Aziz Şehide Çok Şey Borçluyuz!

RIDVAN KAYA

1-2 Ekim tarihlerinde Mardin Artuklu Üniversitesinin organizasyonuyla İstanbul’da şehadetinin 50. Yılı vesilesiyle Seyyid Kutub Sempozyumu yapıldı. Doğrusu uzun yıllar boyunca laik-Kemalist diktatörlüğün hedefinde olmuş bir isimin bugün bir devlet üniversitesinin ev sahipliğinde anılıyor ve anlaşılmaya çalışılıyor olmasını öncelikle Rabbimize hamd etmemizi gerektiren bir gelişme olarak görmeliyiz. Bu vesileyle bu etkinliği düzenleyen Artuklu Üniversitesinin Rektörü Ahmet Ağırakça ağabeyimize ve katkıda bulunan ekibine teşekkür ediyoruz.

Çok sayıda yetkin ilim adamının ve aziz şehidimizin mensup olduğu İhvan hareketinin temsilcilerinin katılımıyla gerçekleşen sempozyumda bize de söz verildi. Etkinlikte dile getirdiğimiz bazı hususlara burada kısaca değinmeyi arzu ediyoruz.

Seyyid Kutub en temelde geçtiğimiz yüzyılda kimlik krizi ve mücadelesi içinde çalkalanan İslam Ümmetinin ufkunu açan öncü şahsiyetlerden biridir. Üstad Mevdudi ile birlikte iman edenlerin yeniden iman ile tanışma süreçlerine büyük katkı sağlamıştır. Çizdiği kimlik çerçevesinin en önemli boyutlarını geleneksel ve modern cahiliyyeden arınma; bütüncüllük; özgüven duygusu taşımak ve cemaat bilincine sahip olmak olarak özetlemek mümkündür. Çok etkili olmuştur çünkü bir aydın olmanın ötesinde o söz ile ameli bütünleştiren bir muallim, bir dava adamıdır.

İslam adına pek çok çabanın merkezinde yer alan “Ne yapmalı” sorusuna verdiği güçlü cevap onu diğer ıslah önderlerinden ayırır. Ümmetin içinde bulunduğu hastalığa geçici tedavi değil, kapsamlı operasyon önermiştir. Meselenin temelinin Ümmetin Ümmet olma bilincini yitirmesi olduğu tespitini yapmış ve çözüm olarak da Ümmet’in diriltilmesi hedefine yönelmiştir.

Bazı yapıların acilci ve ölçüsüz bir yaklaşımla siyasi yapıyı öncelikli hedef haline getirmesi ve keskin eylemlere girişmesi onun suçlanmasına yol açmıştır. Oysa Seyyid Kutub panik havası ya da acilcilik olarak tanımlanabilecek yaklaşımlar önermez. Bilakis onun düşüncesinde ve eyleminde uzun soluklu bir inşa, mücadele ve dönüşüm süreci vurgusu vardır.

Seyyid Kutub’a göre öncü cemaati besleyecek kaynak Kur'an’dır! Ama hemen belirtelim ki, onun Kur'an vurgusu aynen sahabe örnekliğinde olduğu gibi hayatı Kur'an’la dönüştürmeye yöneliktir. Yoksa onun çağrısının, günümüzde de hemen herkesin soyut bir Kur'an tahayyülü ile adeta içini boşaltarak sürekli Kur'an’a referans yapması manasındaki çabalarla bir alakası yoktur.   

Seyyid Kutub İslami bağlılığın dışındaki her tür bağı reddetme hususunda nettir. Biz’i net tanımlar. Müslümanın vatanı, milleti, bayrağı vb. hususlarda net bir perspektif sunar. İslam dışı bağları ve buna dayalı siyasal çerçeveyi reddeder. Bu hassasiyetin bilhassa içinden geçtiğimiz konjoktürde çok daha dikkatli ve özenli bir şekilde korunması gerektiğini görmekteyiz.

Allah’ın Ayetlerini Doğru Anlamanın Koşulları  

Sempozyumda da zaman zaman dile getirildiği şekliyle Seyyid Kutub hakkında en çok spekülasyona konu olan iddialardan biri onun düşüncelerinin yaşadığı şartlar nedeniyle keskinleştiği ve bir anlamda itidalli olma vasfını kaybettiğidir. Özetle denilen şudur: 1954 sonrası Mısır’da Abdunnasır diktatörlüğünün zalimliği Seyyid Kutub’u aşırı birtakım yorumlara sevk etmiş, bu da bilahare onun düşüncelerini bayraklaştıran kimi çevrelerin çok daha sert, şiddete meyyal ve tekfirci yaklaşımlara sürüklenmesine yol açmıştır!

Bu yaklaşım tarzının kendi içinde haklı birtakım boyutları olabilir. Elbette insanlar içinde bulundukları ortamlardan bazen olumsuz etkilenebilirler. Seyyid Kutub için de bu söz konusu olmuş olabilir. Ama böyle olduğunu iddia edenler bunun delilini göstermek zorundadırlar. Yani sosyolojik gayretkeşlikle Seyyid Kutub’u dönemine gömmeye çalışmak yerine eğer illa da yanlış düşündüğü, yanıldığı iddia ediliyorsa nerede yanıldığını göstermelidirler. Öbür türlü yapılan şey Seyyid Kutub’u etkisiz kılma ve tahfif olur.

Cezaevleri şartlarında, işkence ve zulüm ortamında aşırı yaklaşım ve yorumlara yöneldiğini söyleyenler genelleme yapmak yerine hangi düşüncesinin aşırı olduğunu ve Kur'ani hakikatlerle nerede çeliştiğini ortaya koymak durumundadırlar.

Bu tezi ileri sürenlere doğrusu şaşırıyoruz. İslami hareketin öncü bir isminin fikirlerinin normal şartlarda gelişmediğini ileri sürenlerin acaba “normal şartlar” algısı nedir, neyi içerir? Bu mantıkla hareket edildiğinde dün olduğu gibi bugün de ve Allahu alem yarınlarda da Ümmeti kuşatan zulmün devam edeceği görülmekte. Bu durumda düşüncelerimizin, sözlerimizin, eylemlerimizin ‘normalleşmesi’ nasıl mümkün olacak? Kaldı ki, aziz şehidin fikirlerinin cezaevi şartlarının, baskılarının ürünü olduğunu söyleyenler acaba Mekke döneminin tümüyle bir cezaevi ortamı olduğunu görmüyorlar mı? Bu durumda vahyin mahiyetine ilişkin olarak da aynı mantığı sürdürmeye kalkanlara ne diyeceğiz?

Hele bir düşünelim, Rabbimizin bizlere yönelik “iman ettik demekle bırakılmayacaksınız”, “sınanacaksınız”, “sizden öncekilerin başına gelenler sizin de başınıza gelmeden cennete giremezsiniz” mealindeki buyruklarını acaba hangi ortamlarda daha doğru ve yetkin bir şekilde anlamak mümkün olabilir? Savaşta, bombalar altında, cezaevlerinde, işkence ve zulüm ortamında mı, yoksa konforlu evlerimiz, akademik zeminler, bilimsel toplantılar vb. ortamlarda mı?       

Seyyid Kutub tartışmalarında şiddet ve tekfir meselesi öne çıkmaktadır. Dünden bugüne hep tartışma konusu olan bu konu sempozyum vesilesiyle de sıkça gündeme gelmiştir. Doğrusu genel manada bazı aşırı, hatta sapkın oluşumların Şehid’i yanlış yorumlaması ya da yanlış yorumlarına onu delil göstermesinin temelsizliği, tutarsızlığı açıktır. İslami kimliğe, Rabbani mesaja, Müslümanların izzetine, haysiyetine büyük zararlar veren bu tür aşırılıklardan sempozyumda hemen herkesin mutabakatla ifade ettiği üzere biz de Seyyid Kutub’un beri olduğunu düşünüyoruz.

Mamafih bu noktada savunmacı refleksle uçlara da gitmemek gerektiğini vurguluyoruz.

Kur’an’dan Kategorik Şiddet Karşıtlığı Çıkar mı?      

Şöyle ki, Şehid’in eserlerinden şiddete çağrının çıkmayacağı doğrudur ama şiddet karşıtlığının da çıkmayacağı görülmelidir. Daha önemlisi ise kategorik şiddet karşıtlığının Kur'an’la ve Resulullah ve ashabının pratiğiyle bağdaştırılamayacağını görmektir. Burada genelleme yapmak yerine mutlaka ayrım yapmak, şiddetin hangi durumlarda yasak, hangi durumlarda mübah ve hangi durumlarda ise elzem olduğunu görmek gerekir.

İslam Ümmetinin farklı coğrafyalarda maruz kaldığı durumlara baktığımızda ‘her türlü şiddete karşıtlık’ türünden bir yaklaşımın geçersizliği açık biçimde görülebilir. Öyle ya, mesela Filistin’de, Keşmir’de ya da Suriye’de şiddet karşıtlığı ne anlam ifade eder? İzzeti terk etmek ve adeta koyun gibi kasaplara teslim olmak manasına gelmez mi?

Tekfircilik Kötü, Herkesi Tezkiye Etmek İyi mi?

Bir başka tartışma da tekfir meselesi etrafında gelişmektedir. Evet, Seyyid Kutub’u tekfirci yorumlarına alet edenler onu yanlış yorumlamış ya da istismar etmişlerdir. Seyyid Kutub’un tahlillerinde, yorumlarında, yöneliminde tekfir çabası yoktur, açık bir hastalık olan tekfirci eğilime yönelim de görülmez. Bu noktada bu tür bağdaştırma çabalarına karşı çıkmak en azından aziz şehidin hukukunu korumak adına elzemdir.

Ne var ki, tekfircilikten kaçınırken, bir başka yanlışa düşmekten, bir diğer uca savrulmaktan da kaçınmanın önem arzettiği görülmelidir. Evet, Seyyid Kutub tekfircilik yapmamış, iman sahiplerini tekfir etmemiştir, ama iman iddiasındaki herkese de ucuz yollu Müslüman payesi dağıtmamıştır. Burada dengeli olmak zorundayız. Allah’ın dinine bağlı olan insanları basit akıl yürütmeklerle İslam dairesinden çıkmakla itham etmek ne kader yanlışsa, Allah’ın dinine savaş açmış zalimleri, tağutları, hainleri de ucuz bir şekilde Müslüman saymak da o kadar yanlıştır!

İşte yanıbaşımızda, gözlerimizin önünde içimizi yakan, vicdanımızı sızlatan manzaralara şahit olmaktayken, hala birileri çıkıp “Müslümanlar birbirlerini öldürüyor” saçmalığını dillendirebiliyor. Bazı Müslümanların bu kadar basiretsiz, bu kadar adaletsiz ve mantıksız bir yaklaşım geliştirmeleri bize bir şeyler söylemek zorundadır. Pek çok İslami hareket mensubuyla birlikte Seyyid Kutub’un şahsında İslam’a ve Müslümanlara düşmanlıkta, zulümde sınır tanımayan Cemal Abdunnasır’ları, Abdulfettah Sisi’leri, Beşşar Esed’leri sırf adlarından ötürü Müslüman mı sayacağız? Onların tağuti diktatörlüğünü muhafaza etmek için savaşan, Müminlere her türlü zulmü reva gören, masumları katleden canavarları sırf isimlerinden ya da iddialarından ötürü kendimizden mi göreceğiz? Mutedil olmaktan, vasat olmaktan herhalde bu tür kafa karışıklıklarına, saçmalıklara prim vermek anlaşılmasa gerek!

İşte aziz şehid hayatıyla ve mücadelesiyle Ümmetin değişik kesimlerine yerleşmiş, yaygınlaşmış bu kafa karışıklığıyla, bu bulanıklıkla mücadele etti. Cahiliyye bataklığında çırpınanları Kur'an ile doğrulmaya, dirilmeye davet etti. Şehadetiyle de sadece iman erlerinin Rablerine sadakatlerinin en güzel örneklerinden birini sergilemekle kalmadı, aynı zamanda İslam beldelerine çöreklenmiş zalimlerin, tağutların gerçek yüzünü de deşifre etti. Allahu Teala aziz şehidimizi cennetinde ağırlasın, ondan öğrendiklerimizi bize hiçbir zaman unutturmasın inşallah!