“Çağdaş Aile”nin “Ekmek Kavgası”

Şu soruya dürüst, ahlâkî ve vicdanî cevap arayalım: Aileyi ihmal pahasına girdiğimizi söylediğimiz “ekmek kavgası”nın nereye kadarı “ekmek”le ilgilidir?

Herhalde pek azı: Zira yalnızca ekmek değil, üstüne bir de ballı börek parası kazandıktan sonra bile deli gibi çalışan, evini bile işyerine çeviren bir sürü “Müslüman” tanıyorum.
Sonuç hüsran olacaksa, acı olacaksa, yıkım olacaksa bu koşuşturmacanın, bu pay kapma savaşının, hatta pay kapma savaşında birinci gelmenin ne anlamı var?

Pek tabii helâlinden çalışmak ve üretmek de bir nevi ibadettir.
Ama tüm vaktimizi dünyaya ayırmak, dünyalığımıza birkaç gram dünya daha katmak için hem ailemizi, hem ebediyetimizi ihmal etmek, kazandıklarımızdan çok kaybımızı netice verebilir.
Bu “hayat oyunu” bize çok pahalıya patlayabilir.
Unutmayın ki hiç kimse lüks köşkünün salonuna gömülmüyor, hiç kimse lüks otomobili ile mezara konmuyor.
Sonuç birkaç metre bezden kefen, birkaç tahtadan tabuttur...
“Dünya malı”ndan ahrete götürebildiklerimizin tüm dökümü bu kadar.
Ha, bir de “ruhuna fatiha” dileyen bir mezar taşı var.
Dünya bitmiş, “ekmek kavgası” dahil tüm kavgalar sona ermiş, tüm çırpınışlarla birlikte sayılı günlerin son günü, belirli nefeslerin son anı da çoktan tükenmiştir. Kabirden bakan biri için, dünyevi çırpınışlar kim bilir ne kadar komiktir!
Önce kendi istikbalimiz için çırpınıyoruz... Ardından çocuklarımızın maddî dünyalarını inşa etmek için didiniyoruz... Derken sıra torunlara geliyor: Onların dünyalarını da hâle, yola koyduk mu rahatlayacağımızı düşünüyoruz.
Bir de bakıyoruz ki aynaya, saçlarımız bembeyaz olmuş. Yüzümüz buruşmuş. Gözlerimiz eski parlaklığını kaybetmiş. Bitip tükenmişiz açıkçası! Hastalıklar da ardı ardına gelmeye başlamış, ağrılar sökün etmiş.
Başlıyoruz o zaman, “Ah bir daha genç olacaktım ki” diye yakınmaya.
Hiç kuşkunuz olmasın, bir daha genç olsak aynı yoldan aynı noktaya gelirdik.
Tabiî artık mümkün değil.
Bu yaşa kadar kazandıklarınızın tamamını dahi verseniz, gençlik gitti gider.
Artık siz, istikballerini hazırlamak için kendinizi heba ettiğiniz çocuklarınızın, gelinlerinizin, torunlarınızın nazarında, gün sayan, gün sayarken pek bir şeye karışmaması gereken, düşüncelerini açıklamaması gereken, zinhar fazla konuşmaması gereken ve aile gezilerine katılmaması gereken bir ihtiyarsınız yalnızca.
“Evde huzursuz oldunuzsa buyurun huzurevine!”
Huzurevine gidip gitmeme kararını vermek bile elinizde değil.
Abartmıyorum dostlar: Gerçekten de yaşlılık zor zenaat... Ama ihtiyarlamamak mümkün olsa bile (kendini bırakmamak şeklinde) yaşlanmamak mümkün değil.
Şayet cüzdanınız yeterince şişkinse, estetik açıdan yaşlanmayı bir süre geciktirebilirsiniz, ancak önleyemezsiniz.
Yani estetik cerrahların el maharetiyle genç görünmek, bir bakıma yaşlılığı yenmek, yaşlılıkta ard arda sökün eden bazı hastalıkları ve ölümü yenmek anlamına gelmiyor.
Bununla birlikte dindar ailelerdeki yaşlıların biraz daha talihli olduğunu düşünüyorum...
Çünkü dinimiz “anaya babaya öf dememeyi” öngörüyor.
Geleneklerimizde de bu var aslında. Var ama Avrupaî hayat anlayışı geleneklerimizi iyice kemirdi. Avrupa’dan gelenek nakli yaptık.
Onlarda aile bütünlüğü yok ya, yaşlılarla aynı evi paylaşma geleneği yok ya, bizde de taklit hastalığı var: Alıverdik. Onlar gibi oluverdik. Al işte “asrî aile... Çağdaş aile... Modern aile”.
Sonuç olarak bizde de yaşlılar huzurevini boylamaya başladı. Hâlbuki hayatta en büyük değer para değil, insandır...
Madem ki en büyük değer insandır, bir babanın kendisinden sonraya bırakabileceği en önemli miras da, “iyi insan” olmaya aday çocuklardır.
Çocuklarımıza han hamam bırakmak için gösterdiğimiz çabanın birazını onları iyi birer insan olarak yetiştirmeye ayırabilseydik, çoktan özlediğimiz Türkiye’ye ulaşmıştık.

VAKİT