Birleşmiş Milletler soykırımcı İsrail’i durdurabilir mi?

Dr. Öğr. Üyesi Mehmet Rakipoğlu, Birleşmiş Milletler’in ABD vetosu nedeniyle İsrail’in saldırılarını durdurmadaki işlevsizliğini ve atılabilecek adımları değerlendirdi.

Birleşmiş Milletler İsrail Soykırımını Durdurabilir mi?

Mehmet Rakipoğlu / Fokus+


1945’te İkinci Dünya Savaşı’nın dehşeti sonrasında kurulan Birlemiş Milletler (BM), temel misyonu olarak uluslararası barış ve güvenliği korumayı, yeni bir küresel savaşı ve insanlığa karşı suçları önlemeyi hedeflemiştir. Bu çerçevede soykırım gibi vahşetlerin bir daha yaşanmamasını sağlamak, BM’nin varoluş hikâyesinin merkezinde yer almaktadır. Her yıl Eylül ayında ABD’nin New York kentinde toplanan BM Genel Kurulu, dünya liderlerini bir araya getirerek küresel sorunları tartışmaktadır. Ancak bu yılki, ABD ev sahipliğinde gerçekleşen BM Genel Kurulu, Filistin konusunda ironik bir çelişki barındırıyor.  

Nitekim Washington yönetimi, İsrail’in Filistinlilere yönelik politikalarının – bugün birçok gözlemcinin soykırım olarak nitelendirdiği Gazze ve Batı Şeria’daki saldırıların – en büyük destekçisi konumunda. Dolayısıyla, soykırımı destekleyen bir ülkenin topraklarında toplanan uluslararası bir örgütün bu katliamı durduracak sonuçlar üretmesi beklentisi pek çok kişi için kuşkuyla karşılanıyor. Nitekim ABD, BM çalışmalarına kendi siyasetinin gölgesini düşürebiliyor. Örneğin Trump yönetimi, BM Genel Kurulu’na katılmak üzere New York’a gelmek isteyen Filistinli delegelerin vizelerini iptal ederek Filistin’in BM’de temsil edilmesini engelliyor.  

Tarihsel olarak da ABD benzer adımlar attı: 1988’de Filistin lideri Yaser Arafat’a BM’de konuşma yapması için vize vermeyi reddeden ABD yüzünden BM Genel Kurulu toplantısı Cenevre’ye taşınmak zorunda kalmıştı. Şimdi, Eylül 2025 Genel Kurul toplantısı yaklaşırken tüm dünyanın gözü BM’de; BM’nin bu çelişkileri aşıp İsrail’in Filistin topraklarında işlediği kitlesel kıyımı durdurmak için herhangi bir adım atıp atamayacağı merak konusu. 

Güvenlik Konseyi’nin kilitlenmesi ve ABD vetosu 

BM tüzüğüne göre uluslararası barışın korunmasında birincil sorumluluk Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ndedir (BMGK). Ne var ki, İsrail’in Filistin’e yönelik eylemlerini durdurma konusunda BMGK fiilen işlevsiz kalmıştır. Bunun temel nedeni, daimi üyelerden ABD’nin İsrail’i korumak için veto hakkını sürekli kullanmasıdır. BM Güvenlik Konseyi’nde daimi üyelerin (ABD, Rusya, Çin, Birleşik Krallık, Fransa) tek bir “hayır” oyu bile herhangi bir kararın geçmesini engelleyebilir.  

ABD ise özellikle İsrail söz konusu olduğunda bu yetkiye sık sık başvurmaktadır. Veriler, 1945’ten 2023 sonuna dek ABD’nin kullandığı tüm vetoların yarısından fazlasını (tam 45 vetoyu) İsrail’i eleştiren veya Filistinlileri korumayı amaçlayan kararları engellemek için harcadığını gösteriyor.  

En güncel örneklerden biri, Haziran 2025’te Gazze’de insani ateşkes çağrısı yapan bir BMGK karar tasarısının 15 Konsey üyesinden 14’ünün desteğine rağmen ABD tarafından veto edilmesidir. ABD temsilcisi, ateşkes talebini veto gerekçesi olarak tasarıda Hamas’ın kınanmamasını gösterse de gerçekte Washington “İsrail’in en büyük müttefiki ve silah tedarikçisi” olmaya devam etmektedir. Sonuç olarak, Güvenlik Konseyi ABD vetosu yüzünden felç olmuş durumdadır; Konsey ya ABD’nin onaylayacağı, dolayısıyla İsrail’i rahatsız etmeyecek (hatta Filistinlilere zarar verebilecek) kararlar alabilir ya da hiç harekete geçemez. Bu durum, BM’nin kurucu misyonuna ters bir tablo ortaya çıkarmaktadır. 

“Barış İçin Birlik” mekanizması 

Güvenlik Konseyi’nin devre dışı kalması, Birleşmiş Milletler’in çaresiz olduğu anlamına gelmiyor. Tarih boyunca BM Genel Kurulu, Konsey’in kilitlendiği durumlarda inisiyatif alabilmiştir. Bu kapsamda en önemli araç, “Barış için Birlik” (Uniting for Peace) adıyla bilinen 1950 tarihli Genel Kurul kararıdır. Barış için Birlik mekanizması, Soğuk Savaş döneminde kabul edilen 377 A(V) sayılı BM Genel Kurulu kararıyla oluşturulmuş ve özü itibarıyla daimi üyelerin vetosu yüzünden Güvenlik Konseyi’nin barışı koruyamadığı hallerde Genel Kurul’a devreye girme yetkisi vermektedir. 

Bu formül geçmişte birkaç kez uygulandı. Örneğin, Kore Savaşı sırasında ve sonrasında Konsey’deki tıkanıklık Genel Kurul devreye sokularak aşılmıştır. En bilinen örneklerden biri 1956 Süveyş Krizi’dir: Mısır’a karşı İngiltere, Fransa ve İsrail’in başlattığı saldırıda Konsey daimi üyelerinin vetolarıyla hareket edemezken, acil toplanan Genel Kurul “Barış için Birlik” kapsamında ilk BM Barış Gücü olan Mavi Bereliler’i (Birleşmiş Milletler Acil Durum Gücü – UNEF) Sina Yarımadası’na göndermeyi kararlaştırmıştır.  

Böylece İngiltere-Fransa-İsrail’in itirazlarına rağmen BM barış gücü konuşlandırılarak kriz yatıştırılmıştır. Daha yakın tarihte, Rusya’nın 2022’de Ukrayna’yı işgaline ilişkin Güvenlik Konseyi kararını Rusya veto edince, Genel Kurul yine harekete geçerek Mart 2022’de “Barış için Birlik” özel oturumunu toplamış; Rusya’yı kınayan ve Ukrayna’nın gördüğü zararın tazmini için uluslararası mekanizma kurulmasını öngören bir karar kabul etmiştir. Bu örnekler, Genel Kurul’un gerektiğinde Konsey’in etkisizliğini aşabildiğini göstermesi bakımından kritiktir. 

Şimdi benzer bir durum Filistin için de geçerli. BM Genel Kurulu Aralık 2022’de Uluslararası Adalet Divanı’ndan (UAD) İsrail’in işgalinin hukuki sonuçlarına dair danışma görüşü istemişti. UAD, Temmuz 2024’te açıkladığı tarihi görüşünde İsrail’in Filistin topraklarındaki işgalinin yasa dışı olduğunu, uygulamalarının apartheid anlamına geldiğini ve güç kullanarak toprak kazanımının kabul edilemez olduğunu vurguladı.  

Bu doğrultuda, BM Genel Kurulu 18 Eylül 2024’te aldığı ES-10/24 sayılı kararla İsrail’e işgal altındaki Filistin topraklarından 12 ay içinde tamamen çekilme, tüm yasadışı yerleşimlerini ve askerlerini geri çekme ve Filistinlilere verdiği zararlar için tazminat ödeme çağrısı yaptı. Karar ayrıca tüm ülkelere, UAD’nin tespit ettiği üzere yasa dışı işgali pekiştirecek hiçbir eylemi tanımama ve İsrail’e silah transferlerini durdurma çağrısında bulundu.  

En önemlisi, Genel Kurul bu kararında açıkça ABD’nin Güvenlik Konseyi’nde benzer bir bağlayıcı kararın uygulanmasını veto ederek engellemeye devam etmesi halinde, üye devletler “Barış için Birlik” mekanizmasını devreye sokarak kolektif önlemleri kendileri almalı gerektiğini vurguladı ve bu 12 aylık süre Eylül 2025’te doluyor. İsrail bu kararın hiçbir gereğini yerine getirmediği gibi Gazze soykırımı ve Batı Şeria’da şiddet eylemleri sürüyor. Dolayısıyla şimdi uluslararası toplumun, özellikle de BM Genel Kurulu’nun söz verdiği “ileriki önlemleri” hayata geçirme zamanı. 

Genel Kurul’un atabileceği adımlar ve tarihsel örnekleri 

Peki “Barış için Birlik” çerçevesinde BM Genel Kurulu ne yapabilir?  

1950 kararı, Genel Kurul’a barışı sağlamak için geniş yetkiler tanıyor. Bu kapsamda hukukçular ve insan hakları savunucuları, Genel Kurul’un iki-üçte çoğunluk desteğiyle alabileceği bir dizi güçlü önlem olduğunu belirtiyor. 

Bu kararlardan ilki ve en önemlisi İsrail’e karşı kapsamlı yaptırımlar ve silah ambargosu kararı almaktır. BM Genel Kurulu, İsrail’e karşı tüm devletlerin kapsamlı ekonomik yaptırımlar uygulaması ve askeri ambargo koyması çağrısında bulunabilir. Genel Kurul kararları bağlayıcı olmamakla birlikte böylesi bir çağrı uluslararası toplumun iradesini göstererek ülkeler üzerinde ciddi bir siyasi/diplomatik baskı yaratabilir. Nitekim apartheid dönemi Güney Afrika’ya karşı benzer yaptırım çağrıları ve sivil toplum boykotları, sonunda o rejimin çöküşünde rol oynamıştı. 

İkincisi İsrail heyetinin BM Genel Kurulu’ndaki temsil yetkisi reddedilebilir. Bilindiği gibi BM Genel Kurulu, üye devletlerin kimlik bilgilerini onaylama yetkisini elinde bulundurmaktadır. Bu kapsamda, Güney Afrika apartheid rejimine karşı 1970’ler ve 80’lerde yaptığı gibi, İsrail hükümetinin BM Genel Kurulu’ndaki temsilcilerinin yetkilerini tanımama kararı alabilir. Nitekim 1974 yılında BM Genel Kurulu kararıyla Güney Afrika delegasyonunun temsil yetkisi kabul edilmeyerek fiilen BM’den tecrit edilmesi sağlanmıştı. Bu, İsrail’in uluslararası meşruiyetine ağır bir darbe olabilir. Ayrıca BM’ye tam üyeliğin askıya alınması veya BM’den çıkarılması ise BM Şartı gereği Güvenlik Konseyi tavsiyesine bağlı olduğundan, doğrudan mümkün olmasa da temsil yetkisinin reddiyle benzer bir etki sağlanabilir. 

Üçüncü olarak İsrail’e karşı uluslararası ceza mekanizması kurulabilir. Genel Kurul, İsrail’in işlediği savaş suçları, insanlığa karşı suçlar, apartheid suçu ve soykırım suçu iddialarını soruşturup yargılayacak bir mahkeme veya özel bir uluslararası ceza tribünali kurulmasını da yetkilendirebilir. Bu tür bir adım, İsrail devlet yetkililerinin ve ordu mensuplarının işledikleri suçlardan ötürü bireysel cezai sorumluluklarını gündeme getirerek, cezasızlık zırhını kırmayı hedeflemektedir. Daha önce Yugoslavya ve Ruanda için BM tarafından uluslararası ceza mahkemeleri kurulmuştu; İsrail-Filistin bağlamında da benzer bir adım atılabileceği uzmanlarca dile getiriliyor. 

Dördüncü olarak İsrail’in apartheid rejimine karşıtı BM mekanizmaları canlandırılabilir. BM bünyesinde Güney Afrika apartheid rejimine karşı zamanında etkili olmuş özel komite ve programlar bulunuyordu. Genel Kurul, uzun süredir âtıl durumdaki bu apartheid’le mücadele mekanizmalarını İsrail’e yönelik olarak yeniden aktif hale getirme kararı alabilir. Örneğin, bir BM Apartheid Merkezi kurulup İsrail’in Filistinlilere yönelik ayrımcı rejimi sürekli mercek altında tutulabilir; düzenli raporlar, kampanyalar ve uluslararası bilinçlendirme çalışmaları yürütülebilir. Bu da ırk ayrımcılığına karşı küresel bir duyarlılık mobilize edebilir. 

Beşinci olarak Filistin’e uluslararası koruma gücü gönderilmesi gündeme gelebilir. Belki de en cesur ve somut adım, BM Genel Kurulu’nun çok uluslu silahlı bir koruma gücünü Filistin’e konuşlandırmak için yetki vermesidir. Filistin Devleti’nin resmi daveti ve talebi üzerine hareket edecek bu barış gücü, özellikle Gazze’de derhal sivilleri korumak, sınır kapıları ve insani koridorları açmak, hayati insani yardımların girişini sağlamak, İsrail’in olası saldırılarını caydırmak ve işlenen suçlara ilişkin delilleri koruma altına almak gibi görevler üstlenebilir. Uzun vadede Batı Şeria’da da benzer bir koruma misyonu düşünülebilir. Burada kritik nokta şudur: Bu güç, Filistin halkının korunması ve insani yardım amacıyla görev yapacak; herhangi bir ülkenin işgal gücü değil, BM şemsiyesi altında bir koruyucu kuvvet olabilir. Her ne kadar Filistin Devleti, davet eden taraf olarak bu gücün ne kadar süreyle kalacağını ve hangi koşullarda faaliyet göstereceğini belirleyerek egemenlik haklarını muhafaza edeceği ifade edilse de Gazze’deki direniş grupları bu teklife pek sıcak bakmamaktadır.  

Yukarıdaki tüm bu önlemler, BM Genel Kurulu tarafından “önemli mesele” kategorisinde oylanarak üye ülkelerin üçte ikisinin desteğiyle kabul edilebilir ve böylece Güvenlik Konseyi’ndeki ABD vetosunun etkisi bertaraf edilmiş olur. BM kuralları gereği barış ve güvenlikle ilgili önemli konular bu nitelikli çoğunlukla alınabilir ve Filistin meselesine ilişkin geçmiş oylamalarda böyle bir desteğin ulaşılabilir olduğu defalarca görülmüştür. Nitekim 2024 tarihli yukarıda bahsedilen karar 193 üyeden 124’ünün oyuyla (yeterli çoğunlukla) kabul edilmişti. Hukuken de bu adımların önünde bir engel yoktur: BM Genel Kurulu’nun “Barış için Birlik” yetkisi, BM’nin kuruluşundan bu yana defalarca teyit edilmiş ve uygulanmıştır. Hatta 1956’daki BM Barış Gücü örneği, BM tarihinde Genel Kurul kararıyla askeri gücün konuşlandırılabileceğine dair en net emsaldir. Üstelik Uluslararası Adalet Divanı’nın son bulgularına göre İsrail’in Gazze veya Batı Şeria üzerinde hiçbir meşru egemenlik hakkı olmadığı tescil edilmiştir. Bu da Filistin’in daveti üzerine BM’nin göndereceği koruma gücünü İsrail’in uluslararası hukuk zemininde reddetme veya engelleme hakkı bulunmadığı anlamına gelir. 

Sonuç olarak Birleşmiş Milletler’in Filistin meselesinde etkin adımlar atabilmesi yalnızca hukuki zemin değil, güçlü bir siyasi irade gerektirmektedir. ABD ve İsrail’in geçmişte olduğu gibi baskı, tehdit ve diplomatik manevralarla süreci engellemeye çalışacağı açıktır. Ancak bu noktada Küresel Güney ve uluslararası kamuoyunun ilkeli tutumu belirleyici olacaktır. Genel Kurul’un yaptırım çağrıları, temsil reddi veya koruma gücü kararı, ancak kararlılıkla uygulanırsa sahada anlamlı sonuç doğurabilir. Gazze’de devam eden yıkım, BM’nin kurucu ideallerine sadık kalıp kalmayacağını gösterecek kritik bir eşik oluşturmaktadır. 

Yorum Analiz Haberleri

İlahiyat ve diyanet eğitimlerinde İslami özgünlük geliştirilebilir mi?
Bir tarafsızlık masalı: BBC’nin Gazze sınavı
ABD’nin Batı Yarımküre’ye dönüşünün yeni çerçevesi: “Donroe Doktrini”
Her şeyi dış güçler mi belirliyor?
“Biz düşünmeyi erteledikçe, arpacı kumrularının dalgın bakışı yüzlerimize yerleşiyor”