Çöp Mevzusu

AHMET MARUF DEMİR

Yılmaz Erdoğan'ın meşhur Otogargara Tiyatro gösterimi, tiyatro ve genel anlamıyla sanat ile ilgilenen herkesin malumudur. Söz konusu tiyatro gösteriminin içeriğinde yer yer her ne kadar tartışılabilecek bölümler olsa da bir bölüm var ki, o da şudur:

Genç delikanlı (Olgun Şimşek) meşhur olmak için İstanbul'a gelmiştir. Otobüsten iner inmez, otobüs terminalinde karşılaştığı seyyar kaset satıcısıyla (Serhat Özcan) karşılaşır. Ve daha merhabalaşmdan kaset satıcısıyla konuşması bir soru cümlesi ile başlar:

- "Ağbi, Unkapanı nerde?"

Kasetçi abi, birazda muhatabın meramını anlamış bir hal diliyle soruya soru ile karşılık verir:

- "Hayırdır?! Unkapanını niye sordun?

Meşhur olmak için İstanbul'a kapağı atan genç delikanlımız pişkin ve kendinden de emin bir edayla,

- "Şarkıcı olacağım!" diye karşılık verir.

Kasetçi ağabey de aynı duygular ile yıllar öncesinde İstanbul'a gelmiştir. Bu yüzden;

- "Ben de şarkıcı olmak için İstanbul'a gelmiştim. Ama bak şimdi kaset satıyorum. Öyle kolay mı sandın sen bu işi..." der.

Meşhur olmak için İstanbul'a gelmiş genç delikanlı aynı pişkin ve kendinden emin tavırlara devam ederek;

- "Ben öyle senin gibi illaki şarkıcı olmakta ısrar etmiyorum ki. Meşhur olayım yeter. Şarkıcı olmazsam Talk Showcu olurum. O da olmazsa manken olurum. O da olmazsa..." diye devam ederek meşhur olmakta ne kadar kararlı olduğunu gösterir.

Mezkur bu hikayede geçen tüm replikler yaşamın ikamesine yöneliktir aslında. Yanlışlığı veya doğruluğu elbette ayrı bir konudur. Fakat kırsaldan şehre, özellikle de İstanbul'a gelen genç delikanlının meşhur olma isteği, hayata/yaşama dair sürekli pozitif yaklaşımı ve umut dolu olması bu mevzuya konu olmasıdır. Ve bu mevzunun da bizimle alakalı yönü ise bizim hikayemiz ile tam tersi bir istikamette seyir etmesidir.

Hikayemiz, birkaç gün önce başlıyor. Diyarbekir Büyükşehir Belediye Başkanlarının gözaltına alınmasıyla başlayan bir süreci kendisinde barındırıyor Gözaltı kararına bir tepki olarak Belediye ve çalışanları iş bırakma eylemi başlatıyor. Buna mukabil halk otobüsleri ve özellikle de çöpler toplanmıyor... Diyarbekir'i, üç gündür ve hatta bu yazının yazıldığı şuan da dahi pislik götürüyor... Çöp konteynırları (Üzerlerinde "Amed'i Seviyorum, Kirletmiyorum... Yazmasına rağmen!) dahi çöp dağlarından gözükmüyor... Haliyle kötü kokudan halk caddelerde ve sokaklarda dolaşamıyor... Yani, bir şekilde bu halkın ensesinde ölüm kol geziyor. İllaki ölecekler!

Geçmişte DEVLET, şimdi ise DEVLET olmazsa ABD, ABD olmazsa RUSYA, RUSYA olmazsa DAEŞ, DAEŞ olmazsa PKK, PKK olmazsa FETÖ, FETÖ olmazsa HAŞDİ ŞABİ, HAŞDİ ŞABİ olmazsa ÇÖPLER dolayısıyla Veba, Kolera gibi hastalıklar. Bunlar da olmazsa artık başka bir şey... Atom bombası en kestirmesi galiba. Gerçi ona benzer bir şey geçenlerde oldu ama tutmadı galiba. DAEŞ'in patlattığı sülfür asit tesisinden kaynaklı oluşabilecek asit yağmurları!

Mevcut hukuk sisteminin almış olduğu bir kararın, tabiri caizse acısı, yine mevcut belediye ve dolayısıyla belediye çalışanlarını seçen bir halktan çıkarılıyor. %70 kusur oy oranı ile kendilerine hizmet etmeleri için yine kendilerini oralara getirmiş bir halk hangi mantıkla bu şekilde cezalandırılır? Doğrusu ben anlamış değilim. Anlayan varsa beri gelsin.

Şöylesine bir bilgi de yok değil. "Efendim, bu gözaltı kararlarına tepki göstermeyen, yapılan sokağa çıkın çağrılarına kulak asmayan, PKK/HDP'nin bütün isyan çağrılarına vurdumduymaz bir tavır takındıkları için belediye ve belediye çalışanları -aldıkları talimat doğrultusunda- aslında böyle davranıyorlar..."

Bir bilgi bu da. Kanaatimce de teyide muhtaç. Eğer bu bilgi doğru ise söylenecek bir şey kalmamış demektir. Sonuçta basiret denilen bir şey var. Olayları sağlıklı okumak ve gelişmeleri iyi değerlendirme, anlayış, kavrayış... İşte bu kavram elden gitmişse yapacak hiçbir şey kalmamıştır. Ne söylense artık boşlukta yankılanmış olacaktır.

Denilebilinir ki;

Zaten halkın bu suskunluğu, tüm bu çağrıları karşılıksız bırakması mezkur niyetten dolayıdır. Halkın kendisine değer verilmediğini anladığından kaynaklıdır. Her şeyi göze alarak yıllar yılı ödediği bedeli; kendisini yıllarca yok sayan, "en iyi Kürt ölü Kürt'tür.." diyenlerin çıkarları uğruna heba edildiğini gördüğündendir. Basiretin bağlanması da bütün yaşananların ve yaşanacak olanların da adıdır.

Allah'tan, haktan, halktan, halkın değerlerinden uzaklaşanın burnu pislikten çıkmaz olduğuna şahit olduk ve dahi bir kez daha şahit oluyoruz. Ne acı ve bir o kadar da ibretlik bir son!

Ey HDP, EY PKK! Diye çok seslendik. Çok yazdık. Çok konuştuk. Gördük ve bildik ki, "Özeleştiri"den en çok bahsedenler bırakın özeleştiriyi, eleştiriden dahi anlamıyor.  Şimdi de girdikleri bu çamurlu çukurdan çıkmak için çırpındıkça da yapılan hâlâ basiretsiz siyaset ve pratikler ile daha da battıklarının farkında olmuyorlar.

Rüzgar eken, fırtına biçiyor!

Yine de umarız ki, kendisinden başka kimseye zararı dokunmayan bu sorun en kısa sürede çözülür. Çözülmemesi halinde de bir temennim niyeti taşıyan bir çağrıyı buraya bırakıyorum. Tabi ki çağrımızı da belirttiğimiz nedenlerden dolayı sorunun muhataplarından gayrı tutarak:

Çöplerin toplanması başta olmak üzere; diğer tüm kamu hizmetleri imkanlar dahilinde şehirdeki STK'ların veya bölgede siyaset yapan/yapmak isteyen partilerin gönüllü olarak almasıdır. Araç, gereç, eleman sevk etmesidir.

Gayet iyi olur kanaatine sahibim. Siyaseten getirisi de olabilir. Hiçbir şey olmazsa dahi büyük hayır olur!