Çocuklara Kıymayın Efendiler…

ZEHRA TÜRKMEN

Kimi zaman acımasız bir savaşın, kimi zaman zorunlu bir göçün, kimi zaman yokluğun, yoksulluğun ve kimi zamanda etnik bir kimliğin kurbanı olan çocuklar… Oysa “çocuğun en temel hakkı, çocuk olma hakkıdır” der Vittachi… Ama ne yazık ki çocuk olma hakkı elinden alınan ve ömrü çalınan çocukların hikâyelerinin yeryüzüne saçıldığı bir dünyada yaşıyoruz.

Yıllardır Ortadoğu’da diktatörler hâkimiyetlerini korumak için masum çocukların kanları üzerine hayat kurmaya çalışırken Kürt halkının çocukları ise bölgesel faktörlerin kurbanı oluyorlar adeta…

En son yaklaşık iki ay önce PKK tarafından çeşitli tarih aralıklarında kaçırılan yüzden fazla kürt çocuğu gündemimize düştü.  12-21 yaşları arasında olan bu çocuklar PKK tarafından kandırılarak, ailelerinden kopartılıp gerilla olarak yetiştirilmek üzere dağlara kaçırılıyor; kimilerine göre de terörist olarak.  Evladının nerede olduğunu bilmeyen ailelerden kimi 10, kimi 20 gün, kimi de iki aydır çocuğunun yüzüne hasret… Onlardan gelecek umut dolu bir haberin beklentisi içindeler.

İslami camiadaki bazı kuruluşların temsilcisi 15 kadın olarak, İstanbul’dan Diyarbakır Dağkapı Meydanı’nda kurdukları derme çatma bir çadır altında çocukları geri gelene kadar oturma eylemi yapan anneleri ziyarete gittik. Mardin, Erzurum, Kars, İzmir, Ankara, Bingöl, İstanbul, Sakarya, Van gibi Türkiye’nin birçok şehrinden bir araya gelene acılı annelerin her birinin, ağlamaktan gözyaşları kurumuş adeta…

16 yaşında ki Vedat Aydın’ın annesi sara hastası olan çocuğu için endişe duyuyor. “O daha çocuk, onun nasıl bir siyasi düşüncesi olabilir ki? Çocuklarınız kendi istekleriyle dağa geldi diyorlar bize. 16 yaşında reşit olmayan bir çocuk nasıl kendisi dağa gidebilir? Kandırdılar çocuklarımızı” diye feryat ediyor. Vedat kahvaltı yapıp evden ayrılmış, ayrılırken de annesine öğlen yemeği börek pişirmesini istemiş. “Benden börek istedi evladım. Pişirdiğim börek hala dolapta Vedatımı bekliyor. 45 gündür boğazımızdan kuru lokma dahi geçmedi. ‘Çocuğum aç mıdır, sara nöbeti geçirmiş midir?’ gibi sorular beni kahrediyor.” Acılı anne oğlunun gömleğini yanından ayırmıyor, “evladımın canlı bedeni yanımda yok, hiç değilse kokusu benimle olsun” diyor.

Vedat’ın altı yaşındaki kardeşi Havva ise annesinin yanından ayrılmıyor. Abisini fotoğrafını bize gösteren güzel gözlü kız “onu çok özledim, gelmesi için Allah’a dua ediyorum, sende dua etsene” diyor, masum ve çocuk saflığında ki bakışlarıyla…

Hangi anneye dokunsak yüreğimiz biraz daha fazla acıyor. 18 yaşında ki Leyla Güneş’in annesi Ayfer Hanım ise şunları anlatıyor: “Kızım daha 18 yaşında, lise son öğrencisiydi. 23 Nisan’da pikniğe diye götürdüler bir daha geri vermediler. Anlaşma gereği 16 yaşın altında ki çocukları bırakma ihtimalleri var. Ama benim çocuğum 18 yaşında. Onu bırakmayacaklar diye çok korkuyorum. Ha 16, ha 18; hepsi çocuk ve bunlar bizim evlatlarımız. Biz artık bu topraklarda çocuklarımızı bir hiç uğruna toprağa vermek istemiyoruz. Niye bunu anlamıyorlar.”

Bir anne ise çocuğunun hayatının riske gireceği endişesiyle ismini vermiyor. “Oğlum 14 yaşında. 4 Mart günü okula diye evden çıktı bir daha geri gelmedi. 10 gün boyunca aramadığımız yer kalmadı. Sabah evden çıkmadan önce düşünceli ve biraz üzgündü. Oğlum bir sıkıntın mı var diye sordum. Yok anne dedi. Ama bunu derken bile neredeyse ağlayacak gibiydi. Çocukları ikna edip dağa kaçıranlara çocuk başına para verdiklerini duyduk. Bizim acımız üzerinden utanmadan nasıl para kazanıyorlar. Ben çocuğumu istiyorum. O bensiz yapamaz. Oğlumu geri versinler” diyor.

Habib ise 16 yaşında ve iki yıldan beri kayıp. Arkadaşı Ferdi ise iki aydan beri yok. 20 yaşında ki Recep ise çalışmak için geldiği İstanbul’dan kandırılarak götürülüyor. 15 yaşında ki Faruk, 22 yaşında ki Mazlum ve daha niceleri…

Beklide tarihinde ilk defa fıtri bir talebi dile getirerek örgüte itiraz eden bu anneler en doğal hakları olan evlatlarını geri istiyorlar. Birçok sıkıntıyla karşılaştıklarını, hakarete maruz kaldıklarını ifade etseler de bedeli ne olursa olsun attıkları adımdan geri dönmemekte kararlı bu anneler. Biz yanlarındayken bile laf atıp geçenler, dil çıkartanlar oluyor. “Satılmış kadınlar” diye hakarete uğradıklarını, AK Parti’den para alıyorsunuz diyenlerle karşılaştıklarını belirtiyorlar. Çoğu tehdit edilen aileler kendilerine destek için yakın akrabalarının hatta çocukların babalarının dahi meydana gelemediklerini söylüyorlar.

Evet bu acılı kadınların her birinin ortak noktası anne olmaları. Ve herbiri kaçırılan ya da kandırılan çocuklarının biran önce kendilerine geri verilmesini istiyorlar. Bunun içinde Ramazan ayında oruçlu bir şekilde Diyarbakır’ın kavurucu sıcağında bütün provakasyonlara ve görmezden gelinmelere rağmen Dağkapı Meydanı’nda çocukları gelene kadar onların yollarını gözlemeye kararlı görünüyorlar. Ramazanın bereketinden ve Allah’ın merhametinden ümidini kesmeyen bu anneler çadırda iftarı beklerken ellerinden düşürmedikleri Kur’anlarını okuyup, namazlarını kılarak çocuklarına yeniden kavuşmanın ümidiyle Allah’a yakarışta bulunuyorlar. Büyük bir sabır, metanet ve kararlılıkla…

Çadırda yüreği yanan anneleri dinlerken Nazım Hikmet’in “Bulutlar adam öldürmesin” adlı dizeleri geliyor aklıma.

“Analardır adam eden adamı. Aydınlıklardır önümüzde gider. Sizi de bir ana doğurmadı mı? Analara kıymayın efendiler.”

Dizelerde de belirttiği gibi, siyasi çıkarlarınız ve hayalleriniz için sadece çocuklara değil, gözyaşları içinde evlatlarını bekleyen analara da kıymayın efendiler…