Bir muhalefet tarzı

Gülay Göktürk

Yazacağım yazı ilk bakışta Davos’la ilgili gibi görünse de aslında niyetim Türkiye’de oldukça yaygın olan bir “muhalefet etme” biçimini eleştirmek.

Davos Çıkışı üzerine yapılmadık eleştiri-suçlama kalmadı. Bunlardan bir kısmı Başbakan’ın yeminli düşmanlarından geliyordu ki, onlara zaten ağzıyla kuş tutsa yaranamayacağını artık biliyoruz.

Ama bir de bu grubun dışında kalan geniş bir kesim var ki, onlar bir yandan hükümetin iyi şeyler yapmasını isterken bir yandan da her olumlu icraatta, yapılana şöyle içten gele gele bir “bravo” demeden, yapmadıklarını öne sürerek yapılanın değerini küçültmeye ve “muhalif tavrını” sürdürmeye çalışıyor.

Bu defa da aynı şey oldu. Başbakan’ın zulme karşı çıkan, mazluma sahip çıkan ve bu uğurda dünya çapında bir “dokunulmazlık” “eleştirilmezlik” zırhına sahip bulunan bir yönetime cesaretle kafa tutan tavrı gündeme geldiği anda, önce şöyle içten bir destek vereceklerine ona hemen “kendi mazlumlarını” hatırlatmaya koyuldular.

Filistinli çocuklar için kükreyenler, Güneydoğu’da ölen Kürt çocukları için de aynı duyguları duymuyorsa, ortada bir samimiyetsizlik vardı! Hamas’ın ikili yapısını tahlil eden ve onunla ilişki kurulmasını savunan biri, DTP’nin ikili yapısını görmüyorsa ve ona elini uzatmıyorsa Davos çıkışının inandırıcı olması beklenemezdi! Böyle söylediler.

Aslında işaret edilen çifte standartlar büyük ölçüde doğruydu. Ama amaç yapıcılık olsaydı, bütün bunları tersten söylemek de mümkündü. Örneğin, “Sen Kürt çocukları ölürken aynı duyarlılığı göstermedin, öyleyse bu tavrın samimi değil” demek yerine, “Çok iyi yaptın, hadi aynı duyarlılığı Kürt çocukları için de göster” demek de vardı.

“DTP’yle ilişki kurmadın da Hamas’la neden kurdun” demek yerine, Başbakan’ın Hamas için yaptığı değerlendirmeyi, önümüzdeki günlerde DTP’yle ilişkilerini normalleştirmesi için örnek göstermek, onu bu yönde teşvik etmek de mümkündü. Ve bence niyeti üzüm yemek olan birinin yapması gereken de buydu. Bu negatif tutum sadece bu olayda ortaya çıksaydı üstünde durmaya değmezdi.

Ama bu her zaman böyle oluyor. Bakıyorsunuz, Hükümet siyasetin en büyük tabularından birini yıkıp Kürtçe televizyon yayınını başlatıyor; bazıları yapılana kulp takmak için hemen başlıyor sıralamaya: “Sen burada Kürtçe TV’ye izin verirken bazı insanlar hâlâ Kürtçe konuşmaktan yargılanıyorsa, Kürtçe yüzünden başı belaya giren yığınla insan varsa bu açılımın üzerinde düşünmek gerekir” Ya da, türban yasağını kaldırmaya kalktığında, hemen diğer insan hakkı ihlalleri geliyor gündeme.

“Türbanı hallediyorsun da şunu şunu neden halletmiyorsun” Alevi açılımı yapınca Müslüman olmayan dini azınlıkların hak ihlalleri; dini azınlıkların sorunları konusunda iyi bir iş yapılınca ise Alevilerin çözülmemiş sorunları öne sürülüyor. Sonuçta yapılan iş ne kadar olumlu olursa olsun, bir kulp takmayı, yapılan işin değerini küçümsemeyi beceriyor.

Bence bu muhalefet tarzının arka planında siyasi sebeplerden çok psikolojik sebepler var. Bazı aydınlarımız tepeden bakan bir tavırla akıl vermeye, ikaz etmeye, yol göstermeye o kadar alışmış ki, bir kere olsun, şöyle sade bir şekilde, bir adım geri çekilerek kayıtsız- şartsız, muhalefet şerhsiz bir takdir hissi belirtmek elinden gelmiyor. Çünkü kendisini her şeyden çok önemsiyor. Türkiye’de iyi şeyler oluşuna sevinmenin önüne kendi egosunu geçirebiliyor. Hükümete karşı takındığı tavır destek anlamına gelirse kendi öneminin azalacağını - ya da belki varlık sebebinin ortadan kalkacağını- sanıyor.

BUGÜN