Başbuğ sineması

Bejan Matur

Ekranda Genelkurmay Başkanı. Fonda ışığı abartıldığı için kırmızısı patlamış sırma işlemeli Genelkurmay ve Türk bayrakları. Bol miktarda apolet...

Bir an kendimi, bir David Lynch filminde hissettim. Yaşlılığını kabullenmek istemeyen aktristin, abartılı 'kitch' bir dekor içinde, yüzünden dökülen makyajla 'Silencio' dediği sahne.

Filmde 'Silencio/Sessizlik' kelimesi perdeyi kapatır...

Ama hayatta kapanmıyor. Çoktan kapanması gereken perde bir sakillikle devam ediyor. Rolü çoktan değişen aktris, bildiği replikten başkasına intibak etmiyor.

Gerçeği kaybetmek, gerçeklik duygusunun yitimi tam da böyle bir şeydir. Dünyada olup bitenler, insanlığın yöneldiği yeni değerler ilginizi çekmez.

Ve temsil, zamanın ruhundan dışarıya düştüğü için bir 'dekadan'a dönüşür.

Bir düşkünlük hali bu. Davranışlar, duygular hayattan beslenmediği için, tekrarın girdabında giderek solan sözler bir tiyatro hissi verir.

Bir Genelkurmay Başkanı, savaş yahut güvenliği ilgilendiren somut bir açıklama yapmayacaksa neden ekrana çıkma gereği duyar? Diyelim gerek duydu; neden üniforma giyer?

Askeri bir ortamda mıdır? Televizyon göreviyle ilgili bir alan mıdır?

Karşısında, paşasının söylediği her söze bir mumyanın hayretiyle kaşlarını kaldırarak bakan Uğur Dündar var.

Sorun da burada zaten. Bu dekadan, bu gerçeklik kaybı, sadece paşanın kavramakta zorlandığı bir durum değil. Paşayı o dekorda izleyici ile buluşturmayı habercilik sanan zihniyet de aynı sakillikle malul.

Kaybedilen statülerin, ilanihaye yaşayacağına iman etmiş ruhların hüzünlü gösterisi.

Geçmişte sahip olduklarıyla, kendi imgelerini neden onca çakıştırdıklarını sorgulama gereği duymayan, kendilerine sunulan iktidarı, günü geldiğinde bırakmayı akıl etmeyen kendinden menkul bir hak görme!

Paşa, kutsal ordudan söz ediyor. Geçmişte belki öyleydi.- İslam tarihini bilenler aksini iddia etse de. (bkz, 'Peygamber Ocağı' Ali Bulaç, 28.6.2010, Zaman) -

O halde şöyle soralım; günümüzde kutsala yüklenen anlamla, geçmişteki anlam aynı şey mi?

Kutsalı hayatından bunca dışlayan, seküler bir rejimde, ordunun yüklendiği kutsal misyonun gerçekliği ne kadardır?

Sorgulanması gereken budur. Paşanın iddia ettiği kutsal, çoktan nostaljik bir kabuğa bürünmüş.

Aslında sorun siyasetin alanının genişlemesinde. Siyasetin alanı genişledikçe, o alanı gereğinden fazla belirlemeye alışan ordu, duracağı yeri kabullenmekte zorlanıyor.

Darbelerle yahut dolaylı, siyaset üzerinde söz sahibi olan asker, etkinliğini yitirmeye başlayınca, asıl görevi olan güvenlik alanını bile boş bırakıyor.

Çünkü geçmişte güvenlik ve siyaseti beraber yürütüyordu. Siyaset ayağını siviller devralınca, tek başına güvenlikle kendini ifade etmeyi, iktidarı açısından yetersiz buluyor.

Görev alanındakilerin geleceği konusunda, sorumlu bir tavır benimsemektense, hemen her konuda 'dedikoducu yaşlı bir kadın'ı andıran bir üslupla, ekranlarda tıslayarak konuşan bir Generale, ancak bir filmde katlanılabilir.

Ama sinemada değiliz. Duyduklarımız kurgu değil.

Ama şu da bir gerçek: Gücünün sınırlarını kabullenmeyen, hak ettiğinden fazlasına talip bütün bünyeler gibi Paşa da mutsuzlukla malul. Mutsuzluğu örtmenin en kestirme yolu da sahte gösteriştir.

Düşkün diktatörlüklerdeki plastik şaşaa gibi, bizim ordumuz da son temsilini yaşıyor.

'Silencio' deyip perdeyi kapatacak. Ve film o işaretle bitecek.

Bu tiyatronun ümit veren tek yanı; güçsüzlüğü ekranlardan taşırıyor olması. Dökülen 'kitch' bir dekorun içinde,etkili ve muzaffer olduğuna inanan bir general, sadece yaşlı değil, zayıftır da.

Ve asıl sevindirici olan, bu zayıflık sadece onun şahsına mahsus değil. Temsil ettiği zihniyetin zayıflığını da yansıtıyor. Zamanın ruhuna uymamanın bedeli... Daha fazla uzatmadan, perdeyi kapatsa da, yeni sözlerin önü açılsa...

ZAMAN