Buraya kadar...

Ekrem Dumanlı

Basın Konseyi uzun bir zamandan beri kan kaybediyor. Son birkaç seneye bakıyorum da Konsey'den ne kadar çok kurum ayrılmak zorunda kalmış. Sabah Gazetesi, ATV, Show TV, Akşam Gazetesi, SKY Türk TV, Yeni Şafak Gazetesi, Star Gazetesi, Tercüman Gazetesi, Kanal 7... Doğan Grubu dışında bir tek Zaman kalmıştı.

Maalesef onu da başardılar. Bizi de mecbur ettiler. Tıpkı bizden öncekileri mecbur ettikleri gibi. Oysa Zaman Gazetesi olarak ısrarla durmaya çalıştık Konsey'de. Bir menfaatimiz mi vardı? Hayır! Bir beklentimiz mi vardı? Asla! Bir korku ya da endişe mi taşıyorduk? Kesinlikle! İstedik ki Basın Konseyi, sadece bir medya grubunun örgütüymüş gibi kalmasın. İstedik ki medya grupları arasında köprüler tamamen yıkılıp gitmesin! Her alanda görülen kutuplaşmanın önüne geçelim. Hâlâ da aynı niyeti taşıyoruz, aynı heyecanla çalışıyoruz. Heyhat!

Eskiler 'Cevahir kadrini cevher füruşan olmayan bilmez' derlermiş. Yani, mücevherin kıymetini ancak kuyumcular bilir. Demirciler çarşısında inci satılamıyor demek ki. Kadir kıymet bilmek için aklıselimi terk etmemek, samimi olmak, farklı düşüncelere saygı duymak gerekiyor... Maalesef Basın Konseyi yönetimi herkesi küstürmeyi başararak bir meslek örgütünü içten içe çökertti, çürüttü. Ve maalesef hep ayrılanları suçladı. Özeleştiri yapmayan yöneticiler, bir kerecik aynaya baksalardı nasıl bir başarısızlık öyküsüne imza attıklarını görecekti. Basın Konseyi tükeniş yolunu tıkayacak ne bir adım attı ne de kucaklayıcı bir yörüngeye girdi. Gittikçe yalnızlaştı, marjinalleşti. Üzerlerine vazife olmayan konulara müdahil olmaya kalkıştıkları bir yana, meslektaşlarının özgürlüğü ile ilgili kendilerinden beklenen tavrı ortaya koyamadı. Hatta daha öteye giderek hakaretamiz yazılar yazmaya yeltendiler, sevgi hudutlarını söküp attılar, saygı ölçülerini zorladılar...

İplerin kopmasına sebep olan son olay, herkesin malumu. Muhsin Yazıcıoğlu'nun hazin vefatı sırasında dağ başında bırakılan CİHAN muhabiri ile ilgili bütün meslek örgütleri harekete geçtiği halde Basın Konseyi Başkanı ve yöneticileri anlamsız bir savunma psikolojisi geliştirdi. Hiçbir insaf ölçüsüne sığmayacak bir muameleyi içine sindirebilen Konsey, bu konudaki eleştirileri bir türlü hazmedemedi. Oysa Gazeteciler Cemiyeti'nin tavrı ortadaydı. Yapılanın kabul edilemez olduğunu beyan ediyorlardı. Hatta Hürriyet köşe yazarı Ferai Tınç, Uluslararası Basın Enstitüsü (IPI International Press Institute) yöneticiliği sıfatıyla açıklama yapıyor, yapılanın bir ayrımcılık olduğunu söylüyor ve dağ başında bir gazetecinin terk edilmesini eleştiriyordu. Basın Konseyi dağ başındaki akreditasyon olayının altında ezildi.

Ezilmenin getirdiği mahcubiyet, zamanla hırçınlığa dönüştü ve yanlışlığı savunacağım derken cerbeze yapmaya kalktılar. Mesela Basın Konseyi olay gününde hava durumunun 13 derece olduğunu rivayet etti. Yanlış bir bilgiydi bu. Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ'a verilmiş şaşırtmaca bir bilgiydi. Hava sıcaklığının 13 derece olduğu yer K.Maraş'ın Göksun ilçesiydi. Halbuki hadise Göksun'da değil; insanların donarak hayatlarını kaybettiği bir yerde yaşanıyordu. Meteoroloji'nin resmî raporuna göre gazetecinin bir kurmay albay tarafından terk edildiği yerdeki hava sıcaklığı -5 ile -8 arasındaydı. Bu rapor açıklanınca Basın Konseyi yetkililerinden birinin ya özür dilemesi gerekiyordu ya da istifa etmesi. Defalarca istifa şansını heder edenler, bu sefer de vurdumduymazlığı tercih etti. Daha kötüsü polemik yapmaya kalkarak hakaret etmeyi denediler. Sebep? Size hakaret eden mi var? Sizi aşağılayan mı var? Tek bir şey bekleniyordu sizden: Dağ başında bir gazeteciye reva görülen kötü muameleye itiraz etmeniz. Bu kadarını da yapamıyorsanız bir meslek örgütü olduğunuzu nasıl iddia edebilirsiniz?

Fehmi Koru'ya kızıyorlar ama o doğru söylüyor. Eğriye eğri doğruya doğru. Doğan Grubu'nun yöneticileri Aydın Doğan'ı herkese düşman yapıyor. Hem de bir hiç uğruna. Biri kalkıyor Zaman Gazetesi yazarını manşetten linç etmeye yelteniyor, öbürü kalkıyor dağ başında uygulanan akreditasyona itiraz edenlere hakaret ediyor... Niçin? Hakaret ettiğiniz insanlar aynıyla; hatta misliyle size cevap vermesini bilmiyor mu? Tabii ki âlâsını biliyor ama üslupsuzluğu kendilerine yakıştıramıyorlar. Bir de hâlâ toplumsal barış için fedakârca sabrediyorlar...

Meslekî önemini tamamen yitirmiş, birleştirici özelliğini tamamen kaybetmiş Basın Konseyi'nden Zaman Gazetesi olarak çekiliyoruz. Böyle olsun istemezdik. Ama görünen o ki dümenin başında oturanlar, meslek menfaatlerini koruyacak dirayeti gösteremiyor. Herkesi kucaklaması gerekenler herkesi küstürmek için inanılmaz bir gayret içinde. Keşke derlenip toparlanabilselerdi. Keşke düşünce farklılıklarına aldırmaksızın demokrasi çerçevesinde bir arada kalabilseydik. Bu tekebbür devam ederse başka çatlamaların olması da kaçınılmaz. Değer mi? Hayır! Ancak görünen o ki bugünkü şartlarda Basın Konseyi'nin mesleki birliği sağlaması imkânsız. Umarım bu vakur çekilmenin ne anlama geldiğini doğru analiz edebilirler. Sadece bir grubun Konsey'i olarak kalakaldılar çünkü. Aslında bu çekiliş, Konsey adına bir tükenişin son işaret fişeğidir. Umarım buna sebep olanlar hatalarını anlar; zira bir gün tarih huzurunda adama sorarlar: 'Herkes haksız bir tek siz mi haklısınız?' ya da 'Nasıl bir maharettir ki herkesi küstürebiliyor, hayal kırıklığına yol açabiliyorsunuz?' e.dumanli@zaman.com.tr


Ağzınız niye bu kadar bozuk?

Perşembe günü Milliyet'in manşetinde Ali Bulaç'ın fotoğrafını görünce çok şaşırdım. Başlığı okuyunca hayretler içinde kaldım. Yılların gazetesi aynen şöyle başlık atmış: 'Ortaçağ Kafası'. Başlığı atan hıncını alamamış olacak ki üst başlığa kırmızı harflerle şu cümleyi yerleştirmiş: 'Bir Zamanlar o da 'hoşgörülü'ydü.' Bununla da yetinmemiş asabı bozuk adam; bir de spot döşenmiş habere: 'Televizyondaki tartışma programlarının gediklilerinden Zaman yazarı Ali Bulaç, Irak ve Afganistan'daki sivil katliamları eşcinselliğe bağlayınca ortalık karıştı.' Haberi yazanın öfkesi o kadar kabarmış ki spottaki Ali Bulaç kelimelerini bir daha kırmızı harflerle nazara vermiş. Birinci sayfadan hızını alamayan asabi arkadaş, iç sayfada aynen şu başlığı kullanmayı tercih etmiş: 'Karanlık bir kafa!'

Bir yazara böyle denir mi? Hele bu yazar Ali Bulaç gibi çok yönlü bir fikir işçisi ise. Maksat o değil. Milliyet'teki arkadaş boşuna 'hoşgörü' vurgusu yapmıyor. Boşuna Zaman Gazetesi üzerinden fatura kesmiyor. Takıntılı bir tavır var ortada. O kadar ki kendi televizyonlarının davetine icabet eden bir entelektüel için 'Televizyondaki tartışma programlarının gediklilerinden' diyor. Ayıp! İnsan konuğuna bari böyle yapmaz.

Ali Bulaç'ın söyledikleri eleştirilebilir kuşkusuz. Eleştirirsiniz, cevabını alırsınız ve konuyu kamu vicdanına bırakırsınız. Ancak Milliyet'in yaptığı gibi 'Karanlık kafa', 'Ortaçağ kafası' diyerek bir yazarı hedef gösteremezsiniz. Asıl karanlık kafa, eleştiri düzeyini koruyamayan; bu hırçınlıkla insanlara hakaret ederek insanları aşağılayan kafadır. Keşke empati yapabilseler! Kendi yazarlarından birinin manşette fotoğrafının kullanıldığını ve aynı hakaret düzeyinde başlık atıldığını keşke düşünebilseler. Belki o zaman anlarlar medyatik lincin ne anlama geldiğini.

Malum gazete bir gün sonra benzer yayınlarına devam etti. Sürmanşetten 'Bulaç'ın sözleri nefreti körüklüyor' diyorlar. Asıl nefreti körükleyen düzeyli eleştiriden nasibini almamış manşetiniz. Bir de akıl veriyorlar: 'Ali Bulaç bir eşcinselle arkadaş olmalı.' İnsaf be kardeşim! Eşcinsellere gösterdiğiniz müsamahayı bir yazara gösterecek özgüveni kendinizde bulamıyor musunuz? Diyelim ki eleştirilerinizde haklısınız; böyle mi konuşmalısınız? Ağzınız bozuk kardeşim. Çünkü asabınız bozuk. İstiyorsunuz ki aynı nezaketsizlik içinde size cevap yetiştirelim. Hayır! Bunu yapmayacağız; çünkü herkes kendine yakışanı yapmak zorunda...

Sormadan edemeyeceğim; bu muhteşem (!) manşeti üreten muhabirin ismi yok mudur ki haber imzasız çıkmış? Manşet ama imzasız! Komik. İsmini açık etselerdi fena olmazdı; hiç olmazsa Ali Bey'in birikimleriyle bu 'takıntılı' arkadaşı kıyaslama fırsatı yakalardık. Böylece kimin 'karanlık kafalı' olduğunu cümle âlem öğrenmiş olurdu...

ZAMAN