Bunun BDPye bir bedeli olacak

Şahin Alpay

PKK eşkiyası Tunceli'deki Sarıyayla karakoluna saldırarak dört askeri şehit ettiğinde yurtdışındaydım. Haberi aldığımda, itiraf edeyim ki ilk aklıma gelen, geçenlerde Amsterdam'da tanıştığım Iraklı Kürt doktora öğrencisinin söyledikleri oldu:

"PKK'yı Soğuk Savaş döneminde Türkiye'yi karıştırmak amacıyla Sovyetler kurdurdu..." Türkiyeli Kürt arkadaşlarımdan PKK'nın kuruluşuna Türk "derin devleti"nin öncülük ettiğine dair teoriyi çok duymuştum da, bu teoriye ilk defa tanık oluyordum.

Ben yine, PKK'nın esas olarak Türkiye'nin Kürt kimliğini inkar politikalarının ve yaygın şiddet kültürünün bir ürünü olduğuna inanmaya devam ediyorum. Ama Sarıyayla karakoluna yapılan saldırının, Star'da Şamil Tayyar ve Bugün'de Adem Yavuz Arslan'ın haber verdikleri, "Anayasa değişikliklerini önlemeye yönelik kaos planı"nın bir parçası olduğu konusunda bir kuşkum yok. Bu konuda esas sorulması gerekenler ise ortada: Nasıl oluyor da, sınırlardan uzak, ülkenin göbeğinde diyebileceğimiz yerlerdeki askeri karakollar, PKK saldırılarına karşı bu denli korumasız olabiliyor? Nasıl oluyor da destek kuvvetler, yaralı askerlerin yardımına koşan sağlık ekibinden çok sonra karakola ulaşabiliyor? Genelkurmay, soranları "hainlik" ile suçlayacağına, bu sorulara cevap vermek ve bunların tekrarını önlemek için gereken önlemleri almak zorunda.

Ne yazık ki, geçen pazartesi günü Barış ve Demokrasi Partisi TBMM grubunun da, PKK lideri Abdullah Öcalan'ın talimatına uyarak, "Anayasa değişikliklerini önlemeye yönelik kaos planı"nın bir parçası gibi davrandığına tanık olduk. İlk turda siyasi partilerin kapatılmasını zorlaştıracak olan değişikliğe destek veren BDP'liler, ikinci tura katılmayarak değişikliğin belki en önemli maddesinin paketten düşmesini temin ettiler. Bununla Türkiye'ye vermek istedikleri mesaj şu olmalı: Başka konularda çok farklı olabiliriz, ama vesayet rejiminden yana olmada CHP ve MHP'den farkımız yoktur... Siyasi partiler, bu arada kendi partimiz, kapatılmış veya kapatılmamış, dolayısıyla demokrasi güçlenmiş veya güçlenmemiş çok da umurumuzda değil...

BDP'yi (ve aynı damardan Kürt partilerinin hepsini) Öcalan'dan talimat alan yüzüyle her zaman eleştirdim; Türkiye Kürtlerinin önemli bir bölümünü parlamentoda temsil ederek demokratik sürece katkıda bulunan yüzüyle de her zaman destekledim. BDP'nin ve öncekilerin bağımsız iradeleriyle davranamadıkları her durumda Türkiye'nin demokratikleşmesi, sorunların barış içinde çözülmesi mücadelesine sırt çevirdikleri muhakkak. Yine de "Her işte bir hayır vardır..." diyelim. PKK saldırılarının da, BDP grubunun davranışının da Türkiye Kürtlerinin ezici çoğunluğundan tasvip görmediğine; bu tutumda ısrar ettikçe her ikisinin de sahip oldukları desteği giderek yitireceklerine inanıyorum. Bu davranışın önümüzdeki seçimde BDP'ye bir bedeli olacağına eminim.

Peki, siyasi partilerin kapatılmasıyla ilgili anayasa değişikliğine oy vermeyen, sayıları on dolayındaki AKP'li milletvekili için ne demeli? Elbette ki milletvekillerinin inandıkları yönde oy kullanmaları esastır ve saygı görmelidir. Anayasa değişikliklerinde gizli oy esası da zaten bunu güven altına almaktadır. Ben de anayasa değişiklikleri paketi TBMM gündemine geldiği günlerde, eğer milletvekili olsaydım tartışmalı üç maddeye "hayır" (ama referanduma gidecek olursa paketin tümüne "evet") diyeceğimi yazmıştım. Ne var ki benim 8. maddeye olumlu bakmayışımın nedeni "retçi" AKP'lilerden çok farklıydı. Maddeye şiddeti savunan ve uygulayanlar dışında kalan partilerin kapatılamayacağının yazılmasını istiyordum. (Bkz. Zaman, 27 Mart 2010)

Parti kapatmayı zorlaştıran değişikliğin düşmesi, bir kısım AKP'li milletvekilinin vesayet düzeninden ciddi bir şikayeti olmadığını gösteriyor. Ve bu olay, vesayet rejiminden ciddi bir şikayetleri olmayan AKP'lilerin varlığının ilk belirtisi de değil.

ZAMAN