Buhari ve Müslim’in Sahihlerinde Üç Tür Hadis Çeşidi -5

ABDULHAKİM BEYAZYÜZ

Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla. Yüce Allah’a hamd, Resulüne selam olsun.

Buhari ve Müslim’in sahihlerinde temelde üç tür hadis çeşidinin olduğunu söylemiş ve bunları üç şık halinde yazılarımızda izah etmeye çalışmıştık. Üçüncü şıkkı oluşturan ‘’Kur’an, mütevatir sünnet veya akla kesin bir şekilde aykırı olan rivayetler’’ başlığını önceki yazımızda ele almış ve konuyla ilgili rivayet örneklerini bitirememiştik.

Bu yazımızda eksik kalan rivayet örneklerini vermeye devam edeceğiz. Yalnız bunu yaparken kastımız yanlış anlaşılmasın diye, diğer yazımızın başında uyarı olarak ifade ettiğimiz hususları tekrar hatırlatmakta fayda görüyoruz.

1-) Örnek olarak verdiğimiz her rivayeti diğer rivayetlerden bağımsız olarak değerlendiriyoruz. (Zira sahihayndeki her rivayetin sahih olduğu iddia edilmektedir. Dolayısıyla bu rivayetlerin dışındaki bazı hadis versiyonlarının sahihlik kriterlerine uygun olması, örnek verdiğimiz bu rivayetlerin çürüklüğünü ortadan kaldırmaz. Zaten iddiamız, tamda Buhari ve Müslim’in sahihlerinde hem çok sağlam, hem de çok çürük rivayetlerin var olduğu gerçeğidir.

2-)Rivayet örneklerini Senet açısından değil, sadece metin açısından değerlendiriyoruz. (Çok istisnai durumların dışında, muhaddislerin rivayetleri metin açısından değerlendirmedikleri teslim edilen bir gerçekliktir.1 Bu durum senet açısından görece sağlam olan, ama metin açısından sorunlu birçok rivayetin en sağlam kabul edilen kitaplarda bile çokça yer bulmasına sebep olmuştur.)

3-)Bu metin tenkidini de Kur’an’a, mütevatir sünnete (on binlerin ittifak edip, pratikte de sürekli uygulayarak bize aktardıkları ve Kur’an’la da uyumlu sünnetler; Namaz, hac, oruç, zekât, tesettür, kurban, ezan ve benzeri hususlar.) ve akla uygun olup olmamasıyla değerlendireceğimizi de ekleyelim.2

4-)Örnek verdiğimiz rivayetlerden dolayı Resulullah (s.av.) efendimizin (din ile ilgili meselelerde, haşa) eksik veya yanlış konuştuğunu da asla düşünmüyoruz. Bu rivayetlerin bu halleriyle Hz. Peygamber tarafından söylenmediğini söylüyoruz. Zira Resulullah (as.) ın Kur’an’a zıt bir şey söylemeyeceği açıktır.  “ Eğer Peygamber bize atfen bazı sözler uydurmaya kalkışsaydı, elbette onu bundan dolayı kıskıvrak yakalardık; sonra da onun şah damarını keser atardık. Hiçbiriniz buna engel de olamazdınız”3 ayeti bu gerçeği yeterince açıklamaktadır.

5-)Yine bu rivayetlerde bahsedilen konuların tümünün, Peygamber efendimiz ve sahabeler tarafından kesinlikle hiç konuşulmadığını veya olayların kesinlikle hiç yaşanmadığını da iddia etmiyoruz. Sadece bu rivayetlerin bu halleriyle eksik, fazla veya yanlış aktarıldığını söylüyoruz.

6-) Ayrıca rivayetin bir bölümünde veya büyük bir bölümünde doğru bilgilerin hiç verilmediğini de söylemiyoruz. Zira ravilerin sadece rivayetin bir kısmında yanılgıya düşebilecekleri gibi, rivayeti uyduranlarda rivayetin kabul edilmesi için bazı doğru bilgilerle rivayetleri süsleyebilecekleri de açıktır. Bu nedenle herhangi bir rivayette, (doğru bilgiler varsa bile), Kur’an-i ilkeye ters düşen bir durumun varlığı o rivayetin sahih sayılmaması için yeterlidir. Örneğin, uzun bir rivayette, tevhit, adalet, sorumluluğun ferdiliğine ve akli ilkelere ters bir durumun olması, o rivayeti sahihlik hükmünden çıkaracaktır. (Aynı konudaki bütün rivayetlerin bir araya getirilmesi ve söylenilen şeyin ne olduğunun tespit edilmesi ve sonuçta Kur’an’ı ilkeler ışığında doğru hadis metninin tespiti, kanaatimizce en doğru yol olacaktır. Ama bunun yerinin burası olmadığı açık olduğu gibi, bu yöntemin uygulanmasının kabulü de ilk önce sahihaynde birçok eksik, fazla ve küsurlu rivayetin olduğunu görmeyi gerektirmektedir.)

6-)Bu rivayetlerin ravileri olan veya ravileri olarak gösterilen Ebu Hureyre, Enes b. Malik, ibni Ömer (Allah hepsinden razı olsun.) ve benzerlerinin (haşa) yalan söylediklerini de söylemiyoruz. Söylediğimiz şey, eğer gerçekten onlar rivayet etmişlerse, rivayeti anlama, yorumlama yahut aktarmada yanlışa düştükleri hususudur. Nitekim sahabenin kendi arasında birbirlerinin rivayetlerini (haşa yalancılık ithamı ile değil), anlama, yorumlama ve aktarmadaki yanlışlık gibi nedenlerden dolayı reddettiklerini görebiliyoruz.  Ayrıca başka ve kuvvetli bir ihtimalde, uydurmacı ravilerin rivayetlerinde bu değerli şahsiyetlerin isimlerini uyduruk senetlerine dâhil etme olasılığıdır. Bu tür uydurmaların ne kadar çok olduğu ise açıktır. Bunu Buhari’nin sahihini altı yüz bin hadisten seçtiğine dönük rivayetlerden4 ve diğer yandan tüm sahih ve hasen hadislerin sayısının ise, meşhur muhaddis Şuayb Arnavut’a göre on iki veya on üç bin5, Ebu Hanife’ye göre ise sadece iki bin olduğuna6 dair tespitlerden anlayabiliriz. (Uydurma hadislerle ilgili daha geniş bilgi için bakınız: https://www.haksozhaber.net/mevzu-hadisleri-kimler-ve-niye-uydurdu-33243yy.htm )

6-)yukarıda sahabeler için söylediğimiz ihtimaller tabiin, tebe-i tabiin ve diğer tabakalardaki raviler için de aynen geçerlidir.

7-)Ayrıca insan olmaları itibariyle sahabelerin ve âlimlerimizin hataya düşebileceklerini söylerken, bizim tespitlerimizin tartışılmaz olduğunu söyleme gibi bir tutarsızlığa düşmekten ise rabbimize sığınırız. Elbette tespitlerimiz kendi kanaatimizdir ve isabetli ise Yüce Allah’ın lütfundan, yanlışsa bizim acizliğimizden ve meseleleri karıştırmamızdandır.

Şimdi Kur’an, Mütevatir sünnet veya akla aykırı olan rivayetlerden örnekleri vermeye devam edelim:

Deccalla ilgili rivayetler

52-) Sabi'nin, Fatima Binti Kays (r.anh.)dan nakline göre, Fatima şöyle anlatmıştır: "Resulullah (as.) buyurdular ki: "Temimu'd-Dari Hristiyan bir kimse idi. Gelip biat etti ve Müslüman oldu. O, benim Mesih Deccal ‘den anlattığıma uygun olan bir rivayette bulundu. Bana anlattığına göre, Temim, bir gemiye binip denize açılmıştır. Yanında Lahm ve Cuzam kabilelerinden otuz kişi vardı. (Hava şartları iyi olmadığı için) onlarla denizin dalgaları bir ay kadar oynadı. Sonunda günesin battığı esnada denizde bir adaya yanaştılar. Geminin kayıklarına binerek adaya çıktılar. Derken karşılarına çok tüylü kıllı bir hayvan çıktı. Bunlar, tüylerinin çokluğundan hayvanin baş tarafı neresi, arka tarafı neresi anlayamadılar. (şaşkın şaşkın:) "Sen necisin, neyin nesisin?" dediler. O cevap verdi: "Ben cessaseyim!"
"Cessase nedir?" denildi.

"Ey cemaat! Su manastıra kadar gelin! İçinde bir adam var, o sizin haberinize müştaktır!" dedi. O, böylece bir adamdan söz edince, biz onun bir şeytan olmasından korktuk. Hemen koşarak manastıra girdik. İçeride bir adam vardı; hilkatçe gördüklerimizin en irisiydi ve elleri boynuna, dizlerinden topuklarına demirle sıkı şekilde bağlanmıştı. "Vah sana! Kimsin sen?" dedik. "Benim haberimi alabilmişsiniz. Simdi siz kimsiniz, bana söyleyin!" dedi. Arkadaşlarım: “Biz bir grup Arap’ız. Bir gemideydik, denizin coşkun bir anına rastladık. Dalgalar bizi bir ay oynatıp oyaladı. Sonra şu adaya yaklaştık, sandallara binip adaya çıktık. Tüylü ve çok kıllı bir hayvanla karşılaştık. Tüyünün çokluğundan başı ne taraf, arkası ne taraf anlayamadık. "Vah sana, nesin sen" dedik.
"Ben cessaseyim!" dedi. Biz: "Cessase de ne?" dedik.

"Manastırdaki su adama gelin, o sizin haberinize pek müştaktır!" dedi. Biz de koşarak sana geldik. Biz onun bir şeytan olmadığından emin olmadığımız için korktuk" dedik. Adam: "Bana Beysan hurmalığından haber verin!" dedi. Biz: "Onun neyinden haber soruyorsun?" dedik. "Ben onun ağacından soruyorum, meyve veriyor mu?" dedi. "Evet!" dedik. "Öyleyse meyve vermeme zamanı yakındır!" dedi. "Bana Taberiye gölünden haber verin!" dedi. "Onun nesinden haber istiyorsun?" dedik. "Onun suyunun çekilmesi yakındır!" dedi. "Bana Zuger gözesinden haber verin!" dedi. "Sen onun neyinden haber istiyorsun?" dedik. "Gözede su var mıdır? Orada su var mıdır?" dedi.

"Evet, onun çok suyu vardır! Sahipleri onun suyu ile ziraat yapıyorlar!" dedik. "ümmilerin peygamberinden bana haber verin? O ne yaptı?" dedi. "O Mekke'den çıkıp Yesrib'e (Medine'ye) yerleşti" dedik. "Araplar Onunla mukatele etti mi?" dedi. Biz: "Evet!" dedik. "Onlara karşı ne yaptı?" dedi. Biz de, pesine düşen Araplara galebe çaldığını, Arapların kendisine itaat ettiklerini haber verdik. (O da bize:) "Bu, onların itaat etmeleri, kendileri için daha hayırlıdır. Ben şimdi size kendimi tanıtayım: Ben Mesih Deccal ‘ım. Çıkış için bana izin verilme zamanı yakındır. O zaman çıkıp yeryüzünde dolaşacağım. Kırk gün içinde uğramadığım karye (köy) kalmayacak. Mekke ile Taybe (Medine) hariç. Bu iki şehir bana haramdır. Onlardan birine her ne vakit girmek istersem, elinde yalın kılıç bir melek beni karşılar, benim oraya girmeme mani olur. Onların her bir geçidinde bir melek vardır, onları korur!" dedi." Sonra Resulullah (as.) çubuğuyla minbere dürterek:
"Bu Taybe'dir! Bu Taybe'dir! Bu Taybe'dir! Ben bunu size anlattım değil mi?" buyurdular. Halk da: "Evet!" diye karşılık verdi. Bunun üzerine: "Temimi'd-Dari'nin rivayetinin benim size ondan (Mesih Deccaldan) Mekke ve Medine'den anlattığıma muvafık düşmesi hoşuma gitti. Bilesiniz O Sam denizinde veya Yemen denizindedir. Hayır, doğu tarafındandır. Evet, o doğu tarafından zuhur edecektir. O doğu tarafından zuhur edecektir!" buyurdu ve eliyle doğu tarafına işaret etti."7

53-) Ebu Hureyre (r.a.)’den, Nebi (as.): “ Medine’nin kapılarında ve medhallerinde (girişlerinde, muhafız) melekler vardır. Medine’ye ne taun, ne de Deccal giremez,”8 buyurdu.

54-) Ebu Said Hudri (r.a.)den, Nebi (as.) Deccal ’den uzun boylu bahsetti ve şöyle buyurdu: “Deccal, (Medine’ye de) gelecektir. Fakat Medine kapısından içeri girmek ona haram kılınmıştır. Yalnız Medine etrafındaki bazı çorak, çakıllı araziye inecektir. O gün Medine halkının en hayırlı bir siması yahut insanların hayırlı simalarından birisi (Müslim’in rivayetinde Hızır aleyhi selam.) Deccal’e karşı çıkar ve şehadet ederim ki, muhakkak sen, Nebi (as.)’ın bize haber verdiği Deccalsın der. Bunun üzerine Deccal, başındaki erbabı şekavette: Şimdi ben bu adamı öldürür, sonra diriltirsem benim (ulûhiyet) iddiamda şüphe eder misiniz? Diye sorar. Eşkıya güruhu: Hayır şüphe etmeyiz derler. Deccal, (Hz. Hızır’ı) öldürür, sonra da diriltir. Ve diriltir diriltmez Hızır: Vallahi benim senin Deccal olduğun hakkındaki kanaatim, bundan evvelki imanımdan daha kuvvetlidir, der. Bu defa Deccal maiyetine: Bu adamı öldürünüz! Der. Fakat bundan sonra Deccal Hızır’ı, katletmeye muktedir olamaz.”9

55-) İbni Ömer (r.a.)’den; Nebi (as.) bir gün insanların arasında Deccal- Mesihi zikretti ve :” hiç şüphe yok ki, Allah Tebareke ve Teâlâ şaşı değildir. Dikkat edin. Muhakak el-Mesihu Deccal’ın sağ gözü şaşıdır. Onun (sağ) gözü, sanki salkımındaki diğer danelerden farklı olarak dışarı çıkmış, iri bir üzüm tanesi gibidir,” buyurdu.10

56-) Ebu Hureyre (r.a)den: Nebi (as.): “ Herbiri Allah’ın resulü olduğunu iddia eden otuza yakın yalancı Deccal gönderilmedikçe kıyamet kopmayacaktır” buyurdu.11

Huzeyfe b. Yeman (r.a)’dan: Nebi (as.): Deccal çıktığı zaman yanında bir su, birde ateş bulunacaktır. Fakat halkın ateş sandığı soğuk bir sudur. Soğuk su sandığı da yakıcı bir ateştir. Deccalın zuhuru zamanında sizden her kim işitirse ateş suretinde gördüğü tarafta bulunsun. Çünkü o, tatlı soğuk sudur.12

57-) Ebu Hureyre (r.a.)den, Nebi (as.)’ın şöyle dediği rivayet olunmuştur: “Hayatımın elinde olduğu Allah’a kasem olsun ki, Muhakkak yakında ibni Meryem, Muhammed ümmeti arasında bir hâkimi adil olarak inecektir. Haçı kıracak, domuzu öldürecek, (Gayri Müslimlerden) cizyeyi kaldıracak, mal çoğalacak hatta kimse mal kabul etmez olacak.”13

58-)Yuseyr ibnü cabir, ibni Mesudtan: ( ibni Mesut uzunca bir rivayette, Rumlarla savaşılmadıkça kıyamet kopmaz diyor, yapılacak savaşı en ufak detayına varıncaya kadar anlatıyor, tam Müslümanlar galip gelip ganimet topladıklarında ise): Kendilerine; Deccal zürriyetimiz hususunda sizin yerinizi aldı, diye bir yaygaracı gelecek, hemen ellerindeki şeyleri atacaklar ve yola koyulacaklar. Öncü olarak, on süvari göndereceklerdir. Resulullah (s.a.v.): “ ben onların isimlerini, babalarının isimlerini ve atlarının renklerini kat’i olarak bilmekteyim. Onlar o gün yeryüzünde en iyi süvarilerdir.”14

59-) İbni Sayad’ın Müslüman olduğuna dair Müslim’in sahihinde Ebu Said’i Hudri (r.a.)’nın şu haberi rivayet ediliyor: Mekke’ye doğru gerçekleşen bir hac veya umre seferinde ibni Said (Sayyad) ile yoldaşlık ettim. Bana dedi ki: Halkın hakkımdaki hissiyatına vakıf değil misiniz? Halk zannediyor ki ben Deccalım. Sen Nebi(as.)’ın: Deccal’ın çocuğu yoktur, buyurduğunu işitmedin mi? dedi. Ben de evet işittim, dedim. İşte benim çocuğum vardır, dedi. Sonra: Nebi (as.)’ın, Deccal Medine ve Mekke’ye girmeyecektir, buyurduğunu da işitmedin mi? diye sordu. Bende yine: Evet işittim, diye cevap verdim. İbni Sayyad: Biliyorsunuz ki ben Medine’de doğdum. Şimdi de Mekke’ye gidiyorum, dedi ve son söz olarak: fakat vallahi ben, Deccal’ın ne zaman ve nerede olduğunu bilirim dedi. Ebu Said’i Hudri hazretleri: doğrusu ibni Sayyad’ın bu sözleri zihnimi karıştırdı, demiştir.15

60-) Cabir b. Abdullah(r.a.) rivayete göre (ravi Muhammed ibni Münkedir derki: ) Hz. Cabir, ibni Sayyad’ın Deccal olduğuna yemin ederdi. Ey Cabir! Allah adına bu hususta nasıl yemin edersin, dedim. O da: Ömer (r.a.)’in bunun Deccal olduğuna Nebi (as.)’in huzurunda yemin ettiğini işittim. Hâlbuki Nebi (as.) Ömer’in yeminini reddetmedi.”16

Yukarıda verilen rivayetlerin çok kısa kritikleri;

Diğer bazı rivayetlerde Deccal ilgili şu bilgiler de verilmektedir. Rivayetlerde Deccal’ın nereden geleceği kuşkulu gibidir; “Dikkat edin, o / deccal Şam denizindedir veya Yemen denizindedir. Hayır! O Şark tarafındadır!"17  Ama diğer yandan şekliyle ilgili olarak daha somut bilgiler verilmektedir;  O, cüsseli, heybeti18 kızıl renkli,19 kıvırcık saçlı,20 ensesi kalın ve alnı geniş21, Kısa ve ayrık bacaklıdır.22 Ayrıca Deccal; “Kör olduğu halde insanlara, 'Ben sizin Rabbinizim diyecek,23 alnında "kâfir" yazısı olacak,24 Okuma yazması olsun olmasın, onun İcraatlarını beğenmeyen herkes, onun alnındaki kâfir yazısını okuyacaktır.25 Bütün dünyayı kırk günde dolaşacağı harikulade bir eşeği olacak,26 Deccalın eşeğinin iki kulağı arasındaki mesafe ise kırk arşını bulacaktır. (yaklaşık 27 m).27 "Deccal, önüne bulutu katan rüzgâr gibi hızlı gidecek",28 Deccalla birlikte su ve ekmek dağları bulunacak,29  ayrıca Deccal’ın cennet ve cehennemi olacak, ama gerçekte ise cenneti cehennem, cehennemi de cennet olacak30 İnsanları ölüp diriltebilecek,31 Onun yanında akan iki nehir olacak, Biri dış görünüşüyle beyaz bir su, diğeri de parlak bir ateş olarak görülecektir. Ama gerçekte ise, su nehri ateş, ateş nehri ise sudur.32 Çünkü Deccal ateşi su, suyu ateş gibi gösterebilecektir.33 Yanı sıra Deccal’ın Çocuğu olmayacak34 Boyu minareden büyük olacak ve Hz. İsa onu öldürmek üzere sıçradığında sadece dizine yetişebilecek.35  Ama yine de İsa (as.) onu öldürecektir. Öte yandan hadislerin çoğunluğunda Deccâl’in belirli tek bir kişi olduğu bildirilmekteyse de, bazı rivayetlerde birden fazla Deccâl’in çıkacağı belirtilmekte, “yirmi yedi"36, “otuz"37, “otuza yakın"38 gibi farklı sayılar verilmektedir. Bunun yanında gerek hadislerde gerekse İslâmî kaynaklarda Deccâl’e birtakım olağanüstü eylemler atfedilmekte, çoğunluğu Hz. Îsâ’nın mûcizeleriyle benzerlik gösteren bu olağan üstü eylemler arasında rüzgâr gibi hızlı hareket edebilme, yağmur yağdırma ve kurumuş bitkileri yeşertme, bolluk ve kıtlık çıkarma, öldürüp diriltme, cüzzamlıları, felçlileri ve körleri iyileştirme, dağları yerinden oynatma, güneşi durdurma gibi beşer üstü olgular bulunmaktadır.39

Bu rivayetlerin kendi içinde çelişkili, karışık, İslami ilkelere ve akla aykırı, mitolojik içeriklerle dolu oldukları ortadır. Muhaddislerimizin sadece senet tenkidiyle yetinmelerinin olumsuz yansımaları bu rivayetlerde de açıkça görebilmekteyiz. Hadislerin de müteşabihleri vardır savunması ile bu işin çıkmaya çalışmakta makul bir gerekçe değildir. Zira (haşa) Resul (a.s.) ilah olmadığı gibi, gaybı da bilmemektedir. Yüce rabbimiz bize Kur’an vasıtasıyla bir bilgiyi aktarırken, onu insanların diliyle aktarması, gayb âleminin bilgilerini insan zihnine yakınlaştırmak için müteşabih (benzeşen) kelimeleri kullanması anlaşılır bir şeydir. Zira başka bir çare yoktur ve yüce rabbimiz bu yolla işlerimizi kolaylaştırmaktadır. (daha fazla bilgi için; https://www.haksozhaber.net/kurani-anlama-usulunde-muhkem-ve-mutesabih-meselesi-1-29757yy.htm ve 2. Yazılarımıza bakılabilir.) Yüce Allah’ın insan ile iletişiminde zorunlu olan bir durumu (zira aşkın bir varlığın, yaratılmış varlıklarla konuşması söz konusudur.) bizim dilimize, bizim kültürümüze sahip ve bizim gibi beşer olan Resulullah (as.)’ın kendisi gibi insanlarla konuşması için düşünmek makul değildir.

Hz. Peygamberin yüksek şahsiyet ve konumuyla uyuşmayan rivayetler.

61-) Abdullah b. Ömer (r.a.)den rivayet olunduğuna göre demiştir ki: Ömer (r.a.) Nebi (as.) ile beraber bir cemaat içinde ibni Sayyad (denilen bir kâhin)’in yanına gitmişlerdi. Nebi (as.) ile maiyetindeki zevat ibni Sayyad’ı (Ensardan) beni Megale soyunun kasrı yanındaki çocuklarla oynarken buldu. İbni Sayyad o sırada henüz erlik çağına ermeğe yaklaşmıştı. Bu genç kâhin Nebi (as.)’ı bilemedi. Nebi (as.) eli ile buna (hafifçe) vurarak:  Benim Resulullah olduğuma inanır mısın? Deyince anladı. Nebi (as.)’a bakarak; senin ümmilerin peygamberi olduğunu kabul ederim, dedi. Ve sonra Resul-i Ekrem’e; sen de benim Resulullah olduğuma inanır mısın, dedi. Nebi (as.) bunun sualine cevap vermeği bırakıp: Ben Allah’a ve Allah’ın hak peygamberlerine inanırım, buyurdu. Sonra da bu küçük kâhine: Düşte, ne görüyorsun bakalım? Diye sordu. O da: Bana gerçek haberler de gelir, yalan haberler de. (rüyamın kimi eğri çıkar, kimi doğru.) diye cevap verdi. Bunun üzerine Nebi (as.) : Öyle ise senin işin çok karışıktır, buyurdu. Bundan sonra Nebi (as.) ibni Sayyad’a, haydi gönlümde senin için bir şey sakladım, şunu bil bakayım? Buyurdu. Ve zihninde sure-i Duhan’ı hatırlamıştı). İbni Sayyad: Gönlündeki “Duh” dur, diye cevap verdi. Bunun üzerine, Nebi (as.): Haydi sus, yıkıl git, haddini tecavüz etme, buyurdu. Ömer (ra.): ya Resulullah müsaade buyur da şu yalancı piçin boynunu vurayım, dedi. Nebi (as.): Bırak şunu, eğer bu Deccal ise sen onu vurmağa memur değilsin. Deccal değil ise onu öldürmekte senin için ne hayır ne menfaat vardır, buyurdu"40

62-) Yine ibni Ömer (r.a.) demiştir ki: Nebi (as.) bundan başka bir kere de Übey b. Kab ile beraber ibni Sayyad’ın bulunduğu hurmalığa gitmişti. Resulullah onu gafil avlamak ve ibni Sayyad’ın kendilerini görmeksizin onun hususi hayatını görmek ve onun kehanetini ve gayri tabi halini ashaba göstermek istiyordu. Nebi (as.) onu kadife elbisesi içinde yan yatmış bir halde gördü. Hırka içinde genizden gelen bir hırıltı vardı. Tam bu sırada bir hurma ağacının arkasına gizlenmiş bulunan ibni Sayyad’ın annesi, Nebi (as.)’ı gördü ve hemen: Ya Safi! İşte Muhammed geldi diye seslendi. Safi ibni Sayyad’ın adıdır. İbni Sayyad süratle ayağa kalktı. Bunun üzerine Nebi (as.) maiyetinde bulunan zevata: Şu kadın oğlunu o halde bıraksaydı, o saçma sapan sözleri ile gayri tabi hali ile size ne mal olduğunu anlatırdı, buyurdu."41

Enes b. Malik (r.a)’den: Bir kimse, Nebi (as.)’in ümmü veledi (yani çocuk anası olan cariyesi olan Mariye ile) ile kötülük yaptı, diye itham edilmişti. Bunun üzerine Allah’ın resulü Ali’ye: <<git o adamın boynunu vur>> diye emretti. Ali o adamın yanına geldiğinde onu bir kuyunun içinde serinlemekte (yüzmekte) olduğunu gördü de ona: Dışarıya çık, dedi. Ve elini uzatarak o adamı dışarıya çıkardı. Birde gördü ki onun tenasül uzvu kesilmiş ve erkeklik organı yoktu. Bunun üzerine Ali, o adamı öldürmekten vazgeçti. Sonra Nebi (as.)’ın huzuruna geldi ve : <<Ya Resulullah o adamın erkeklik uzvu kesikmiş, onun tenasül uzvu yok, dedi.42 (Dolayısıyla, oğlunuz İbrahim'in annesi olan cariyeniz Mariye hanım efendi ile ilişkiye girme ihtimali yok. Bu sebeple onu öldürmedim.)

64-) İyas b. Seleme (r.a)’den: babası ona şöyle tahdis etti ki, Bir kimse Nebi (as.)İn yanında sol eliyle yemek yedi. Nebi (as.) Sağ elinle ye dedi. O zat: Beceremiyorum, dedi. Nebi (as.) Beceremeyesin diye beddua etti. O zatın sağ eli ile yemesini kibri men etti. Ravi: Artık o zat, elini ağzına kaldıramadı (eli kurudu), demiştir.43

Yukarıda verilen rivayetlerin çok kısa kritikleri;

61 ve 62 rivayetlerde; Resulullah (s.a.v.) efendimizin, daha ergenliğe bile ulaşmamış bir çocuğu ciddiye aldığı, ona içinde gizlediği bazı şeyleri sorduğu, açığını bulmak için küçük çocuğun peşine takılıp, açıklarını yakalamaya çalıştığı rivayet edilmektedir ki, bunları yüce Allah’ın şanlı elçisine yakıştırmak mümkün değildir.

63. Rivayette göre, Nebi (as.), bir köleyi bazı dedikodulardan dolayı, delilsiz öldürtmek istemiş, bunun için Hz. Ali’yi göndermiş ama rastlantı sonucu o masum köle öldürülmekten kurtulmuştur. Hâlbuki bir kişinin zina ettiğinin tespiti için dört şahidin şehadeti şarttır.  Ayrıca o kişi köle olduğu için, zina etse bile cezası öldürülmek değil, elli değneklik had cezasıdır. Allah Resulünün (Allah’ın selamı üzerine olsun.) bu büyük adaletsizliğe düşmekten çok uzak ve çok yüce bir şahsiyet olduğu açıktır. Nitekim yüce rabbimiz, bize Nebi (as.)’ın adalet, merhamet, doğruluk ve hukuktan asla sapmayacağının garantisini vermekte ve bundan şüphe etmeyi küfür saymaktadır: “Hayır öyle değil; Rabbine andolsun, aralarında çekiştikleri şeylerde seni hakem kılıp, sonra senin verdiğin hükme, içlerinde hiç bir sıkıntı duymaksızın, tam bir teslimiyetle teslim olmadıkça, iman etmiş olmazlar.”44

64. Rivayette, Resulullah (s.a.v.) çok merhametsiz ve ölçüsüz bir cezayla cezalandıran bir kişi gibi tanıtılıyor ki, bunu kabul etmek mümkün değildir. Nitekim insanlar, solak birisinin, sağ elle yemek yemede ne kadar zorluk çektiği tecrübesine de sahiptirler. Ayrıca bu gün tıp ilmi solaklığın yaratılıştan gelen bir durum olduğunu da tespit etmiştir. Bu durum da bu rivayetin çürüklüğünü ortaya koyan başka bir delildir. Çünkü Resul (as.) o gün bu ilmi bilgiden mahrumsa bile, Yüce Allah her şeyi biliyordu. Dolayısıyla resul (as.)’ın bir beşer olarak bir anlık hataya düştüğünü kabul edelim. O zaman da her şeyden haberdar olan yüce Allah, o kişinin elinin kurutulmasına dönük duayı kabul etmeyeceği açıktır. Zira peygamberler asla Yüce Allah’ın otorite ve hükümdeki ortakları değil kulları ve elçileridirler. Nitekim yüce Allah yerinde bulmadığı Hz. Muhammed’in dualarını kabul buyurmayacağını başka bir ayette şöyle ifade buyurmaktadır: “(Ey Muhammed!) Onlar için (Allah’tan) ister af dile, ister dileme (fark etmez.)  Onlar için yetmiş kez bağışlanma dilesen de, Allah onları asla affetmeyecektir. Bu, onların Allah ve Resûlünü inkâr etmiş olmaları sebebiyledir. Allah, fasık topluluğu doğru yola iletmez.”45

Hz. Peygamberin beşer oluşu gerçeğine aykırı rivayetler;

65-) Enes b. Malik (r.a)den; Şöyle demiştir: Nebi (as.)’ın (miraç kıssasını) bervech-i ati haber verdiklerini Ebu Zer (r.a.) söylerdi: Ben, Mekke’de iken evimin tavanı (ansızın) yarıldı. Cibril (as.) indi. Göğsümü yardıktan sonra (içini) zemzem suyu ile yıkadı. Sonra hikmet ve iman ile (ağzın kadar) dolu altın bir leğen getirip içindekini göğsümün içine boşalttı. Ve göğsümü kapa(yıp üzerini mühürle)di. Sonra elimden tutup beni semaya doğru çıkardı. (rivayet devam ediyor.)46

66-) Ebu Hureyre (r.a.) den; şöyle demiştir: Nebi (as.) (bir gün) buyurdu ki: Cin (taifesin)den bir ifrit dün gece namazımı bozdurmak için bana ansızın hücum etti. (lakin) Allah’u Teâlâ ona istediğimi yapmaya fırsat verdi. Sabah olunca hepiniz onu göresiniz diye mescidin direklerine bağlamak istedim. (fakat) kardeşim Süleyman’ın: “Rabbim beni bağışla ve bana, benden sonra hiç kimseye nasip olmayacak bir mülk ve saltanat İhsan eyle! Şüphesiz bütün nimetleri bağışlayan, lütufları bol olan yalnız sensin!”  dediği hatırıma geldi(de ifriti köpek gibi kovdum)47

67-) Ayşe (r.a.)’den, (Nebi (as.)’in ramazandaki (gece) namazın sorulduğu, onun da (şöyle) cevap verdiği rivayet edilmiştir: (Gece namazının sayısı ve kılınış şeklinden bahsedildikten sonra) üç (rekât vitir) kılardı. Hz. Ayşe: Ya Resulullah!   Vitir kılmazdan önce uyur musun? Diye sordum. Nebi (as.): Ya Ayşe! Benim iki gözüm uyur, hâlbuki kalbim uyumaz, diye cevap verdi.48

68-) Ebu Hureyre (r.a)den; Şöyle demiştir; (bir gün) Nebi (as.) siz benim kıblem (yalnız) şurasıdır (ve namazda önümden başka bir yeri görmem) mi sanıyorsunuz? Allah’a kasem ederim ki, ne sizin huşunuz bana gizli kalıyor, ne de rükûunuz. (yemin ederim ki,) sizi arkamdan da görüyorum.49

69-) Cabir b. Semure (ra.)’den: Nebi (as.): Ben Mekke’de bir taş bilirim ki, ben (peygamber olarak) gönderilmeden evvel o taş bana selam verirdi. Şimdi bile ben o taşı tanıyorum.50

70-) Ubade b. Samit (ra.)’ten: (uzun bir hadis, Peygamber açık arazide tuvalete gittiğinde iki ağaç eğilerek onu gizlediler.)51

71-) Ebu Eyyub (i Ensari r.a)’ten: (Bir gün) Resulullah (s.a.v.)’in güneş battıktan sonra (Medine haricine) çıktığı ve bir ses işiterek: “Yahudiler mezarlarında azap olunuyor”, buyurduğu rivayet edilmiştir.52

72-) Enes b. Malik (r.a)’den: Bir kere Nebi (as.) (Medine çarşısının bir semti olan ) Zevrada iken (ikindi namazının vakti yaklaşmıştı ve abdest suyu arayıp bulamamışlardı. Bunun üzerine) Resulullah’ın huzuruna bir kap getirildi. Müteakiben Nebi (as.) elini kaba koydu. Hemen parmakları arasında su fışkırmağa başladı. Orada bulunan cemaat abdest al(ıncaya kadar devam et)ti. Katade der ki: Ben, Enes b. Malik’e: “ orada kaç kişiydiniz? Diye sordum. “ O da: üç yüz yahut üç yüz kadar, diye cevap verdi.53

73-) İbni Mesud (r.a.)’tan şöyle dediği rivayet olunmuştur: Biz adetlere aykırı olan işleri bereket ve hayır sayardık.  Siz ise bunları korkutmak (için izhar edilir) sanıyorsunuz. Biz bir seferde bulunduk. Suyumuz azalmıştı. Bunun üzerine Nebi (as.): “haydi bana bir miktar su artığı bulup getiriniz “, dedi. Ashab, içinde az su bulunan bir kap getirdiler. Nebi (as.) kabın içine elini koydu. Sonra ashaba “Haydi temiz ve mübarek suya geliniz. (abdest alınız!) Suyun artışı ise Allah’tandır, buyurdu. Ve hakikatten Nebi (as.)’ın parmakları arasından suyun kaynayıp aktığını gördüm. Yine biz (Resulullah’ın yanında ) yemek yenirken taamın suphanallah dediğini işitirdik.54

74-) Huzeyfe b. Yeman (r.a.)’den: Nebi (as.)’ın şöyle dediği rivayet olunmuştur: Nebi (as.) (bir kere) bize bir hutbe irat ederek, bu hutbesinde, kıyamet kopuncaya kadar mukadderata ait ne varsa hiçbirisini bırakmayıp zikretti. Bunları belleyen belledi, bellemeyen cahil kaldı.55

75-) Esma binti Ebu Bekir(r.a)’den; Nebi (as.) küsuf namazını kıldırdı.  (Esma hazretleri namazı uzattığını detaylıca ifade ediyor. )sonra Nebi (as.) şöyle buyurdu: “ (iyi biliniz) cennet bana yaklaştı , (yaklaştı) o kadar ki, eğer cüret etseydim salkımlarından bir tanesini (alıp) size getirebilecektim.  Cehennemde bana o kadar yaklaştı ki “ ey rabbim ben onlarla beraber miyim?” demeye başladım. (orada birde ne göreyim?) bir kadını bir kedi tırmalayıp duruyor. “buna “ne oluyor? “ diye sordum. (Bu kadın) bu kediyi ölünceye kadar hapsetti. Ne yiyeceğini verdi, ne de yeryüzündeki haşerattan faydalansın niye salıverdi.” Dediler.56

76-) Ayşe (r.a)’den: Ben; Nebi (as.)’a Senin için Uhud gününden daha şiddetli bir gün oldu mu? Diye sordum. Nebi, (as.):  Ya Ayşe! Kavmin (Kureyşten) gelen birçok zorlukla karşılaştım. Fakat onlardan Akabe günü karşılaştığım müşkül vaziyet hepsinden zorlu idi. Ben  (Kureyşten gördüğüm eza uğruna Taife’e gidip) hayatımın siyanetini Abdi Külalin oğlu ibn-i Abd-i Yalil’e teklif ettiğim zaman, bu dileğime cevap vermemişti. Bende kederli ve ve mütehayyir bir halde yüzümün doğrusuna (Mekkeye) dönmüştüm. Bu hayretim “Karni Sealib” mevkiine kadar devam etti. Burada başımı kaldırıp (semaya) baktığımda bir bulut beni gölgelendirmekte olduğunu gördüm. Buluta dikkatli baktığımda bunun içinde Cibril bulunduğunu gördüm. Şimdi Cibril bana: (ya Muahammed) Allah, kavminin senin hakkında dediklerini muhakkak işitti. Seni siyaneti (korumayı) esirgediklerine de vakıf oldu. Allah sana şu dağlar meleğini gönderdi.  Kavmin hakkında ne dilersen ona emredebilirsin, dedi. Bunun üzerine dağlar (emrine müsahhar olan) Melek seslenip selam verdi. Sonra: “ Ya Muhammed! Dedi, Cibril’in söylediği bir hakikattir: Ne dilersen emrine hazırım; eğer (ebu Kubays ile Kayakan denilen) şu iki yalçın dağın Mekkeliler üzerine birbirine kavuşmasını istersen onu emret, dedi. Nebi (as.): (Hayır ben onu istemem) ben isterim ki, Allah bu müşriklerin soyundan yalnız Allah’a ibadet eden ve Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmayan bir nesil meydana getirsin, dedi.57

77-) Ebu Hureyre (r.a)den: “Bir gün Nebi (as.); Ben kıyamet gününde bütün insanların efendisiyim” dedi, ( Ebu Hureyre çok uzun kıyamet ve şefaatle alakalı rivayeti aktarıyor. Buna göre, insanlar şefaat için büyük peygamberlere gidecek. Hz. Âdem; yasak meyveden yemesini, Hz. Nuh kavmine bedduasını,  Hz. İbrahim (haşa) attığı yalanları, Hz. Musa kazaen adam öldürmesini mazeret göstererek, Hz. İsa bir günah zikretmeden onları Hz. Muhammed’e yönlendirecek ve hepsi biz şimdi sadece kendi nefsimizi düşünüyoruz deyip; vah nefsim, vah nefsim diyeceklerdir. Sadece Hz. Muhammed Şefaat edecek ve kendisine;) “ya Muhammed başını kaldır, iste, istediğin sana verilir, şefaat et, şefaatin kabul edilir, buyrulur. (Hz. Muhammed) Ben secdeden başımı kaldırıp; “Ya rab! Ümmetim, ümmetim” diye şefaat ederim. Bunun üzerine : “Ya Muhammed! Ümmetinden hesap ve suale lüzum olmayanları cennet kapılarının sağından cennete koy. Onlar bundan başka, öbür kapılarda da insanlarla ortaktırlar, buyrulur."58

78-) Ebu Musa Eş’ari (r.a)’den, şöyle demiştir: (Bir defa) Nebi (as.) içinde su bulunan bir kap istedi, ellerini, yüzünü kabın içinde yıkadıktan sonra içine (mübarek ağzından su ) püskürdü. Ziyadenin tercümesi: Sonra onlara: bu sudan içiniz ve yüzünüze, göğsünüze dökünüz” buyurdu.59

79-) Ebu Cuhayfe (r.a.)’den. Ebu Cuhayfe şöyle demiştir: (bir seferde) Nebi (as.) öğlenin sıcağın yanımıza çıktı. Kendisine abdest suyu getirildi. Abdest aldı. Halk abdest suyunun artanını alıp (teberrüken) vücutlarına (üstlerine başlarına) sürmeğe başladılar. Nebi (as.) önünde bir harbe olduğu halde öğleyi ve ikindiyi ikişer rekât kıldırdı.60

Yukarıda verilen rivayetlerin çok kısa kritikleri;

65. rivayette miraçta Hz. Peygamberin göğsünün yarılması olayı anlatılıyor. Başka rivayetlerde aynı ameliyatın çocukken de gerçekleştiği şöyle ifade ediliyor: Bir gün Cebrail veya insan şekline girmiş iki melek Resûl-i Ekrem’in yanına gelip göğsünü yarmış, kalbini çıkardıktan sonra ondan bir kan pıhtısı almış, ardından kalbi yıkayıp yerine koymuş, yarığı da kapatmıştır (Müsned, III, 121; Müslim, “Îmân”, 261, 265). Kaynaklarda olayın Hz. Muhammed sütannesinin yanında iken dört beş yaşlarında (Müsned, IV, 184-185), on küsur yaşında (Müsned, V, 139), ilk vahiy almaya başladığı sırada Hira’da (Tayâlisî, s. 215-216) ve İsrâ gecesi mi‘raca çıkmadan önce (Müsned, IV, 208; V, 143; Buhârî, “Ṣalât”, 1, “Bedʾü’l-ḫalḳ”, 6; “Enbiyâʾ”, 5; “Tevḥîd”, 37; Müslim, “Îmân”, 263, 264.) vuku bulduğuna dair rivayetler mevcuttur.61

Bu rivayetlerin Hz. Peygamberin örnek alınmasını anlamsızlaştırdığı açıktır. Zira Hz. Peygamberin değeri bizim gibi insanken, aklı ve özgür iradesiyle en yüce bir ahlaka sahip olabilmesindedir. Eğer çeşitli müdahalelerle, Allah Resulü iradesiz bir meleğe dönüştürülmüşse, diğer insanlar için onun rol model olması da mümkün olmayacaktır. Zira insanlar, melekleştirilmiş (kötülük yapma gücü elinden alınmış) bir varlığı takip edemeyeceklerini bilirler.  Bu nedenle bu tür çelişkili rivayetlerin kabul edilemez oldukları açıktır.

66. Rivayette; Hz. Peygamberin cinlerin en güçlülerinden biri olarak bilinen bir ifriti yakaladığı, sahabeleri de görsün diye direğe bağlamak istediği, ama Hz. Süleyman’ı hatırlayarak bundan tevazu gereği vazgeçtiği iddia ediliyor. Bu rivayete göre Hz. Süleyman’a verilen cinlerin (bir kısmının) emrinde olması mucizesi, Hz. Muhammed’e de verilmiş oluyor. Hâlbuki Kur’an Hz. Peygambere kitaptan başka bir mucizenin verilmediğini defalarca zikrediyor; “Eğer onların yüz çevirmeleri sana ağır geldiyse; bir delik açıp yerin dibine inerek yahut bir merdiven kurup göğe çıkarak onlara bir mucize getirmeye gücün yetiyorsa durma, yap! Eğer Allah dileseydi, elbette onları hidayet üzere toplardı. O hâlde, sakın cahillerden olma. Ancak (samimiyetle) dinleyenler daveti kabul eder."62 “Dediler ki: 'Bize yerden pınarlar fışkırtmadıkça sana kesinlikle inanmayız. Ya da sana ait hurmalıklardan ve üzümlerden bir bahçe olup aralarından şarıl şarıl akan ırmaklar fışkırtmalısın. Veya öne sürdüğün gibi, gökyüzünü üstümüze parça parça düşürmeli ya da Allah'ı ve melekleri karşımıza (şahid olarak) getirmelisin. Yahut altından bir evin olmalı veya gökyüzüne yükselmelisin. Üzerimize bizim okuyabileceğimiz bir kitap indirinceye kadar senin yükselişine de inanmayız.' De ki: 'Rabbimi yüceltirim; ben, elçi olan bir beşerden başkası mıyım?"63 Burada mesele rabbimizin bu mucizeyi vermeye gücünün yetip yetmemesi meselesi değildir. Rabbimiz, istediğini elbette yapmaya kadirdir. Nitekim yüce rabbimizin, Süleyman (as.) efendimizin hizmetine, bir kısım cinleri hizmetkâr kıldığını Kur’an’ın beyanından biliyoruz. Mesele rabbimizin bu mucizeyi verip vermediğidir. Nitekim yukarıdaki ayette gördüğümüz gibi, Resul (as.) çok istemesine rağmen kendisine mucize verilmemektedir. Hâlbuki İsa, Musa, Salih (as.) gibi peygamberlere mucizeler verilmiştir. (Daha geniş bilgi için şu yazı serimize bakabilirsiniz)64 Ayrıca Cin suresinde, Nebi (as.)’ın, kendisini dinleyen cinleri göremediğini, bizzat Allah haber vermektedir. Bu rivayetin bu ve buna benzer nedenlerle kabul edilmez olduğu kanaatimizce açıktır.

67’dan 75’e kadar olan Rivayetlerde, Hz. Peygamberin, gözünün kapanmasına karşı kalbinin uyumadığı, (Resulullah (s.a.v.)’in Seferde kendilerini namaza uyandırmak üzere Hz.Bilal’i görevlendirdiği, Bilal (r.a.)’in uyuyakalması nedeniyle sabah namazını kaçırdığı gerçeği unutuluyor.), önünü gördüğü gibi arkasını da gördüğü, sahabelerin namazdaki huşu derecesini de bildiği, taşların kendisine selam verdiği, ağaçların onun için yerlerinde kalkarak onu gizledikleri, kabirlerde yapılan azaptan dolayı ölülerin çığlıklarını işittiği, parmaklarının arasında sular fışkırdığı, yediği yemeklerin süphanallah diye zikrettiği ve bunun sahabilerce bile işitildiği, kıyamete kadar olan her şeyi bildiği ve bunu sabahtan akşama kadar süren bir hutbe ile bu gaybi bilgileri sahabelerine de aktardığı, namaz üzerinde cennet ve cehennemi gözlemlediği, istemesi durumunda cennet nimetlerini koparıp getirebileceği, Cehennemin içindeki insanların niçin cehennemde olduğunu Nebi (as.) efendimizin bildiği rivayet edilmektedir. 

Bu tabloda her adımı olağan üstünlüklerle dolu bir varlıkla karşı karşıyayız. (kaldı ki sayısız benzer rivayetleri de sıkıcı olur diye almadık.) Hâlbuki yukarıda Kur’an’ın dışında (şahsi olarak kendisine yaşatılan İsra ve Cebrail’i asli şekliyle görme gibi, çok istisnai haller dışında) kendisine Kur’an dışında bir mucize verilmediğini söylemiştik.  Nitekim bizzat Müslim’de ki (bizce sahih olan) bir rivayette, bu gerçek peygamberimizin dilli üzere şöyle ilan ediliyor: Ebu Hureyre (ra.)den, Nebi (as.) şöyle buyurdu: “ peygamberlerden hiçbir peygamber yoktur ki, ona, beşerin mağlup olarak inandığı bir mucize verilmiş olmasın. Mucize olarak bana verilen şey ise, Allah’ın bana vahiy ettiği Kur’an’ı Kerimdir. Bunun için kıyamet gününde peygamberlerin ümmeti en çok olan zatın ben olacağımı umut ediyorum"65

76.Rivayette; Allah’ın kavminin helak edilip edilmeme kararını resul (as.)’a bıraktığı, kendisinin ise onları helak etme kararını vermediği söyleniyor. Bu yüce Allah’ın Kur’an’daki tüm kavimlerle ilgili uygulamalarına ve tevhit ilkesine ters düşmektedir. Zira yüce Allah asla hiç kimseyi hükümlerine ortak kılmamaktadır: “De ki: "Hamd, çocuk edinmemiş olan, hükümranlığında ortağı bulunmayan, düşkün olmayıp yardımcıya da ihtiyaç göstermeyen Allah'a mahsustur." O'nu gereği gibi büyükle."66 Yücelerin yücesi olan Allah’ın, elçilerinin duasına (uygun bulması durumunda) icabet etmesi ayrı bir şeydir, bir toplumun helakını onların hükmüne bırakması ise apayrı bir şeydir. Nitekim böyle bir kararın, (haşa) Hz. Muhammed (s.a.v.)’e bırakılmayacak bir durum olduğu, Kur’an’da açıkça ifade edilmektedir; “İlâhî emrin gerçekleşmesine dair senin elinde hiçbir yetki yoktur; dolayısıyla onların tövbelerini kabule ya da onları cezalandırmaya karar vermek de (sana düşmez)"67 “De ki: “Sizin acele istediğiniz azap şayet benim elimde olsaydı, benimle sizin aranızda iş elbette bitirilmiş olurdu."68 “Onlara vaat ettiklerimizin bazılarını sana göstersek de senin canını alsak da sana düşen sadece tebliğdir. Hesap görmek ise bize aittir."69)

Bu nedenle rivayetin sıhhatini zedeleyen, anlama, yorumlama veya aktarmada bir yanlışlığın olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.

77. rivayette, Hz. Muhammed (as.) efendimiz yüceltilmekte, diğer peygamberler ise küçümsenmektedir. Bu nedenle bu rivayetin de sorunlu olduğunu söyleyebiliriz. Zira bütün peygamberler bir kusur atfedilerek devre dışı bırakılmaktadır. Hz. İsa (as.) ise, bir eksiklik bile atfedilmeden elenenlerin içinde gösterilmektedir. Bu rivayette özellikle de Hz. İbrahim (as.)’in, yalancılık vasfı ile itham edilmesi, asla kabul edilebilecek bir durum değildir. Kur’an’ı Kerim bizzat İbrahim (as.)’ı tezkiye ederken, onun rivayette (haşa) kirli gösterilmesinin kabul edilecek bir tarafı yoktur.  Nitekim bu rivayeti işiten Hasan Basri (r.a.), rivayete itiraz eder. Hadisi aktaran kişi; “Ama ravi adil birisi, yalan mı söyleyecek” diye rivayeti savununca, Hasan Basri; “İbrahim (as.) yalan söylememeye daha layıktır” der. Kur’an’ı kerim Hz. İbrahim’i şöyle övmektedir: “Gerçek şu ki, İbrahim (tek başına) bir ümmetti; Allah'a gönülden yönelip itaat eden bir muvahhitti ve o müşriklerden değildi."70

Ayrıca dikkat edilirse, bütün peygamberlerin o gün sadece nefsim diyeceği ve ümmetlerinin bağışlanması için şefaat/dua etmeyeceği söyleniyor. Diğer yandan sadece Hz. Muhammed’in ümmetim, ümmetim diyeceği iddia ediliyor. Yanı sıra bu ifadeler, diğer peygamberleri bencil şahsiyetler olarak gösterirken, sadece Hz. Muhammed’i bundan istisna etmektedir. Hâlbuki Kur’an’ı Kerim, kıyametteki zorluğu anlatırken peygamberleri ayırmamakta, bütün peygamberlerin şahit olarak muhatap alınacağını ifade etmekte ve hiç birisini (haşa) itibarsız bir konuma düşürmemektedir. Nitekim Kur’an’da şöyle buyrulmaktadır : “Yeryüzü Rabbinin nuruyla aydınlanır, kitap açılır, peygamberler ve şahitler getirilir ve onlara haksızlık yapılmadan, aralarında adaletle hüküm verilir."71  “Bütün insanları kendi (peygamber) önderleriyle birlikte çağıracağımız günü hatırla. (O gün) her kime kitabı sağından verilirse, işte onlar kitaplarını okurlar ve kıl kadar haksızlığa uğratılmazlar."72  “Allah’ın, peygamberleri toplayıp “siz(den sonra davetiniz)e ne derece uyuldu?” diyeceği, onların da, “Bizim hiçbir bilgimiz yok. Gaybleri hakkıyla bilen ancak sensin” diyecekleri günü hatırlayın.”73

Bu rivayetin sorunlu bir tarafı da, kâfirler için söz konusu olan dehşet ve korkuya, tüm müminlerin de kapılacağı ve özellikle de peygamberlerin de buna maruz kalacağına dair çizilen tablodur. Hâlbuki Kur’an başka bir tablo çizmektedir: “Şüphesiz “Rabbimiz Allah’tır” deyip de, sonra dosdoğru olanlar var ya, onların üzerine akın akın melekler iner ve derler ki: “Korkmayın, üzülmeyin, size (dünyada iken) vaat edilmekte olan cennetle sevinin!"74 “O gün, Mümin erkekler ile Mümin kadınları, nurları önlerinde ve sağlarında koşarken görürsün. 'Bugün sizin müjdeniz, içinde ebedi kalıcılar (olduğunuz), altından ırmaklar akan cennetlerdir.' İşte 'büyük kurtuluş ve mutluluk' budur."75 Kur’an’da müminlerin o gün dehşeti yaşayacağına dair açık bir ayet görmek mümkün değilken, bunun aksini açıkça tasvir eden yüzlerce ayet önümüzde durmaktadır. Dolayısıyla Korku ve dehşete vurgu yapan ayetler kâfirler içindir. Zira korku, dehşet ve pişmanlığı yaşayacak olanlar sadece bunu hak eden zalim ve müfsit kâfirler olacaktır.   

78 ve 79 rivayetlerde, Allah resulünün ağzına alıp çalkalayıp tükürdüğü, burnunu temizlediği, ayaklarını, ellerini, kulaklarını yıkadığı suyu sahabelerine vererek içmelerini ve yüzlerine ve başlarına sürmelerini emrettiği söyleniyor ki bunun imkânsızlığı ortadır.  Şüphesiz ki beşer olan resul (as.) bunu emretmekten münezzehtir. Hâlbuki Kur’an Hz. Muhammed’in konumunu ortaya koyarak şöyle buyuruyor: “Muhammed, yalnızca bir elçidir. Ondan önce nice elçiler gelip-geçmiştir. Şimdi o ölürse ya da öldürülürse, siz topuklarınız üzerinde gerisin geriye mi döneceksiniz? İki topuğu üzerinde gerisin geri dönen kimse, Allah'a kesinlikle zarar veremez. Allah, şükredenleri pek yakında ödüllendirecektir."76 “Dediler ki: 'Bize yerden pınarlar fışkırtmadıkça sana kesinlikle inanmayız. Ya da sana ait hurmalıklardan ve üzümlerden bir bahçe olup aralarından şarıl şarıl akan ırmaklar fışkırtmalısın. Veya öne sürdüğün gibi, gökyüzünü üstümüze parça parça düşürmeli ya da Allah'ı ve melekleri karşımıza (şahid olarak) getirmelisin. Yahut altından bir evin olmalı veya gökyüzüne yükselmelisin. Üzerimize bizim okuyabileceğimiz bir kitap indirinceye kadar senin yükselişine de inanmayız.' De ki: 'Rabbimi yüceltirim; ben, elçi olan bir beşerden başkası mıyım?"77

Sözlerimizin sonu Allah’a hamdtir. Rabbimizden kitabını ve Resulünün sünnetini doğru anlamayı ve en güzel şekilde kitabiyle, elçisinin sünnetine uymayı bize nasip buyurmasını niyaz ederiz.


Dipnotlar:

1- Prof. Dr. Ahmet Yücel, Hadis Usulü, S.171. İbni Salah Şahrezori, Hadis İlimleri, S.15, Mütercim Yay.

2- Prof. Dr. İsmail Hakkı Ünal, İmam Ebu Hanife’nin Hadis Anlayışı ve Hanefi Mezhebinin Hadis Metodu, DİB. Yay. S.196--199.

3- 69/44—47.

4- DİA. El-Camiü’s Sahih Maddesi, C. 7, S. 114-123

5- Prof. Dr. Enbiya Yıldırım, Hadisler ve Zihinlerdeki Sorular, Büyük Muhaddis Şuayp Arnavut’la Söyleşi, S.190.

6- Prof. Dr. Enbiya Yıldırım, Hadisler ve Zihinlerdeki Sorular, Büyük Muhaddis Şuayp Arnavut’la Söyleşi, S.323.

7- Muslim, Fiten 119, (2942); Ebu Davud, Melahim 15, (4325, 4326); Tirmizi, Fiten 66, (2254).

8- Sahihi Buhari, Muhtasarı Tecridi Sarih Tercemesi ve Şerhi, C.9, S.240.

9- Sahihi Buhari, Muhtasarı Tecridi Sarih Tercemesi ve Şerhi, C.6, S.243.

10- Muhtasar Sahihi Müslim Tercümesi, Hafız Ebu Muhammed el- Münziri, Eser Neşriyat, C. 1. S.137.

11- Muhtasar Sahihi Müslim Tercümesi, Hafız Ebu Muhammed el- Münziri, Eser Neşriyat, C. 3. S.359.

12- Sahihi Buhari, Muhtasarı Tecridi Sarih Tercemesi ve Şerhi, C.9, S.184.

13- Sahihi Buhari, Muhtasarı Tecridi Sarih Tercemesi ve Şerhi, C.6, S.532.

14- Muhtasar Sahih-i Müslim Tercemesi, Hafız Ebu Muhammed El- Münziri, C. 3. S. 362. Eser Neşriyat

15- Sahihi Buhari, Muhtasarı Tecridi Sarih Tercemesi ve Şerhi, C.4, S.525.

16- Sahihi Buhari, Muhtasarı Tecridi Sarih Tercemesi ve Şerhi, C.12, S.412.

17- Müslim, Fiten, 119,121.

18- Buharî, Fiten: 26; Müslim, Îman: 277; Müsned, 2:122, 144.

19- Buharî, Fiten: 26.

20- Buharî, Libas: 68; Müslim, kitabü'l-Fiten: 20. Ebû Davud, Kitabü'l-Melahim: 14.

21- Müsned, 2:191.

22- Ebû Davud, Kitabü'l-Melahım:14.

23- Müsned, 3:367-368.13

24- Buharî, Fiten: 26; Müslim, Fiten: 101-102; Tirmizî, Fiten: 62; Müsned, III:115, 211.

25- Müslim, Fiten: 95, 101-102; Ebû Davud, Melahim: 14; Tirmizî, Fiten: 56; Müsned,

26- Kenzü'l-Ummal, 14:330.

27- Müsned, 3:367-368; Hâkim, Müstedrek: 4:530.

28- Müslim, Fiten: 110; Ebû Davud, Melahim: 14; Tirmizî, Fiten: 59; İbni Mâce, Fiten:

29- Buharî, Fiten: 26; Müslim, Fiten: 114; İbni Mâce, Fiten: 33; Müsned, 4:248, 252.

30- Müslim, Fiten: 104; İbni Mâce, Fiten: 33.

31- Sahihi Buhari, Muhtasarı Tecridi Sarih Tercemesi ve Şerhi, C.6, S.243.

32- Buharî, Fiten: 25, Enbiya: 50; Müslim, Fiten: 105 (H. 2935); Ebû Davud, Melahim:

33- Sahihi Buhari, Muhtasarı Tecridi Sarih Tercemesi ve Şerhi, C.9, S.184.

35- el-Münavî, Feyzü'l-Kadir Şurhu Câmii’s-Sağîr, I-IV. Beyrut: 1392 (1972), Hadis no: 4249; el-Heytemî, Mecmaü'z-Zevâid ve Menbâü’l-Fevâid, I-VIII (Beyrut: 1403/1982), 8:344.

36- Buhârî, “Fiten”, 25

37- Muhtasar Sahihi Müslim Tercümesi, Hafız Ebu Muhammed el- Münziri, Eser Neşriyat, C. 3. S.359..

38- Müsned, II, 349; III, 345; V, 89, 396

39- DİA. Deccal Md. C. 9. S. 69---72.

40- Sahihi Buhari, Muhtasarı Tecridi Sarih Tercemesi ve Şerhi, C.4, S.520.

41- Sahihi Buhari, Muhtasarı Tecridi Sarih Tercemesi ve Şerhi, C.4, S.523.

42- Muhtasar Sahih-i Müslim Tercemesi, Hafız Ebu Muhammed El- Münziri, C. 3. S. 500. Eser Neşriyat.

43- Muhtasar Sahih-i Müslim Tercemesi, Hafız Ebu Muhammed El- Münziri, C. 32 S. 389. Eser Neşriyat.

44- 4/65.

45- 9/80.

46- Sahihi Buhari, Muhtasarı Tecridi Sarih Tercemesi ve Şerhi, C.2, S.273.

47- Sahihi Buhari, Muhtasarı Tecridi Sarih Tercemesi ve Şerhi, C.2, S.402

48- Sahihi Buhari, Muhtasarı Tecridi Sarih Tercemesi ve Şerhi, C.4, S.118.

49- Sahihi Buhari, Muhtasarı Tecridi Sarih Tercemesi ve Şerhi, C.2, S.356.

50- Muhtasar Sahih-i Müslim Tercemesi, Hafız Ebu Muhammed El- Münziri, C. 2 S. 574. Eser Neşriyat.

51- Muhtasar Sahih-i Müslim Tercemesi, Hafız Ebu Muhammed El- Münziri, C. 3 S. 597. Eser Neşriyat.

52- Sahihi Buhari, Muhtasarı Tecridi Sarih Tercemesi ve Şerhi, C.4, S.584.

53- Sahihi Buhari, Muhtasarı Tecridi Sarih Tercemesi ve Şerhi, C.9, S.290.

54- Sahihi Buhari, Muhtasarı Tecridi Sarih Tercemesi ve Şerhi, C.9, S.292.

55- Sahihi Buhari, Muhtasarı Tecridi Sarih Tercemesi ve Şerhi, C.12, S.226.

56- Sahihi Buhari, Muhtasarı Tecridi Sarih Tercemesi ve Şerhi, C.2, S.734.

57- Sahihi Buhari, Muhtasarı Tecridi Sarih Tercemesi ve Şerhi, C.9, S.31.

58- Muhtasar Sahih-i Müslim Tercemesi, Hafız Ebu Muhammed El- Münziri, C. 1 S. 165---171. Eser Neşriyat

59- Sahihi Buhari, Muhtasarı Tecridi Sarih Tercemesi ve Şerhi, C.1, S.163.

60- Sahihi Buhari, Muhtasarı Tecridi Sarih Tercemesi ve Şerhi, C.1, S.161.

61- DİA. C. 38, S. 309-310

62- 6/35,36.

63- 17/90---93.

65- Muhtasar Sahih-i Müslim Tercemesi, Hafız Ebu Muhammed El- Münziri, C. 1 S. 58. Eser Neşriyat.

66- 17/111.

67- 3/128.

68- 5/58.

69- 13/40.

70- 16/120.

71- 39/69.

72- 17/71

73- 5/109.

74- 41/30.

75- 57/12

76- 3/144.

77- 17/90—93.