Burma’da Müslüman katliamına dair bazı gerçekler (2)

Serdar Demirel

Geçen yazımızda Burma’da Müslümanlara yönelik sistemli yok etme ve tehcire zorlama politikalarının sebeplerini özetle anlatan bir yazı yazmıştık.

Okuyucuların Uzak Doğu’ya yönelik alakasının az olduğunu biliyoruz elbette. Ancak ortada büyük bir acı var ve buna bizim bîgâne kalmamız düşünülemez. Zira bu konu dünya Müslümanların gündemini aciliyeti nisbetinde işgal etmiyor. Bu yüzden geçen yazıda kaldığımız yerden meseleye devam edeceğiz.

Burma’da Müslümanların durumu askerî cunta 1962 yılında iktidara gelene kadar iyi sayılırdı. O devirde Müslümanlar iki bakanlık ve 14 milletvekili ile parlamentoda temsil ediliyordu. Bunun Müslümanların haklarını ve kimliklerini korumada önemli etkisi olmuştur. Ancak bu durum askerlerin iktidarı gasp etmesiyle sona ermiş ve Müslümanların malları dahi zorla millileştirilmiştir.

Müslümanların seslerini ülke içinde ve dışında etkili ve gür olarak duyuracak entelektüel, uzman ve alimlerden yoksun olması da yaşanılan acıları büyütmüştür. Müslümanları marjinalleştirme politikalarına yönelik zamanında ve yerinde gerekli tedbirler alamamanın önemli bir sebebi de bu olmuştur. En azından Burma Müslümanlarının hakları meselesi Müslüman ümmetin gündemine sokulabilir ve rejim üzerinde uluslararası bir baskı oluşturulabilirdi.

Kendisini dünyaya kapatan Burma askerî cuntası bu dönemde Çin’in büyük desteğine sahip olmuştur. Burma’ya ekonomik yardımlarda bulunan Çin, Rakhine’da stratejik deniz üssü de kurmuş, bu ülkenin doğal kaynaklarının çıkartılıp piyasaya sunulmasında önemli avantajlar elde etmiştir.

Burma’ya ambargo uygulayan Amerika Çin’in bu ülkede ve bölgede her geçen gün artan nüfuzunu görünce bunun önüne geçebilmek için rejimle işbirliğine gitmiştir. Bunun sonucu olarak da 2012 yılında demokratikleşme süreci başlatılmış, Burma küresel sistem içine çekilmeye başlanmıştır.

Demokratikleşme süreciyle askerler yönetimden tamamen uzaklaştırılmamıştır. Bunun yerine emekli askerler kilit konumlara getirilerek asker nüfuzunun sistem içinde devam etmesine izin verilmiştir. Amerika’nın demokratikleşmeyle beraber bölgeye hızla dönüşü Çin ve Amerika arasındaki rekabeti de büyütmüştür. Bu rekabet silahlı etnik gruplar, farklı muhalif örgütler, öğrenciler ve dinî yapılar üzerinden devam etmektedir.  

Amerika’nın bölgeye geri dönmesiyle başlayan iki büyük güç arasındaki çıkar savaşının kurbanı ise her zamanki gibi bölge insanı olmaktadır. Meselâ Çin’in Rakhine’deki gaz projelerine, Lepadaung’da bronz madeni projelerine, Irraweddy baraj projesine karşı halk gösteriler yapmaktadır. Bunun sonucu olarak da bazı projeler durdurulmuş bulunmaktadır. Çin bu tepkilerin arkasında Amerika’yı görmekte ve tepkisini benzer yöntemlerle vermektedir.

Çin de bölgede var olan etnik, dinî ve siyasi ihtilafları kendini güçlendirecek ve rakibini zayıflatacak tarzda kullanmaktadır. Özellikle de hassas makamlarda görevli emekli askerler üzerinden nüfuz gücünü korumaya çalışmaktadır. Budistlerin Müslümanlara karşı kışkırtılmasında bu güç savaşının rolü olduğunu bölge Müslümanları dile getirmektedir.

Bundan sonra Çin’i dünyanın önemli kriz sahalarında daha aktif göreceğiz. Suriye’de olduğu gibi. Çin’in çıkarlarını korumak üzere Esed rejimine destek verdiği, iç savaşı büyüttüğü bir sır değildir. Çin’in dünyada etki gücü arttıkça rakibi konumundaki diğer global güçlerle “niyabeten savaş” yöntemleriyle hesaplaşacaktır. Hâlihazırda bunun acı faturasını da Müslümanlar ödemektedir.

YENİ AKİT