Aydın ve Siyasetçilerden Öteye Paradigma İflas Etti

KENAN ALPAY

 

1 Kasım sonuçlarında kimlerin kaybettiği tescillendi? İstifası istenen, özeleştiriye davet edilen, özür dilemesi beklenen epeyce isim ve kurum var, kamuoyunda dilden dile dolaşan. CHP ve Kılıçdaroğlu’nun, MHP ve Bahçeli’nin, Demirtaş ve HDP’nin bütün bağlantılarıyla birlikte müflis bir siyaset tüccarı olarak ortalıkta dolaştığından hiç kimsenin şüphesi yok. Fakat kaybedenler kulübü bugün gündem edilenlerden daha geniş ve derin bir cepheyi işaret etmektedir.

Toplumsal açıdan kaybedenler sadece siyasal parti ve kadrolar değil elbette. Kaybedenlere yatırım yapan ya da Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Başbakan Davutoğlu’nun kaybetmesi için ittifak yapan, paralel hareket eden, birbirini kollayanlar da kaybetmiş durumdalar. Fethullah Gülen’e bağlı kadro ve kurumlar bunların başında geliyor. Kemalizmin sol-sosyalist, liberal ve lümpen uzantıları da bu iflas tablosunun ana bileşenidir. Ayrıca sadece Doğan Medya’dan öteye temsil ettiği TÜSİAD sınıfı mağlup olmuştur. Akademisyen, sanatçı, stratejiysen, aydın, çevreci vb. maskeler takarak Washington veya Brüksel adına, Rusya veya Tahran hesabına faaliyet yürütenler de 1 Kasım’da toplumun iradesine toslamışlardır.

Kemalizm Her Rengiyle Çöküştedir

Son birkaç yıldır yoğunlaşarak gündemde yer tutan Eski Türkiye-Yeni Türkiye mücadelesi çok basit bir metafor olarak görülebilir. Ancak bu metaforun ete kemiğe büründürülmesi, iç-dış siyasete bakan yüzü, siyaset ve kültürün temelleri, ulusal kimlik-İslami kimlik, Batı’yla ilişki ve gerilim hattı vs. üzerinden tartışmaya başladığımız zaman aradaki fark, rekabet ve beka mücadelesinin zannedilenden çok daha derin ve kuşatıcı olduğu görülecektir.

Gezi Ruhu gibi 17-25 Aralık operasyonu ve 6-8 Ekim Kobani provokasyonu da aktörleri birbirinden çok farklı görünse de aynı hedefe kilitlenmişti. Devletin her hâlükârda ulusal-seküler ve Batıcı karakterini müdafaaya hizmet eden AK Parti muhalefeti siyaset ve toplumu hadım etme misyonuyla hareket ediyordu. AB/D yani Batı’ya bağımlı bir Türkiye modelini aşma yönündeki her politik hamle, her toplumsal değişim ve kültürel sıçrama bu sebeple ‘öncelikli tehdit’ muamelesi gördü. ‘Eksen kayması’nı engellemek sadece bürokratik oligarşinin değil aydın, siyasetçi, sanatçı, Fethullahçı, Kürtçü kadroların da Batı adına üstlendikleri en önemli ödeviydi.

1 Kasım, 13 yıllık AK Parti iktidarının 7 Haziran’dan itibaren beş aylık bir inkıtaa uğratılmasının kısa ve uzun vadeli tehditlerine yönelik verilmiş bir cevaptır. Bu cevabın ekonomik sebeplerini hafife almamakla birlikte siyasal-sosyal ve kültürel gerekçelerini de görmezden gelemeyiz. Bu sebeple seçimlerde umduklarını bulamayan Kılıçdaroğlu, Bahçeli veya Demirtaş’ın yerine kimin geleceğini tartışmanın çok fazla bir önemi yoktur. Asıl ve öncelikli olan Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Başbakan Davutoğlu’nun temsil ettiği ve hedeflediği siyasal tercihlerle diğerlerinin arasında kapatılamaz uçurumların olduğu gerçeğini tespit ve teşhir etmektir.

Muhalefet statükoyu, ulusal ve seküler kimliği, AB/D’ye müzahir operasyonel bir Türkiye modelinin mücadelesini vermektedir. Tipik bir üçüncü dünya ülkesi, iktisadi ve siyasi açıdan bağımlı ve seküler değerler doğrultusunda terbiye edilmeye razı bir toplumsal yapıyı teminat almak noktasında vazife üstlenmişlerdir. Suriye meselesinde aydını, siyasetçisi, akademisyeni, karikatüristi vs.’yle sergilenen rezilliklerin sebebi budur.

Gelecek Nasıl İnşa Edilmeli?

Tepeden tırnağa yaltaklanma duygularıyla Angela Merkel’e mektup yazan, uluslararası kurumlara ‘gayrı meşru AKP hükümeti’yle ilişkiniz kesin’ çağrıları yapan, NATO müdahalesi için avuç açan, AB Komisyonu’ndan şefaat dilenen, Fethullahçı kadrolarla kucak kucağa bildiriler kaleme alan mezkûr çevreler temel aldıkları tüm ideolojik ve kurumsal hedeflerle beraber toplumsal açıdan iyiden iyiye gayrı meşru duruma düşmüştür.

1 Kasım’da iflas edeni ve yerine ikame edilecek olanı açık, net ve cesaretle telaffuz etmek icap ediyor. İktidarı salt ekonomik refah ve özgürlüklere saygılı güvenlik politikasından ibaret göremeyiz. Kemalist eğitim, kültür, sanat politikalarıyla insani ve İslami değerlere yabancılaştırılmış geniş toplum kesimlerini tekrar kazanacak bir yapılanmaya muhtacız. Gürültüleri giderek daha çok çıkan fakat hemen tamamı devlet ya da devlet beslemesi sermaye grupları tarafından finanse edilen aydın, sanatçı, karikatürist, akademisyen vs. aktörlerin modellediği çirkin duygu, düşünce ve uğraş alanlarını tasfiye edecek alt yapı çalışmaları bir an önce başlamalıdır.

Mevcut sorunları sık sık atıf yapılan Mevlana, Yunus Emre, Hacı Bektaşi Veli’nin artık slogana dönüşmüş beylik sözleriyle çözümleyemeyiz. Ne yazık ki Recep Tayyip Erdoğan’ın ‘reisliğine’, Ahmet Davutoğlu’nun ‘hocalığına’, Necip Fazıl’ın ‘üstadlığına’, Sezai Karakoç’un ‘dirilişçiliğine’ yapılan atıflar yoğunlaştıkça düşünce, eylem ve organizasyon yeteneği gelişmiyor. Bilakis içi boşalıyor, tepkiselliğe evriliyor ve kendi öz değerlerine şeklen daha bir bürünüyorsa bile öz itibariyle giderek yabancılaşıyor.

Fetih’le birlikte coşan erken ve abartılı zafer duygusu kimseyi yanıltmasın, imtihanların bundan sonra daha da çetin olacağından kimsenin şüphesi olmasın.

Yeni Akit