Bir Bilmece midir Zafer?

KENAN ALPAY

Türkiye toplumu uzun yıllar boyunca enteresan bir düşünme ve muhakeme etme tarzına doğru iteklendi. Bu itekleme meselesi ısrarla devam ediyor. Nasıl bir enteresanlığa doğru itekleniyoruz derseniz şöyle izah edeyim: Somut olaylar, gelişmeler, beyanlar yerine gündemi işgal eden en temel meseleler dahi mutlaka bir komploya bağlanıp ve ancak uzmanları tarafından çözülen şifreler üzerinden izah ediliyor.

Hastalıklı bir ruh hali, somut gerçeklerden kaçan çarpık bir perspektif maalesef bireysel ve toplumsal iradeyi felç ediyor. Sanki komplo olmayan tabii-meşru bir gelişme, kendinden başka sırlı olaylara işaret etmeyen gizli şifre olmaksızın hiçbir şey yaşanmıyor yeryüzünde. Oysa vehim ve korku üretmekten, statükoyu beslemekten, ümit veren gelişmelere ket vurmaktan başkaca hiçbir işe yaramayan bu komplo ve şifre güzellemelerine nihayet vermeden adalet ve özgürlük yolunda yürüyebilmek ne mümkün?

Katliam Makinesi Nasıl Dur(durul)ur?

Komplo ve şifre güzellemelerine dair en yakınımızda, hemen önümüzde iki somut örnek var: Esed/Baas rejimi ve Siyonist İsrail rejimi. Suriye’de olan biten hadiseyi 50 yıldır Baas zulmüne maruz kalan Suriye halkını hiç hesaba katmadan izah eden stratejik çözümler çok moda. Her şey ABD ve Rusya, İran ve Suudi Arabistan (veya Türkiye) arasındaki gerilime endekslenmiş adeta. Ne Baas rejimin barbarca katliamları ne de bu katliamlara tahammül edemeyecek kadar öfkesi kabarmış Suriye halkının önemi var. Bunlar sürecin başlaması ve sonuçlanmasında etkisi olamayacak sıradan hadiseler ve figüranlar mesabesinde bir yere oturtuluyorlar ancak. Sonra da bu işe siyasal analiz, stratejik çözümleme, jeopolitik arka plan vs. filan diye havalı birkaç kelam ekleyerek kamuoyuna servis ediyorlar.

Mesela bu konular açıldığında ne dediğine bakılmaksızın geçilemeyen Mahir Kaynak şöyle diyor: “Suriye’de hangi taraf kazanırsa kazansın dünya üzerindeki etkisinde bir değişiklik olmaz.” (Star, 24 Kasım) Neden acaba, diye sorarsanız cevabı hemen hazır: “En büyük yanılgımız küçük ülkeler arasındaki çatışmaları büyütmektir. Ki büyük güçlerin siyasi hedeflerini bilmezsek küçük ülkeler arasındaki çatışmaların sebebini anlayamayız.” Yani özetle Suriye ve benzeri küçük ülkelerde halkın kendi başına herhangi bir gelişme kaydetmesi mümkün değildir. Çünkü her türden gelişmenin ardında küresel bir hesap yatar.  Enerji kaynakları ve nakil hatlarının güvenliği gibi ekonomik-stratejik belirleyenler üzerinden siyasal ve ahlaki söylemi çözümlemeye gitmemiz tavsiye ediliyor. Günümüz dünyasında fayda, menfaat ve çıkar üzerine kurulu iktidar ilişkileri dışında belirleyici güçlü bir unsurun bulunamayacağı ihsas ediliyor.

Bu gibi kurgulara ‘analiz’, bu gibi önermelere ‘çözüm’ demek için bin şahit lazım. Esed/Baas despotizmini devirmekle devirmemek arasında bir fark yoksa ve İslami hareketlerin iktidara gelmesiyle Suriye’nin bölge ve dünya üzerindeki etkisinde bir değişiklik olmayacaksa bırakalım her şey aynı kalsın bari.

Peki, bu tür ‘analizlerden’ çıkan sonuç nedir? Boşuna ölen on binler, lüzumsuz yere harap edilen bir ülke duygusu despotizme karşı yükseltilen mücadeleyi gereksiz ve anlamsız kılarken kan içici bir rejime alttan alta rıza göstermeyi telkin ediyor. Katliam makinesi nasıl durdurulur sorusu ise boşlukta sallanmaya mahkûmdur yine. Süper güçler bir karar verinceye kadar beklemek kader olarak yazılır çağın analizcileri eliyle.

Hamas-İsrail Dayanışması

Zaman Gazetesi Kahire muhabiri Cumali Önal konuya ilgili herkesin bildiği gibi özellikle son iki yıllık süreçte Mısır, Filistin, İsrail konularıyla alakalı çok önemli haber ve yorumlara imza attı. Önal’ın son dönemdeki önemli haber-yorumlardan biri ise “Gazze'de 'zafer' bilmecesi” (23 Kasım) başlığını taşıyordu.

Ateşkes sonrası Gazze sokaklarından manzaraların resimler eşliğinde özetlendiği yazı öyle bir yere geliyor ki insan neye uğradığını şaşırıyor. Konvoylar oluşturup bayraklar dalgalandıran gençlerden, balkonlardan zılgıt çeken kadınlardan müteşekkil manzaraya bakarak “korkudan kimsenin soramadığı soruyu” Önal şöyle soruyor: “Neyin zaferini kutlanıyor?” İsterseniz “kral çıplak” demek için Önal’ın nasıl bir yol izlediğine beraber bakalım.

Önce görüşme ve ziyaretlerde dertleşilen halkın gündeminin Filistinli gruplardan çok farklı olduğu ifade ediliyor. Sonuç ise şöyle bağlanıyor: “İsrail bu şekilde mi Filistinli silahlı grupları imha etmeye çalışıyor? Hayır tam tersi, bu grupları (Hamas, İslami Cihad) güçlendirmeye çalışıyor. Çünkü kendilerine füze atan gruplar oldukça, kendisi de insanlık sınırlarını zorlayan saldırılarına yasallık oluşturacak. Filistin’in başını kaldırmasına engel olacak.”

Cumali Önal, Gazze’de görüşüne müracaat ettiği halkın da onayını alarak Hamas ve İslami Cihad gibi silahlı grupların İsrail marifetiyle büyütüldüğünü iddia ediyor. İddiaya bakılırsa bir Filistin halkı var bir de Filistin halkıyla gündemi apayrı seyreden Filistinli silahlı gruplar var. Ama daha önemlisi mezkûr Filistinli gruplar İsrail’e karşı Filistin halkının müdafaasına değil sistematik olarak yıkımına sebep oluyorlar. Her ne kadar İsrail bunlara düşmanmış gibi davranıyorsa da aslında bunların varlığından güç alarak keyfince yoluna devam ediyormuş anlayacağımız. Genel olarak İslam’ın özel olarak Filistin davasının kötü ve çirkin bir imajla temsil edilmesine sinirlenen emperyalist ABD ve Siyonist İsrail’de işgal ve katliam planlarını icra etmeye daha bir hız veriyorlarmış yani.

İsrail’in ırkçı-işgalci ve katliamcı politikaları icra etmek için Hamas ve İslami Cihad gibi örgütlere muhtaç olduğu yönündeki söylemler komplo teorilerine, şifre tutkularına duyulan hayranlığın nasıl da aklı baştan alıp götürdüğüne dair acı bir örnek olarak karşımıza dikiliyor. Demek ki uslu uslu evlerinde oturup bekleselerdi, füze-müze deyip kaşınmasalardı ölüm onlara ulaşmayacaktı. Kalplerin esaslı bir biçimde yoklanması gereken tuhaf süreçlerden geçiyoruz, diye düşünmeden edemiyor insan.