Biraz da biz Kürt olalım

İhsan Dağı

Devlet, Kürt sorununu istese de tek başına çözemez. Toplumun da bu sürece aktif katılımı ve desteği şart. Bazı sivil toplum kuruluşlarının son yıllarda geliştirdiği inisiyatifler son derece önemli, ama yetersiz.

Meseleye yaklaşımda yeni bir anlayışa, vizyona ve modele ihtiyaç var. Bu, devlet için olduğu kadar toplum için de geçerli. 'Sorun devletle Kürtler arasında' deyip işin içinden sıyrılmak mümkün değil. 'Kürtlerle Türklerin arasında bir sorun yok' ifadesi de derinlerdeki gerçeği yansıtmıyor. Evet, çatışma yok, gerginlik yok, birçok konuda ayrımcılık da yok; ama Türkler, bu ülkede bin yıldır birlikte yaşadığı Kürtlerin kültür, dil ve duyuş alanlarının ne kadar 'içinde'?

Bu sorunun cevabından çok emin değilim doğrusu. Daha kestirmeden soralım; Türkiye'de Kürt kökenli olmamakla beraber Kürtçe bilen kaç kişi var sizce? Bütün Kürtler anadillerinin yanında mutlaka Türkçeyi de öğrenirken bugün kaç Türk Kürtçe konuşabiliyor acaba? Türkiye genelinde bu sayının bir iki bini aşacağını hiç sanmıyorum.

Bu önemsiz bir konu değil; bizim Kürtlerle ilişkilerimizde 'onların özel alanları'na ne kadar 'uzakta' durduğumuzu yansıtıyor. Bin yıldır birlikte yaşadığımızı söyleyip bağlılık, sadakat ve hatta itaat beklediğimiz Kürtlerin dillerine bu ilgisizlik neden?

TRT Şeş'in açılışında Başbakan, Kürtçe 'hayırlı olsun' demişti de ertesi gün neredeyse hiçbir gazete bunu doğru yazmayı başaramamıştı, hatırlayın. Az biraz eğitimli, kentli her Türk, İngilizce, Fransızca, Almanca ve hatta Rusça üç beş kelime bilir. En azından 'merhaba', 'günaydın', 'teşekkürler', olmadı 'seni seviyorum' demeyi kıvırır. Çıkın sokağa sorun, bin yıldır beraber yaşadığımız 'bizim' Kürtlerin dilinden bunları söyleyebilen kaç Türk var?

15 yıl öncesine kadar varlığı inkâr edilen, 5 yıl öncesine kadar dilini herhangi bir şekilde öğretme imkânından yoksun olan bir halkın dilini bilmek kolay olamazdı, doğru. Yine de birlikte yaşayan, komşu olan, akraba olan insanların dili sosyal alanda bile olsa biraz ilgi görmeliydi.

Kendi hesabıma, en basit bir soruyu, duyguyu, teşekkürü bile Kürtçe ifade edemediğimi fark ettiğimde utandım. Üstelik bu daha birkaç ay önce yaşadığım bir utanç. Onca Kürt dostuma rağmen bu derece bilgisizlik 'cehalet' değildi sadece; bir ilgisizlik, hatta duyarsızlıktı. Kürtleri, 'bizim' dilimizi öğrenen, hayatımıza bir şekilde eklemlenen, devletimize itaat eden 'pasif varlıklar' olarak gördükçe 'sorunlarımızı' çözemeyiz. Devlet de çözmez zaten böyle bir toplumun sorunlarını.

Hazır değiliz, Kürtlerle hayatı 'paylaşarak' yaşamaya hazır değiliz. Mesele, Kürtlüğünü bilmeden sevdiğimiz bir Kürt'le sorun yaşamamamız değil, Kürtlüğünü bilerek ve onu paylaşarak birlikte yaşamayı öğrenebilmek. 'Onlardan ne farkımız var ki' demek çok kestirme bir yol ve de anlamsız. Onları 'bizden' görmek ayrı, 'farklılıklarına saygı göstermek ayrı. Bizden görerek 'farklılık'larını inkâr etmek onları bizden koparan en acı yol.

Kürtlerle bu vatanı, geçmişi ve geleceği 'paylaştığımızı' idrak etmedikçe Kürtlerin hakkını vermiş olmayız. Genç Siviller geçen bahar çok anlamlı bir etkinlik yapmışlardı Diyarbakır'da; 'biraz da biz Kürt olalım'. Onlardan, ortak yaşadığımız bu ülkeye ve devlete sadakat değil sadece, Türk olmalarını, Türkçe konuşmalarını da bekledik. Buna karşın biz Türkler ne kadar Kürt olduk? Sanırım böyle bir karşılıklığa birlikte yaşamak adına gerek olduğunu pek fark etmedik bile.

Geçen hafta Mümtaz'er Türköne çok nefis ifade etti: 'Kürt, ancak benim Kürtlüğüm kadar Türk olabilir. Daha fazlasını kimsenin beklemeye de istemeye de hakkı yok'. Galiba her Türk'ün biraz Kürt olmaya hazırlanması lazım.

ZAMAN