Çözüm Sürecinin Başarısı Vesayetçi Düzenin Sonudur

ÖMER KILIÇ

Baskı gruplarının siyaset üzerindeki etkileri demokrasilerin en büyük zaaflarından kabul edilir ve hâkimiyetin sadece halka ait olduğu iddiasının gerçeği yansıtmadığı söylenir. Bu durum bir gerçeği ifade etse de siyasi partilerin her zaman halka şirin görünme ihtiyaçları olduğu da bir başka gerçektir. Bu sebeple siyasetçiler bazen inanmadıkları sözleri söyler; halk yığınlarından tepki göreceklerini, oy kaybına uğrayacaklarını düşündüklerinde bazı projelerini erteler, hatta söz konusu dahi etmezler.

Bundan dolayı AK Parti'nin Kürt meselesinde aldığı risk, bir siyasi partinin alabileceği en büyük risktir. Zira on yıllardır süren bir beyin yıkama işlemine tabi tutulmuş kitleler için "çözüm" diye adlandırılan süreçte yaşananları kabullenmek elbette ki zor. Adını bile söylemekten inatla kaçındığınız bir toplumun “önder” diye size dayattığı bir kişi ile nerdeyse eşit şartlarda oturup, bugüne kadar yok saydığınız konuları müzakere etmek, bunu halka kabullendirmek kolay değil.

Ama otuz yıl süren ve böyle devam ederse daha nice otuz yıllar devam edeceği kesin olan bir savaşı sürdürmek çok daha zor olduğu ve bu gerçeği herkes değilse bile toplumun büyük bir kesimi anladığı için ne sızan belgeler kimsenin umurunda, ne de görüşmelerin içeriği. Çok şükür ki “bölünüyoruz, parçalanıyoruz” edebiyatı kimseyi galeyana getirmiyor artık. Ciğerparelerini toprağa gömmüş olan anneler bile “yeter ki barış olsun, biz unutmaya hazırız” diyorlar. İmralı görüşmelerinin tutanaklarını yayımladıklarında kıyametler kopacağını umanlar bu kez avuçlarını yaladı.

Bu konuda Başbakan Erdoğan’ın hem Kürtler, hem toplumun diğer kesimleri üzerindeki etkisi belirleyicidir.  Eğer böylesine güçlü bir liderlik olmasaydı, siyaseten intihar anlamına gelen Öcalan'la görüşme yapılmasını kimse aklından bile geçiremezdi. Önce Leyla Zana'nın sonra başka BDP'lilerin "Başbakan bu işi çözer" sözleri, başbakanın Kürtler üzerindeki etkisini kabullenmenin yanında sürece çok önemli destek sağlayan dürüst ifadelerdir.

Siyasi iktidarda kim olursa olsun asker, yargı, sermaye, medya ve üniversite gibi baskı grupları sayesinde devlet iktidarını hep ellerinde tutan elitist zümre başta olmak üzere ideolojik, psikolojik, sınıfsal, kültürel herhangi bir nedenle hükümete karşı olan tüm kesimler şimdilerde iki şeye daha fazla ümit bağlamış görünüyorlar: Birisi, İmralı görüşmelerinin akamete uğrayıp masanın devrilmesi, diğeri ise Suriye'de Beşşar Esed'in koltuğunu koruması.

Bunun için dehşetli bir dayanışma var aralarında. Bir bakıyorsunuz Silivri önünde destansı bir direniş gösteriyorlar, ertesi gün Hatay'da savaş karşıtı maskesiyle Esed'e destek miting düzenliyorlar. Aynı kişiler bir taraftan “bağımsız Kürdistan bu kadar yakınken ne barışı, devlet sizi yine kandırıyor” söylemleriyle Kürt halkını savaşa kışkırtıyorlar. Diğer taraftan da bölünüyoruz, parçalanıyoruz, yok oluyoruz, vatan, bayrak, şehitler, Patriot, BOP, GOP akıllarına ne geliyorsa söylüyor, süreci bir daha açılmamak üzere tıkamak için ne mümkünse yapıyorlar.

Oysa her şey son on yılda ellerinden kayıp giden vesayet düzenini koruyabilmek içindir. Bunun için ne akıl almaz yollara başvurduklarını Ergenekon davalarında ortaya dökülen belgelerden öğrendik. Vatanseverlik şampiyonluğunu kimseye bırakmayan, kendileri olmasa düzenbaz siyasetçinin memleketi satacağı iddiaları ile yıllardır darbeci düzenlerine meşruluk kazandıran nice üniformalının Öcalan'la nasıl da kanka oldukları, İmralı ile yakın temas içinde oldukları bir bir ortaya çıktı. 28 Şubat döneminde olduğu gibi ülkeyi yönetilemez hale getirip AK Parti hükümetini çekilmek zorunda bırakmak için bir yandan cumhuriyet mitingleri ile halkı sokaklara dökerken, diğer taraftan savaşı sürdürmesi için kendisine nasıl da ricacı olduklarının belgeleri bu esnada ortalığa saçıldı.

Onun için çözüme karşı olan tüm kesimler her duruşma günü Silivri'yi birbirine katıyorlar ki, bu konuda ne yapsalar haklılar. Çünkü bu dava olmasaydı Kürt sorununda bugün gelinen nokta hayal bile edilemezdi. Kimse ne müzakereyi ne de barışı ağzına bile alamaz, söylemeye kalkan vatan haini ilan edilirdi.

Ancak hala da işin peşini bırakmış filan değiller. Ortalığa müthiş bir bilgi kirliliği yayıyorlar. "Terörle savaşan kahramanlar tutsak iken teröristlere özgürlük konuşuluyor" sözü bunun en şeytani olanıdır. Sıradan vatandaşın kafasını rahatlıkla allak bullak edecek kadar ajitatif sözler bunlar. Bu kahramanların vesayetçi düzenlerini sürdürebilmek uğruna savaşı nasıl da araç olarak kullandıkları, hükümeti yıpratmak için kurdurdukları onlarca siteyle en acımasız propagandalar yaptıkları ortaya çıkmadı mı?

TSK’nın darbe yapmasından ümitlerini kesenler, şimdi de Suriye Baas ordusuna bel bağladılar. Geçtiğimiz günlerde CHP'li heyetin Suriye'ye yaptıkları ziyaretin sebebini, tarafların arasını bulmak olarak izah etseler de bunun, "dayan koçum, arkandayız" anlamına geldiği çok açık. Bu yüzden Esed de "ben kalırsam Tayyip gider" diyerek kendi rolünün sadece Suriye ile sınırlı olmadığını söylemiş oldu ki, kesinlikle doğrudur. Bunca katliama, işkenceye, tecavüze, eşi benzeri görülmemiş yıkıma rağmen dünyanın ayak sürümesi Esed'in rolünün önemindendir.