Bugün bedenindeki misafiri öldürürsen, yarın da ...!

Ali İhsan Karahasanoğlu

BDP’li ile CHP’li.. Sosyalist ile kapitalist..

Sözde hayvansever ile sözde hümanistler..

Nasıl da buluşuveriyolar bir anda..

Buluştukları nokta neresi?

Kürtajın tümüyle serbest olması.

Yani bir canlının öldürülebilmesi..

Başörtü yasağı döneminde, hep merak etmişimdir.. “Özel hayatında insana çok değer verdiğini gözlemlediğimiz bazı insanlar, nasıl oluyor da başörtü düşmanı olabiliyorlar? Nasıl oluyor da, başörtü gerekçesi ile, üniversiteden bile, kızlarımızın atılmasına destek verebiliyorlar?”

Anlamak mümkün değil..

Yine, bakıyorsunuz hayvansever bir bayan.. Belediyenin itlaf ettiği bir köpek ölüsü üzerine, gözyaşları döküyor..

Samimi olsa, can kurban..

Ama görüyorsunuz işte..

Küçücük tartışmalar, herkesin gerçek kafa yapısını ortaya döküyor.

Hayvana gösterilen değer, insana gösterilmiyor.

Sakın, “Hayvanın ne önemi var? Boşverin. İstenildiği gibi öldürebilirsiniz” fikrinde olduğumu sanmayın..

Hayvanın da bir canlı olduğunun bilincindeyim..

Ama kıyasladığımızda, en basitinden, mutlak bir seçim yapmak zorunda kaldığımızda.. “Bir insan mı, bir hayvan mı” ikileminde kalıp, başka hiçbir çıkar yolunuz yoksa..

“İnsan hayatının tercih edilmesi gerektiği” çok açık..

Ama bizim şimdiki tartışmamızda, bir tercih durumu dahi yok.

Durduk yerde, anne olacak bayanın keyfi için..

“Öldürelim, gitsin” deniliyor..

Hani eski çağlarda olsak..

“Öldürmeyi nerden çıkarıyorsunuz? O daha doğmadı ki! Henüz yaşamıyor ki!” denilebilirdi.

Ama bugün, bunu söylemek mümkün mü?

Eski çağlarda olsaydık, “Canım kalbinin atmaya başladığını nerden biliyorsunuz” derlerdi..

Ama şimdi, gözünüzle görüyor, kulağınızla işitiyorsunuz, o kalp atışını!..

Tıp ilmi o noktaya geldi ki; anne karnındaki bebeğin kalp atışlarını, 5-6 haftadan sonra, net olarak tesbit etmek mümkün artık.

Tik tak.. Tik tak..

Çok net..

Hiç tereddüte düşmeyecek kadar kesin..

Ve biz, kalbi atmaya başlamış bir canlının/ bir insanın kalbini durduranların (vücudunu parçalayanların), “Cinayeti nerden çıkartıyorsunuz” sorusuna muhatap oluyoruz.

Bu mantığın sonu var mı?

Doğmuş çocuğu öldürenler de “Ne var canım. Daha küçücük o. Daha bir şey öğrenmemiş. Okula gitmemiş. Bu bebeği öldürmeyi, insan öldürme olarak nasıl yorumlayabilirsiniz” savunması yapmaz mı?

Aynı mantıkla, biraz daha büyük insanı öldürenler, “Daha okulunu bitirmemiş. Bir iş sahibi olmamış. Hem ne zorluklarla karşılaşacak. Kurtulmuş garibim” diyerek, başka cinayetleri de mazur göstermezler mi?

Bu mantığın sonu yok.

Zengin olan, “Fakirin yaşadığı da hayat mı? Kurtulmuş oldu” diyerek, işlediği cinayeti savunur..

Güçlü olan, “Zayıf çelimsiz hali ile yaşayıp ne yapacaktı” der, cinayetine gerekçe getirir..

Bunların sonu yok..

Öyle ise, “canlı olma” sıfatına, objektif kriterle bakmamız zorunlu..

Belki daha gerilerdeki bir aşamanın özellikleri de esas alınabilir ama..

En geç, “kalbin atışı”, artık canlı hüviyetinin kazanıldığı an olmalı..

Bundan sonra da, “Benim bedenim” mavalını, bırakmalı herkes..

Senin bedeninde, misafir o!

Aksi takdirde, bugün “Benim bedenim” der, karnınızdakini öldürürsünüz..

Yarın “Benim evim” der, evdeki misafirleri öldürürsünüz..

Bunun sonu yok ki..

Tartışma, insan olma özelliğini taşıyan ceninin, artık ne annesinin, ne babasının bir parçası olmadığını kabulden geçer..

 Evet ceninin, anneye ihtiyacı var ama..

Bu ihtiyaç, yeni doğmuş bir bebeğin anneye-babaya ihtiyacı olması gibi..

Yeni doğmuş bebeği de, kendi haline bırakırsanız, ölmez mi?

O halde, anne karnındaki bebeğin ve yeni doğmuş bebeğin anneye ihtiyacı benzerdir..

İkisini de, kendi haline bırakmak.. Daha da ötesi; kürtajdaki gibi, kalp atışını durdurucu eylemde bulunmak, cinayettir..

YENİ AKİT