‘Azrail herkese aynı mesafededir, sırayı belirlemek yetkisi ona verilmiştir!’

SELAHADDİN E. ÇAKIRGİL

Evvelki gün ‘sâdık yârimiz toprağa..’ emanet -daha doğrusu iade- ettiğimiz Mustafa Yazgan dostumuzdan sonra, Pazartesi akşam da Teoman Duralı hoca’nın dünyaya vedâ haberi geldi. Çok yajkın bir âşinâlığımız olmasa bile, İsmail Kahraman ağabey, Meclis Başkanlığı’nın son demlerinde Dolmabahçe’de yaptığı ve 40-50 kişinin katıldığı bir toplantı dâvetinde yanyana oturmuş  ve iki saat kadar vicâhen de tanışıp, hele de son 100 yıllık tarihimiz konusunda çok yakın bir bakış açısına sahip olduğumuzu görmüştük. Onun hele de, ‘Rusya’da da devrim oldu, Çin’de ve diğer ülkelerde de; ama, hiç birisi, kendi halklarının binlerce yıllık geçmiş kültür ve medeniyetlerinin bugüne yansıtıcısı olan alfabelerle oynamadılar, ama, bizde yapılan alfabe değişikliği, sosyal hâfızâmızın DNA’sıyla oynanması olmuştur’ şeklindeki görüşleri, 50 yıldır ifade etmeye çalıştığımız bir husustur.

*

Evet, derin bir tefekkür ve gönül adamı olarak tanıdığım Prof. Teoman Hoca ile bir şeyler yazmaya başlayacaktım ki, bu kez de, 45-50 yıl öncelerde, ‘kabına sığmaz / taşkın heyecanlı (hyper émotif)’  bir arkadaşımız olması hasebiyle, matbuat âleminde inişli-çıkışlı da olsa yıllarca teşrik-i mesaîmiz olan Yılmaz Yalçıner kardeşimizin dünyaya gözlerini kapadığı haberi ulaştı.

*

Roma’lılara,  2500  yıl öncelere aid bir mezar taşının fotoğrafını görmüştüm  yarım asır öncelerde.. O taşta, ‘Momento Mori/ Ölümü düşün!’ gibi lâtince bir ibare yazılıydı.  Çünkü, düşünsek de-düşünmesek de, o bizi mutlaka bulacak.. 

Kur’an-ı Mubîn, ‘Kull-i nefsin zâiqaa-t-ul’mevt/‘Bütün nefisler ölümü tadacaktır’  hakikatini beyân eder. Resul-i Ekrem (S) de,‘Hiç ölmeyecekmiş gibi çalış ve bir an sonra ölecekmiş gibi ölüme hazır ol!‘ buyurmuştur. Çünkü bu dünya, ölümden sonraki hayatın tarlasıdırİ buradaki her eylem ve emeğimizin karşılığı bizi orada karşılayacaktır.

Yûnus Emre de 850 yıl öncelerde, ‘Geldi-geçti ömrüm benim, bir yel esip geçmiş gibi.. / Hele bana şöyle geldi, bir göz açıp yummuş gibi..’ demiyor muydu..

Dün Fatih Camii’nde yağmur altında cenaze namazına katılan her yaş grubundan binlerce insan, Teoman Hoca’nın gönül tellerini  ihtizaza getirdiği insanlardaki yankılanışının resmi idi. Namazı kıldıran Prof. Mehmed Görmez Hoca’nın Teoman Hoca için, ‘hikmet sahibi bilge bir ilim adamı’ ifadelerini de kullanarak yaptığı kısa  tezkiye konuşmasındaki beyan tarzı, Sezaî Karakoç Ağabey’in cenazesinde de yaptığı tezkiye konuşması gibi vecîz idi. Görmez Hoca’nın, Teoman Hoca’dan okuduğu,

‘Almışım abdestimi son ânımda,

Çakmışım vedâmı, zamanlı-mekânlı evrene..

 ‘Kelime-i Şehadet’ yeliyle yelken açıyorum,

Zamansız -mekânsız âleme..’

mısraları herşeyi anlatmaya yetiyordu.

Teoman Hoca’ya, çıktığı bu, ‘zaman-mekân sınırı tanımayan ebediyet âlemindeki yolculuğunda ‘rahmet-i ilâhî’nin de yoldaş olmasını niyaz ediyorum, Allah’u Teâlâ’dan..

*

**

Ve amma, bugün ikindi namazından sonra Üsküdar-Bağlarbaşı Marmara / İlâhiyat Camii’nden ebediyet âlemine uğurlanacak olan Yılmaz Yalçıner..

Onu,  Ankara’da ‘Vesika’ adıyla çıkardığı bir dergideki ilginç yazılarıyla tanımıştım.  Daha sonra Sebil dergisinin yayın sorumluluğuna getirilmişti.. Samimî, heyecanlı, atak ve de inandığı değerlere sımsıkı bağlı bir müslüman idi.

‘Fakir’, meşhûr 163. Madde’ye muhalefetten dolayı  Medrese-i Yûsufiye’de iken, o ‘Şûrâ’ adında bir dergi çıkarmaya başlamıştı,  İhsan Arslan’la birlikte.. Yeni bir söylem tarzı vardı bu derginin..

‘Şûrâ’ kısa zamanda haftalık 30 binlere tırmanmıştı.. O kapatıldıktan sonra ise, Yılmaz, Mekkî Yassıkaya, Hüsnü Aktaş, Ali Bulaç ve merhûm Sedat Yenigün ve diğer arkadaşlarla birlikte, ‘muhtevasından okuyucuya karşı sorumluluğu’ ‘fakir’in üstlendiği Tevhîd dergisi yayına girmişti.

İran’daki milyonların ‘Allah’u Ekber!’ feryadlarıyla ve 100 binden fazla kurban vererek dünyayı da titreten İnkılab Hareketi’ni desteklediğimiz o dergi, haftalık 45 binlere dayanmıştı ve her yeni sayımız için bir toplatma kararı çıkıyordu mahkemeden..  Ama, ele geçirilebilen, 500 adedi bile bulmazdı.

Sonra Yılmaz’la ayrıldık ve biz ‘Hicret’ dergisini yayına soktuk.

12 Eylûl 1980 Askerî Darbesi olduktan sonra ise,  onun bir uçak kaçırma  eylemini planlamasında, ondan ayrılmamızın etkisinin olup olmadığını hep düşünmüşümdür.

12 yıl kadar hapiste yattıktan sonrai tahliye olunca,  matbuat âlemindeki bazı iştigalleri yine olmuştu ama, sonra Marmaris’e çekilmişti.

 Marmaris’in sağlığına iyi geldiğini söylemişti, bir tlf. görüşmemizde..

*

Ancak, Yılmaz’ın ‘taşkın heyecanlı’ biri olması hasebiyle, onun ‘yabancı güçlerin ajanı’ diye suçlanışına da değinmeliyim

Bir gün, -şimdi hayatta olmayan bir yayıncı ile otururken-, aksakallı, yaşlı bir amca gelmişti yanımıza, Haziran 1978’de..  O zat ile yayıncı arasında umûmî konularda yarım saat kadar süren bir sohbetten sonra, o kişi ayağa kalkıp gitmek üzereyken, ‘Haa, bir de şey.. Yılmaz Yalçıner diye birisi var, ona ‘ajan’ diyorlar, ne dersin? ‘ dediğinde,  muhatabı, ‘Evet doğrudur, ajandır!.’ demişti..

Ne ajanı?’ sorusuna ise, ‘Doğu Almanya ajanı!’ cevabını vermişti.

Adamcağız önce bir sarsıldı ve sonra elini cebine attı ve ‘.... Bey, ben sizin ajan dediğiniz kişinin babasıyım. Üç çocuğuma haram lokma yerdirmemek için ömrüm demiryolu işçiliğinde geçti. Şimdi onun ajanlık belgesini bana göster, onun cezasını ben vereceğim..’ deyiverdi!!!.

Yılmaz’ı suçlayan kişi, ‘Ben onun delillerini sana veremem, sen bir babasın.. Hz. Peygamber de sahabeden Ebû Cendel’in, müşrik olan babasına karşı savaşmasına izin vermedi..’ deyince, adamcağız boynunu büküp gitti.

*

5-10 dakikalık bir şaşkınlık geçince, o zata, ‘Ben Yılmaz’ın babası, kardeşi veya başka bir kan bağı yakınlığı olan birisi değilim, bu belgeleri bana göstermelisin.. Çünkü biz onunla her karşılaştığımızda dostça selâmlaşıp kucaklaşıyoruz..’  dediğimde,  muhatabım,  ‘Selâhaddin’im, yaptığımız işin rekabete gelir tarafı yok.. Allah kahretsin  bu işi!’ demiş ve o ‘ajanlık’ iddiasının  temelinin ne olduğunu açıklamıştı!!!

Ve o zat ile irtibatımı, kısa süre sonra, bu sebeple de kesmiştim.  Şimdi Yılmaz’la o âlemde, ‘Mahkeme-i Kübrâ’da hesaplaşır..

Yılmaz Yalçıner kardeşime de, ebediyet âlemine çıktığı yolculuğunda, ‘rahmet-i ilâhî’nin yoldaş olması niyazlarımla..

*