Bugünün Kerbelası

MUSTAFA SİEL

Kim Çizdi Bu Sınırları?

100 yıl öncesinde aynı devletin sınırları içinde bulunan, aynı devletin vatandaşları olan başta Filistin, Suriye ve Irak olmak üzere pek çok coğrafyada,  yıllardır kan gövdeyi götürüyor maalesef. Türkiye’de son yıllarda pek çok alanda olumlu gelişmeler görülürken, bu memleketlerde hemen her şey her gün daha kötüye doğru gidiş sürecinde.

Libya gibi bazı memleketler daha önce kopartılmışken, Sykes-Picot denen idam fermanıyla son öldürücü darbe vuruldu ve parça parça edildi Osmanlı.  Asırları deviren yaşlı Osmanlı çınarı Batılı Devletlerce cetvelle çizilen yapay sınırlarla paramparça edildi, batının yerli uşaklarının bilinçli ve bilinçsiz işbirliğiyle.

100 Yıl Uyuyan Ümmet

Türkiye’de ve diğer İslam Beldelerinde batı uşağı mankurtlar kendilerini, adeta kutsadıkları yapay sınırlara madden ve manen hapsetseler ve batı adına adeta bir sürü gibi gütmeye çalıştıkları ümmetin bilincinden silmeye çalışsalar da, tek bir ümmet ve tek bir memleket olduklarına dair bilincin derin izleri kaldı hep ümmetin derin şuur altında.

Son yıllarda düşe kalka da olsa yeniden uyanmaya başlayan ümmet bilinci, yapay sınırların yeniden sorgulanmaya başlanmasına, ümmetin farklı coğrafyalarına adeta birer deli gömleği gibi giydirilen ulus ve ulusal sınırların anlamsızlığının fark edilmesine yol açmaya başladı.

Kudüs ve Mescidi Aksa, Derin Uykudaki Ümmet Bilincinin Sigortaları

1948’den beri fiilen ve resmen işgal altında bulunan Filistin, 1967’de tamamen işgal edilen Kudüs ve Mescidi Aksa, ümmetin derin bilinçaltında uyuyan ümmet bilincinin en önemli sigortaları ve yeniden uyanmasının en büyük tetikleyicileri oldular bu güne değin.

Buraların batının sınırsız desteğindeki bir avuç Yahudi çetecinin işgaline girişi ve gün be gün Yahudileştirmesi, adeta ümmetin derin bilinçaltının çatlayarak ümmet bilincinin bir volkan gibi fışkırmasına zemin hazırladı.

Yapay Sınırları Çatırdatan Ortadoğu İntifadası

Aralık 2011’de Tunus’ta başlayan kimilerine göre Arap, kimilerine göre Ortadoğu, bize göre İslam İntifadası, aslında bilinçaltına iteklenen ümmet bilincinin yeniden depreşmesinin ve yapay sınırlarının en derinlerden çatırdamasının ayak sesleri idi.

Her ne kadar ilk etapta Tunus, Mısır, Libya ve Suriye’deki halkın kendi memleketlerindeki batı uşaklarının esaretinden kurtuluşu için giriştikleri mücadele olarak ortaya çıksa da, süreç içerisinde eninde sonunda ümmet bilinciyle yapay sınırların buharlaşması sürecine evrilmesi kaçınılmaz idi.

Batı ve yerli uşakları, gelecekleri açısından derinden çalmaya başlayan tehlike çanlarını bizden önce duydular. Çoğu İslamcının dahi batı komplosu diye tahkir edip önemsemedikleri ve hatta tahkir ettikleri bu intifadaları durdurmak ve geriletmek için bütün güçleriyle yüklendiler.

Yeni Bir Dünya Kurulurken

AK Parti 12 yıllık iktidarı boyunca ümmeti gözeten dış politikalar üretmeye çalıştı hep. Başlangıçtaki komşularla sıfır sorun politikası, batının tu kaka ilan ettiği İran’ı sahiplenici politikaları hep bu bilincin reel yansımaları idi.

Ortadoğu intifadalarının başlamasıyla ümmeti gözeten politikalarını Müslüman halklardan yana duruş koyarak gösterdi, intifada eden halkları sonuna kadar destekledi.

Öyle ki tüm dünyayı karşısına almak pahasına İsrail’le ilişkilerini adeta sıfırlamakla kalmadı, Mısır’da darbeye en sert şekilde karşı çıktığı ve tüm baskılara rağmen bu konuda geri adım atmadığı gibi; bu gün neredeyse tüm devletlerin terk ettiği Suriye halkının yanında durmayı sürdürdü, tüm maliyetine rağmen ve ödeyebileceği acı bedelleri göze alarak.

Türkiye Halkı Koptuğu Ümmet Coğrafyasıyla Tekrar Buluşuyor

Ak Parti iktidarının son yıllardaki ümmeti ve mazlumları gözeten hakkaniyetli dış politikaları, ümmet coğrafyasındaki halkları Türkiye halkıyla, Türkiye halkını da bu halklarla yeniden bir araya getiriyor, gönül köprüleri kurulmasına zemin ve vesile oluyor. Batıyı ürküten ve deliye dönmüş boğalar gibi hükümete saldırtan temel neden de bu olsa gerektir.

Bu politikalar belki kısa vadede arzulanan hedeflerine ulaşmasa da, orta ve uzun vadede köklü dönüşümlere zemin hazırlayacak ve vesile olacaktır eninde sonunda. Şu anda olumsuz gibi görünen duruma aldanmamak gerekir, bu süreç hiç umulmadık bir şekilde ümmetin hayrına olacak derin dönüşümlere gebedir.

Küresel 28 Şubat Sürecini Yaşıyoruz Bu Günlerde

Hükümetin bu ümmetçi politikalarının küresel bazdaki muhtemel etkileri batıyı panikletmiş, Tayyip Erdoğan ve Ahmet Davutoğlu isimleri merkezinde hükümet üzerinde küresel 28 Şubat sürecinin başlatılmasına sebep olmuştur.

Şu anda başta Irak ve Suriye ile Tunus ve Libya olmak üzere olumlu İslami gelişmelere gebe tüm İslam beldelerinde bu gelişimleri durdurup boğmak ve hükümeti önce zayıflatıp mümkünse ortadan kaldırmak odaklıdır bu sürecin esası.

Nasıl ki 28 Şubat sürecinin o boğucu havasında adeta tüm umutlar tükenmişken hiç kimsenin beklemediği derin dönüşümlerle bu günlere geldi isek; bu günlerde yaşadığımız, ümmeti adeta cendereye alıp boğmaya çalışan küresel 28 Şubat süreci de, hiç kimsenin ummadığı hayırların ortaya çıkacağı yarınlara gebe görünmektedir.

Dost Zor Günde Belli Olur

Bayramda ve düğünde herkes dost görünür, bir araya gelir. Asıl dostlar ise zorluk ve acı günlerinde belli olur. Yaşanan zorluklara ve acılara ortaklaşmak birleştirir yüzyıllık parçalanmışlıkları. Zorluk ve acı günlerinde gösterilen dostluklar ta bilinçaltına kazınır.

İktidar ümmetin zorluk ve acılar içinde kıvranan bu karanlık günlerinde elinden gelenden fazlasını yapmaya gayret etmekte, adeta çırpınmaktadır. Allah’ın kalplerindeki marazlar nedeniyle gözlerine perde çektiği bazı İslamcılar göremeseler de, batı ve uşakları ile mazlumlar ve ümmet görmektedir bu çırpınmaları.

Bölgede Bütünleşmeye Doğru

Bilhassa Suriye politikası bu gün Türkiye halkı ile Suriye halkı arasında kopmuş olan gönül köprülerinin yeniden kurulmasına vesile olmuş ve sınırlar gönül dünyasında ortadan kalkmıştır. Bu durum eninde sonunda fiziki sınırlarında ortadan kalkmasıyla sonuçlanacaktır inşaallah.

Zaten son gelişmeler, aslında bir bütün olarak kalması zaruri iken batılılarca kasten sorunlu sınırlarla bölünen Türkiye, Suriye Irak’ın Sünni kesimleri ile tüm Kürdistan’ın, bölge halkının benimseyeceği bir formülle tekrar birleşmesini zorunlu kılmaktadır.

Bu gün Mazlumların Acılarını Görmeyenleri Ahirette Allah Görür mü?

Bugün Suriyeli ve Iraklıların çektiği zulümleri görmezden gelenleri Allah dünyada ve ahirette görmezden gelmeyecek mi? Sözüm batılılara ve batıcılara değil, zira onların Allah diye bir ilahları, ahiret diye bir dertleri yok; ilahları Ankara’da, cennetleri bu dünyada onların. Sözüm iman ettim demekten de öte, kendini İslamcı görenlere.

Batılıların dünyanın pek çok bölgesinde adeta sinek gibi öldürülen milyonları göremezken okyanustaki balina katliamlarına ağıtlar yakması gibi, bu güruh gezide parmağı kanayan İslam düşmanlarına ağıtlar yakarken, Suriye ve Irakta taammüden katledilen yüzbinleri görmüyorlar bile.

Mezhep Uğruna Müslümanları Katledenler

Hele bir de İran ve Şiaperestler var ki, Suriye ve Iraktaki zulümleri görmezden gelmek bir yana, bizatihi zulmediyorlar ve hatta zulüm bizatihi kendilerinden kaynaklanıyor. Halk tabiriyle yatacak yeri yok İran ve Şiaperestlerin. Nasıl verecekler bu zulümlerinin hesabını, hangi mezhebi yada stratejik hesap mazur gösterebilir bu zulümleri?

İran ve Şiaperestler mezhepçi politikalarıyla, Şianın ümmete tarih boyunca yaptığı ihanetlere bir halka daha eklerken, 1979 devrimiyle karşılıklı atılmış vahdet köprülerinin temellerini dinamitliyor, son taşları da yerinden oynatıyor

Çıkmadık canda ümit vardır ama, Şia’nın ümmete dönebilmesi ve kabulü imkansız gibi, İran geriye dönüşü imkansız noktayı çoktan aşmış durumda görünüyor.

İran Ve Şiaperestlerin Ümmete En Derin İhaneti

Tunus, Mısır ve Libya’da intifadanın ilk aşamaları gayet başarılı idi ve süreç ümmetin lehine doğru gelişiyordu. Mart 2011’de başlayan ve zaruri nedenlerle 6 ay sonra silahlı direnişe dönüşen Suriye intifadası ise, İran ve Şiaperestlerin olağanüstü gayretleri ve direkt müdahalelerinin de etkisiyle durduruldu.

Suriye direnişinin durdurulması önce Mısır’da darbenin meydana gelmesine, sonra Tunus’ta benzeri bir darbenin zeminini hazırlama çalışmalarına, Libya’da devrimin batı uşaklarınca tekrar çalınmasına yönelik batının ve yerli uşaklarının çabalarına ortam sağladı.

Yani ümmetin yeniden diriliş hamlesi önce Suriye’de durduruldu ve bunda en önemli pay sahibi de kendini tek İslam Devleti olarak pazarlayan İran ile Şiaperestler oldu.

Bugünün Muaviye, Yezid Ve Haccacı

Şia’nın en önemli kozudur Kerbela’da Hz. Hüseyin ve efradının Yezid tarafından katlettirilmesi. Her yıl olduğu gibi bu yılda Muharrem ayının gelmesiyle Kerbela matemlerinde ağlayıp sızladılar.

Oysa 1400 yıl önce yaşanan Kerbela’yı anmalarına gerek yok, bu gün Kerbela Irak ve Suriye’de, hem de daha kanlı olarak yaşanıyor. En az 200 bin mazlum katledilmiş Suriye’de, en az 5000 kadına tecavüz edilmiş durumda. 2003’ten bu güne Irakta katledilen Sünni sayısı en az bir milyon.

Bu gün bizzat İran ve Şiaperestler oturmuşlar Muaviye’nin, Yezid’in ve Haccac’ın kotluklarına. Bugünün Muaviye’si Hamaney Şiaperestlerin kıblesi olan Tahranda oturmuş, Şiayı İslam dünyasında hakim kılmak için derin planlar (keyd) yapmakla geçiriyor günlerini.

Bu günün Yezid’i Esed Şam’ın saraylarında günlerini içki alemleriyle geçirirken, bayramdan bayrama göstermelik uğradığı camide bayram namazını bile doğru dürüst kılamayarak cümle alemi kendisine güldürüyor.

Bu günün Haccac’ı General Kasım Süleymani Lübnan, Suriye ve Irak arasında mekik dokuyor Hamaney’in planlarını uygulamak için, sinek gibi Sünni katlettirmekle geçiriyor bütün mesaisini.

İran Ve Şiaperestler Kimin Kardeşi?

Son yıllardaki gelişmeler ümmetin yeniden kendisini keşfetmesine, kaybettiği kardeşlerini bulup kucaklaşmasına vesile oluyor, herkes kardeşini buluyor. Bu noktada sormak gerekiyor, İran ve Şiaperestler kimin kardeşi?

Maalesef son süreçteki politikaları ümmetin kardeşi olmaktansa batı ve batı uşaklarının kardeşi olmayı yeğlediklerini, Şia taassubunu merkeze alan politikalarının onları batı ve yerli işbirlikçileri ile kader birliği etmeye yönlendirdiğini ortaya koyuyor.

İran ve Şiaperestler halihazırda batı ve İsrail düşmanı pozlarını verseler de, aslında batı, İsrail ve bunların yerli işbirlikçilerinin gizli müttefikidirler ve bu perdelerin yırtılıp bu müttefikliğin ayan beyan ortaya çıkması içinde çok bekleyeceğimizi sanmıyorum.

Mezheptapıcılar Bizleri Mezhepçilikle Suçluyorlar

Hırsız ev sahibini bastırmaya çalışıyor, mezheplerini putlaştıran İran ve Şiaperestler, adaleti ve mazlumları, şu anda haksızlık edilen ve zulmedilen Sünnileri savununca, bizleri hemen mezhepçilikle suçluyorlar.

Zerre kadar hakkaniyet, adalet ve vicdan yok bunlarda. Çok iyi biliyorlar aslındadevrim sonrası Irak despotu Saddam’ın haksız saldırıları karşısında hep İran’ın ve ezilen Irak Şiilerinin yanında olduğumuzu. İran Radyosunun Türkçe yayınlarını dinleyip, kamyon şoförlerinin getirdiği ve Sehaladdin Eş Çakırgil abimizin editörlüğünü yaptığı İslam Çağrısı dergisini okuduğumuzu, ümmetçilik adına İran’ı savunmak pahasına İrancı damgası yiyip fişlendiğimizi. Saddam’ı M. Kemal’dan farklı görmediğimiz gibi, asılmasına da zerre kadar üzülmediğimizi.

Dünün Mazlumları Bugünün Zalimleri  

Ama dünün mazlumları olan İran ve Şiaperestler, özellikle 2003’ten sonra belirgenleşen bir çabayla zulmetmeye, tüm dünyada mezheplerini hakim hale getirme ve Şiileştirme çabalarına girmeye, Irak ve Suriye’de demografik yapıyı bozup Şiileri baskın güç hale getirmeye uğraşmaya başlayınca, onların karşısına geçtik.

13.Rad Suresi 25. ayet gereğince dün nasıl Saddam ve benzeri zalimlere lanet okudu isek, bu günde bu günün zalimlerine, İran ve Şiaperestlere, Hamaney, Kasımi ve Esed’e lanet okuyor, Allah’ın laneti tüm zalimlerin üzerine olsun diyoruz.

Batı Uşakları Ve İşbirlikçileri İle Hainler Son Kozlarını Oynuyorlar

Gerek Türkiye’de ve gerekse tüm İslam memleketlerindeki Sisi gibi batı aşığı uşaklar, Suud hanedanı gibi işbirlikçiler, İran ve Şiaperestler gibi takiyyeci hainler ile batı son kozlarını oynuyorlar; ümmetin yeniden dirilişini engellemek, ulusal sınırlar içinde halklarını gütmeyi sürdürmek, mezheplerini hakim kılmak için.

O nedenledir ki eskisi kadar perde arkasında kalamıyor, çok açık veriyorlar. Buda onların halklar nezdinde foyalarının ortaya çıkmasına, gerçek konumlarının algılanmasına vesile oluyor.

Zalimler İleride Nasıl Bir Devrilişle Devrileceklerini Bilecekler

Hiç kimse beklemesin her şeyin eskisi gibi olmasını, bu emperyal, işbirlikçi ve mezhebi politikaların sonsuza kadar devam etmesini. Bu adaletsizlikler, bu ihanetler, bu zulümler; batılı ve yerli tüm zalimlerin hiç beklemedikleri bir inkılapla devrilmelerine yol açacak fay hatlarını derinleştiriyor ve tetikliyor, kurdukları yapıların temellerinin oyulmasını sağlıyor.

26.Şuara Suresi 227. ayette Yüce Allah zalimler yakında nasıl bir devrilişle devrileceklerini bilecekler buyuruyor. Bir sabah uyandığımızda Musul’un IŞİD’in eline geçmesine nasıl şaşırdıysak, başta İran, Esed rejimi olmak üzere, Suud, Ürdün ve tüm işbirlikçilerin yıkılışına da aynı şekilde şaşıracağımız günler hiç te uzak olmayabilir.