Ayol benim kitap yazma vaktim geldi!

Ali İhsan Karahasanoğlu

Kendilerini nimetten sayan gazeteci takımı var..

Eski dönemlerde Milliyet’e, Hürriyet’e atmışlar kapağı..

Gazetenin patronunun yıllar süren sömürüleri sonrasında biriken kaymak sayesinde, kendi militan söylemlerini, halka dikte etmeye çalışıyorlar.

Yalan yazıyorlar.

İftira ediyorlar.

Sonunda patronları dayanamıyor, kapının önüne koyuyor.

Bu sefer ellerinde mendil ağlaşıyorlar: “Bu ülkede basın özgürlüğü yok.. Başbakan emretti, beni kovdular..”

Oysa ülke genelinde 20’ye yakın ulusal gazete var..

Biri olmazsa, diğerinde, pekala yazabilirler..

Başbakan birisinden kovdursa..

Diğerinde yazarlar..

Eğer yazacakları bir şey varsa..

Ama tek sermayeleri yalan ise..

Hangi gazete, bunları ne yapsın?

Onlar da, okuru ile birlikte, yalana/iftiraya bayılan gazetelere kapağı atıyorlar..

Biri Aydınlık’a.. Biri Birgün’e.. Biri Sözcü’ye gidiyor..

O gazetelerde yazmalarına, kimsenin itirazı oluyor mu?

Hayır..

Ama onlar, atacakları iftiraların, söyleyecekleri yalanların gönüllü müşterisi olan malum kesimle yetinmek istemiyorlar..

“Bizi sadece Birgün okuru değil, Aydınlık okuru değil, Sözcü okuru değil, herkes okusun” diyorlar..

Ama yalanlarından da vazgeçmiyorlar..

Vazgeçmeyince de, bir süre sonra o gazetelerle de okuyucuya ulaşamıyorlar..

Ne oluyor?

O gazeteler de, artık satılmaz oluyor..

Birgün’de yaşananlar gibi..

Bakın, Milliyet’ten kovulduğunda, büyük tantanalarla Birgün’de yazmaya başlayan Nuray Mert, dün Almanya’da verdiği konferansta neler demiş:  “AKP karşıtları gazetelerden atılıyor, kimsenin umurunda değil. Bu iş nereye gidiyor diyen yok, umurunda olmayanlar da sonradan patır patır gidiyor. Büyük bir baskı var..”

Oysa kendisi AK Parti karşıtı..

Birgün’de pekala yazabiliyor..

Ama Birgün artık, istenilen yaygınlıkta okuyucu ile buluşamıyor..

Bunun da sorumlusu siyasi iktidar mı?

Sadece Nuray Mert değil..

Yine Milliyet’ten kovulan Ece Temelkuran da, Birgün’de yazmaya başlamıştı.

Sonra genel yayın yönetmeni olduğunu müjdeledi.

Biz de sevindik, “Ne güzel” dedik..

“Yalanları ile ünlü olsalar da.. Muhalif gazetecilerin de yazdıkları, yönettikleri gazeteler var..” diye izlemeye aldık..

Ama artık izleyemeyecekmişiz..

Çünkü “kitap yazma vakti gelmiş” Ece Hanım’ın..

Klasik gerekçedir ya..

Patron kovar..

Eğer patron bir ödül verdi ise..

Patronu korumak için, “İnanın bak, hiç sorun yok.. Kitap yazacağım. Onun için ara verdim” derler..

Eğer patron, ayrılırken ödül vermedi ise, yazmaya başladıkları ilk günün ertesindeki olaylardan başlar, döktürürler ha döktürürler..

Nasıl olsa kimse sormaz: “Be abla, bu kadar dolu imişsin.. Niye o kadar yıl yazmaya devam ettin?”

İstiyorlar ki, devlet nimetleri ile milyarları kasaya dolduran patronların, o haksız kazançlarla tencere-tava dağıtarak marka yaptıkları gazetelerde yazsınlar..

Ordan halkı zehirlesinler..

Olmayınca da, “Başbakan bizi kovdurdu” diye reklamlarını yapıyorlar..

Başbakan Milliyet’ten kovdurdu..

Peki Birgün’de ne oldu.

Ne oldu ki, “Benim de -üzerinize afiyet- bir kitap yazmam gerekiyor. Daha ne yazacağımı bilmiyorum” diyerek, kendi gerekçenize kendiniz gülerek, Birgün’ün yönetiminden ayrıldığınızı açıklıyorsunuz?

Niye, “Son zamanlarda atılmadığım tek gazete! Bir de bana ‘Gitme kal’ diyebilen tek canlı...” diyerek, kendinizle kafa buluyorsunuz?

İşin doğrusu..

“Başbakan’ın baskısı” ile gazetelerden kimse ayrılmıyor..

Atılan yalanlara, kimse inanmıyor..

İdeolojik kafalarda bile, iftiralar karşılık bulmuyor..

Bir gün “eşcinsellere sınırsız özgürlük” isteyip... Ertesi günü “başörtü  yasağını savunur”sanız..

Hangi okuyucu olursa olsun, vicdanı olan size prim vermez..

Sonunda “Paydos” demek zorunda kalırsınız.. 

Hatta sadece yazar bazında değil..

Bazen gazete bazında da, “Paydos” demek zorunda kalırsınız. 

YENİ AKİT