayar'ın mezarı burada kendisi için yapılan Anıtmezar'da bulunuyor. Beldedeki Celal Bayar Müzesi, müze olmaktan çok DP'li yılların arşivi mahiyetinde.

GÜVENTÜRK: BAYAR'I BİZE YANLIŞ TANITMIŞLAR

Emekli Korgeneral Faruk Güventürk'ün darbeden sonra 1972'de, Umurbey'de bulunan Celal Bayar Müzesi'ne yaptığı ziyarette, ziyaretçi defterine yazdıkları, darbe pişmanlığının izlerini haykırıyor gibi. Yıllarca dindar insanlara karşı takındığı sert tutumuyla bilinen ve Menderes, Zorlu ile Polatkan'ı normal süresinden önce idam ettiren Güventürk, deftere şunları yazmış: "Bu güzel köyde 'Bayar' müzesini, kütüphanesini gezdim. Hayran kaldım. Her devlet reisine örnek bir hareket. Milyonlara varan maddi değerli hediyeleri müzeye bağışlamak cidden takdire şayan. Celal Bayar'ı çok yanlış tanıtmışlar bize. Sayın Bayar'ı, bütün gönlümle takdir ettim. Bir kere daha anladım ki Atatürk, insan seçmekte yanılmazmış. Hayranlık, sevgi ve saygı hislerimle dolu olarak ayrılıyorum."

Kaynak: Aksiyon dergisi

Yorum Analiz Haberleri

Aksa Tufanı ile Siyonist İsrail ne kaybetti?
Bursaspor tribünlerinden Leyla Zana’ya küfredilmesi, “Bir kısım taraftarın kepazeliği” diye geçiştirilebilir mi?
Bu moralle ibadetlerde huzur bulabilmek!
Din ve Dindarla edilen kavga kime ne kazandırır?
Göz önünde saklanan Siyonist milyarderler çevresi: Mega Group