Bu Son 28 Şubat Olsun!

AHMET MARUF DEMİR

İnsanın nereden başlayacağını bilemediği zamanlar oluyor. Bu zaman da onlardan biri. Hangi sözcüğü hangi cümleyi kurmak için kullansanız hep bir şeyler eksik kalacak zannediyorsunuz. Bazen direk Cumhurbaşkanına bir mektup olarak yazıya dökülsün istiyor düşünceleriniz; bazen de nereden başlayacağınızı bilmemenize sebep, o insanların acısını anlatacağınız bir hikaye yazsın istiyor yüreğiniz.  "Ne çok acı var" diyor ya şair. Öyle bir şey bu da. Acılardan şiir olmuş sanırsınız her biri. Bir değil, iki değil, beş değil, on değil, yirmi ya da daha fazla yıldır süren acı, acılar ve bitmeyen şiir artık bu insanlar.

Türlü kumpaslar, naylon belgeler, işkence seanslarıyla zoraki imzalatılan ifadeler ve sonucunda mahkum edilmiş Müslümanlardan bahsediyorum. Hani şimdi TV'lerimizde yarışmaları düzenlenen... Dizilerimizde replik olarak kullanılıp, sonra da capslere ilham olan... Bürokratlarımızın her konuşmalarının başında açılışı kendisiyle yaptığı Kur'an'ı öğrenen ve öğreten dünün gençleri ama bugünün yaşlılarından dem vuruyorum. 15 Temmuz gecesi darbecilere karşı duranların düşüncelerine sahip olanların naçizane çığlığı oluyorum. Bu toplumun sadece İslam'i bir düşünce yapısıyla huzura ereceğini,  kalkınacağını, adalete sahip olacağının hayalini kuranların sesini duyurmaya çalışıyorum.

Mesela bunlardan biri de Reis-i Cumhur R.T. Erdoğan'dı. Kazakistan'ın başkenti Astana'da yapılan İslam İşbirliği toplantısı dönüşünde, uçakta, 28 Şubat mağdurlarından Gazeteci Yakup Köse ile aralarında geçen diyalogda da şunları söylemişti:

"Bu süreçte mağduriyetlerin giderilmesini hatırlatma hususunda tabii ki medyaya da önemli görev düşüyor. Yakup Bey, bu ülkede üzerinde hassasiyetle durulması gereken bir olayı anlattığı kitabını bize hediye etti. 14 yaşında bir çocuğun idama mahkum olması düşünülecek bir şey değil. Benim de idama mahkum edilmem istendi ama son anda yırttım. Bizi de apar topar götürüyorlardı. Niye şu yatırımı yaptık diye idamımızı istediler. O meşhur savcı vardı, Nuh Mete Yüksel. Baktık bizim idamımızı istedi, Allah’tan adil bir hakime rastladık da, bir de nöbetçi mahkeme çıkardılar. Dedim tezgahı kurdular herhalde. Gerçek adalet sahibi olan Allah. Orada kararı verdi ve işi yırttık. Şimdi Yakup’un kitabına bakınca çok üzüldüm, bir hakim bir savcı böyle bir 14 yaşındaki masumu ne yapar da idama mahkum eder. (Kendisi 11 yıl cezaevinde yatmış) O FETÖ denilen ahlaksız takımı, o namussuzlar nelere imza atmadılar. Sadece onlar değil. Yani beni de oraya götürenlerin verdiklerini size kimliği hakkında bilgi versem şaşarsınız. Adalet diye isteyenlerin şu anda ’kimliktaş’ları bunlar. Aynı kimliği taşıyanlar o kararları verdiler. Bir tanesinin ismini verdim size."

Neyse ki bu kumpastan, Sayın Cumhurbaşkanı yine kendisinin de ifade ettiği  gibi Allah'ın izniyle sıyrılmıştı. Fakat sıyrılmayanlar, sıyrılamayanlar vardı. Bunlardan biri de 15 Temmuz şehidimiz Halil Kantarcı'ydı. O da 28 Şubat mağdurlarındandı. Suçu ise daha 15 yaşındayken, evet daha 15 yaşındayken, yanlış duymadınız 15 yaşındayken, yazıyla da yazıldığında da değişmeyip yine on beş yaşındayken, beş arkadaşıyla beraber mahallerindeki meyhanelerin camına taş atma iddiasıyla yargılanmıştı. Tabi bir esnafın camına taş atmak bir suç değil mi? diye de sorabilirsiniz. Ben de tereddütsüz evet bu bir suç derim. Ama hemen akabinde de şu soruyu sorarım: Velev ki bu iddia doğru olsa bile bu suçun karşılığı idamla yargılanmak mıdır?!

Halil Kantarcı gibi nice genç sırf İslami bir bilince sahip olduklarından ve belki adli vakalık sayılabilecek suçlardan, kimileri de herhangi bir olaya karışmamalarına rağmen sırf sohbetlere katılmalarından dolayı müebbet hapis cezasına çarptırıldılar. "Silahlı terör örgütü kurmak" iftirasına maruz kaldılar. Ülkeyi yıkmak ile eş değer tutuldular. Hatta öyleleri var ki, mesela Sivas Madımak olayları sırasında Sivas'ta olmamalarına rağmen, Madımak sanıkları olarak yargılandılar. Hapse konuldular. Türlü kumpaslar ile gençliklerinden oldular. Çocuklarından, eşlerinden, anne ve babalarından yıllarca ayrı kaldılar. Yetmezmiş gibi, dünya sinema tarihine ya da uzun bölümlü dizilere konu olabilecek bir trajediyi de yaşadılar, yaşıyorlar. Şu sıralar kendilerine bu kumpasları düzenleyen, bu iftiraları atan savcı ve hakimler ile aynı cezaevinde kalıyorlar.

Durum böyleyken anlaşılmayan nokta hala ne beklenmektedir? Yeter değil midir? Her şey tüm çıplaklığı ile ortaya çıkmamış mıdır? Bürokrasi neyi beklemektedir? Bu mağduriyetlerin sürüyor olmasının, 28 Şubat'ı en iyi bilen kesim olarak AK Parti hükümetlerinin bir utancı olarak kalacağı görülememekte midir? Birkaç milletvekilinin 28 Şubat mağdurlarını ziyaret etmeleri dışında neden herhangi bir adım hala atılmamaktadır? 28 Şubat mağdurlarının devletin en başından, ta 15 yaşındaki gençlere varıncaya kadar kumpaslar, iftiralar yoluyla ileri de (belki de bir darbeye ihtiyaç duyulduğunda) önlerine engel olarak çıkmamaları için FETÖ tarafından yargılandığı ve müebbet cezalara çarptırıldığı aşikar değil midir?

Öyle ki bu mağdurlar af da dilemiyorlar. Öncelikle kendilerini temize çıkarmak istiyorlar. Bütün bunların birer kumpas, tuzak, iftira olduklarını aleme ilan etmeyi arzuluyorlar. Yusuf (as)'ın dediği gibi: "...Ve Yûsuf'un yorumu kendisine ulaşır ulaşmaz hükümdar: “O'nu bana getirin” dedi. Ama elçiler kendilerine geldiğinde, Yûsuf dedi ki: “Efendinize gidin ve ona sorun, ellerini kesen o kadınların maksadı neydi? Bunu araştırıp ortaya çıkarsın." 28 Şubat mağdurları da Yusuf (as) gibi gerçeğin ortaya çıkmasını istiyorlar. Yeniden yargılanmak ve varsa da bir suçlarının, bunun hesabını vermeyi de diliyorlar. Yıllarca iftira, kumpas yoluyla ne diye zindanlarda tutulduklarının ortaya çıkmasını bekliyorlar.

Şimdi lütfen gelin hep beraber bu son 28 Şubat olsun diyelim. Bu 28 Şubat'ı artık son 28 Şubat yapalım. Bu hayra hep beraber ortak olalım. Bu hepimizin görevi olmalı. Hepimiz bu meseleye yoğunlaşmalıyız. Bu meselenin üzerine gitmeliyiz. Bu mağdurların kaybedecek bir şeyleri yok. Fakat bizim kaybedecek çok değerli bir şeyimiz var. Suskunluğumuzun, hiçbir şey yapmamamızın bir bedeli olarak veremeyeceğimiz bir hesabımızın olduğunu unutmayalım!