Avrupa Birliği’nin İngiltere ile Sınavı

SİNAN ÖN

Avrupa’nın birliğini sağlama düşüncesi daha eskilere dayanmakla beraber bu konuda ciddi adımların atılması 2. Dünya savaşı sonrasına rastlamaktadır. Bütünleşme düşüncesi ilk olarak siyasal anlamda ortaya atılmış, ekonomik bütünleşme düşüncesi ise lokomotif görevi görmüştür.

İtalyan düşünür Dante, Monarşi adlı eserinde eski Roma imparatorluğu tarzı bir örgütlenme ile uluslararası barışın sağlanabileceğini aktarmış, İmmanual Kant; Ebedi Barış isimli çalışmasında barışı sağlayacak bir federasyon önermiş ve döneminde ileri bir adım olan “bu fedaresyona iç yönetimleri halk idaresine dayalı olan devletler katılabilir” demiştir.

“Avrupa Birleşik Devletler” tabirini kullananarak konuya farklı bir boyut kazandıran Fransız yazar Victor Hugo ise bu düşüncesini şöyle ifade etmiştir; “ Gün gelecek, bu kıtanın tüm ulusları bir birlik içinde kaynaşacak ve Avrupa kardeşliğini oluşturacaklardır. Gün gelecek tek savaş alanı fikirlerin yarıştığı Açık Pazar yerleri olacak. Gün gelecek kurşun ve bombaların yerini oylar alacak”

Ancak 2. Dünya savaşında daha büyük bir yıkıma sahne olan Avrupa’da, barışın ve bölgesel istikrarın sağlanması ve ekonominin yeniden yapılandırılması isteği Avrupa Birliğinin motive edici unsurları olmuştur.

İki büyük dünya savaşı yaşayarak oldukça yıpranan, siyasal ve ekonomik üstünlüğü iki kutuplu dünyada ABD ve SSCB’ne kaptıran Avrupa yeni bir denge ve birleşme arayışına yönelmiştir.

Avrupa’yı birleşmeye iten sebeplerden birisi de ABD’nin Marshall Planı’dır. Ekonomisini canlandırma ve yeni pazar oluşturma gibi amaçlar güden ABD’nin bu plan ile Batı Avrupa ekonomisini ABD’ye bağımlı hale getirmesi, 1948’de Avrupa Ekonomik İşbirliği Örgütünü ardından ise Benelux ülkeleri denilen Belçika, Hollanda ve Lüxemburg’u içeren Benelux Gümrük Birliğini doğurmuştur. Artık süreç bütünleşik Avrupa’ya doğru yol almaktadır.

En nihayetinde Fransa Planlama Teşkilat Başkanı Jean Monnet; Avrupa’da yeni bir savaşın çıkmaması için mutlaka kömür ve çelik gibi iki önemli savaş malzemesi üretiminin tek elde toplanması fikrini ortaya atmıştır. Bundan esinlenen Fransa Dışişleri Bakanı Robert Schumann’ın önerisi ile 1951 yılında Avrupa Kömür Çelik Topluluğu kurulur. Kurucu üyeler Belçika, Batı Almanya, Lüxemburg, Fransa, İtalya ve Hollanda’dır.

AKÇT’nin kısa sürede gösterdiği başarı Roma antlaşması ile Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET)’nun kurulmasına vesile olmuş ve bugünkü Avrupa Birliği’nin temelleri

atılmıştır.

Bugün uluslarüstü  bir konuma sahip birliğin kurumsal yapısı A. Komisyonu, A. Konseyi, A. Parlamentosu ve A. Adelet Divanı’ndan oluşmaktadır. Ancak tarihsel arka plana sahip olan düşmalık, rekabet, mücadele ve güç dengelerini lehine çevirme yarışı her zaman kaynamalara sebep olmuştur.

Adına “Büyük Britanya” denilen ve İngiltere, İskoçya, K.İrlanda ve  Galler’den oluşan “Birleşik Krallık” yani İngiltere ile AB arasındaki durumda bu arka plandan beslenmektedir.

1961 yılında birliğe katılmak için müzakerelere başlayan İngiltere’nin başvurusu Fransa Başkanı De Gaulle tarafından veto edilir. De Gaulle 1967 yılındaki ikinci başvuruyu da sonuçsuz bırakır.

Ancak De Gaulle sonrası 1973 yılında Danimarka ve İrlanda ile birliğe girebilir İngiltere. O zaman özellikle İşçi Partililerin karşı çıktığı bu gelişme İngiltere siyasal sistemini kökten değişikliğe uğratacak referandum ile kabul edilir.

İngiltere’yi yönetenlerin gözünde topluluğa giriş sadece ve öncelikle iktisadi nitelik taşımaktadır. Ortak Pazara kolaylıkla ulaşmanın yolu bu katılımdır. Ancak AB bunun çok ötesinde siyasal ve kültürel gündemlere sahiptir.

Birliğe katılım Muhafazakar parti iktidarı ile gerçekleşmiş ancak başından itibaren birliğin siyasal boyutuna aynı parti direnç göstermiştir. Özellikle Margret Thatcher döneminde bu direnç artmıştır. Süreç ayrılma ile sonuçlanırsa yine Muhafazakar partiyle olacak gözüküyor.

Demir Leydi’nin siyasi kariyerine malolan AB karşıtlığı, halen ülkede birçok iç politika polemiklerine sahne oluyor. “Birliğin sorunlu çocuğu” konumunda olan İngiltere’nin sorunlarını şöyle sıralayabiliriz.

AB kurumları ister Komisyon, ister Adalet Divanı olsun ne zaman İngiltere ile alakalı sınırlayıcı bir karar alsa, İngiltere Parlamentosu tarafından ciddi tepkiyle karşılandı. Bu tepkilere gerekçe olarak; İngiltere Avrupa’da kendini demokrasinin beşiği olarak görmekte ve diğer ülkelerin demokrasi performansından memnun olmadığını deklare etmektedir.

Benzer gerekçelerle ortak para birimi olarak avro (euro) üreten ve kullanan ülkelere dahil olmayı reddetmiş ve kendi para biriminde kalmayı tercih etmiştir.

İngiltere’nin Avrupa kıtasına her zaman tehdit ve kuşku ile yaklaşan bir dış politika izlemesi de ilişkilerin inişli çıkışlı olmasına sebep olmuştur. İngiltere Roma imparatorluğu döneminden beri istilacı ordular tarafından tehdit edilmiştir.

18.yy sonu 19.yy başlarında Napolyon orduları, 20.yy’da Alman orduları tarafından iki defa saldırıya uğrayan İngiltere bununla beraber Almanya, Fransa, İtalya gibi ülkelerdeki devrimlerin, iç ve uluslararası savaşların gerekçesini otoriter ve totaliter rejimlere bağlamıştır.  Son üçyüz yıldır istikrarlı bir demokrasi olarak geliştiğini iddia eden İngiltere için Avrupa istikrarsız, belirsiz, güvensiz olarak görülmektedir.

Avrupa’nın belirsizlikten kurtulduğuna henüz kani olmayan İngiltere’de AB yanlıları ile AB karşıtları arasında ciddi bir sürtüşme sözkonusudur.

Yapılan son referandum ve çıkan sonuç aslında sürpriz değil. David Camoron 2015 yılında seçim beyanatında referandumu deklare etmiş. AB’den bazı düzenlemeler talep etmişti. Bunlar; Avrupa vatandaşlarının serbest dolaşımı, ortak para birimi, ortak pazar ve mili egemenlik konuları ile alakı taleplerdi.

Çıkan sonuçta % 52 birliğe hayır demekte. Bu sonuç hükemeti hukuki olarak bağlamamakla beraber buna kayıtsız kalması da beklenmiyor. Karar AB’ye bildirildikten sonra minumum iki yıl sürecek ancak on yılı bulacağı tahmin edilen ayrılık müzakereleri başlayacak.

Bu durum karşısında Almanya’nın çağrısı ile bir araya gelen Fransa, Belçika, Hollanda, İtalya ve Lüxsemburg ortak bir bildiri yayınlayarak Birleşik Krallık’tan acele etmelerini ve netlik sağlanarak ayrılma kararını yürürlüğe koymalarını istediler.

Mesajı alan birlik kurucu üyeleri karşı mesaj konusunda gecikmediler ve restinize rest diyerek bu güç savaşında geri kalmayacaklarını gösterdiler.

Özellikle egemenlik konusunda ulus devletlerin elini güçlendirmesi beklenen ve “Ulusalcıların Küreselcilere karşı zaferi” olarak nitelendirilen referandum doğru okunmalı ve üniter ulus devletin en belirgin örneği Fransa’nın durumu gözardı edilmemelidir.

İki kutuplu soğuk savaş döneminde ABD’nin arka bahçesi olup SSCB’ye karşı tampon görevi gören ulus devletlerin, soğuk savaş sonrasında AB’yi Küresel bir aktör olarak ortaya çıkarması öncelikle bu ulus devletlere güç katmıştır. AB’nin güç kaybetmesi ya da dağılması ulusalcılara mı yarar bu tartışılır.

İngiltere ise her zaman alternatifini okyanus ötesinde arayan bir politika izlemiştir. 2002 yılında Thatcher kaleme aldığı “devlet yönetimi” kitabında AB için “çılgın bir proje, aydınların kibir abidesi, başarısızlığa uğraması kaçınılmazdır” demiş ve ilave ederek AB gerekli düzenlemeleri yapmazsa birlikten çıkıp “Kuzey Amerika Serbest Ticaret Bölgesine” girilmesini tavsiye etmiştir.

Ortada bir oyun var ve oyuncular hamlelerini yapıyorlar. Oyunun sonunda İngiltere birlik üzerindeki yaptırım gücünü artırmanın yollarını arıyor. Böyle bir pazardan çık(a)mayacaklarını kestirmek zor olmasa gerek. Belki farklı alternatiflerle yeni antlaşmalarla ancak birlik içinde.

Buna karşılık AB ingiltere içindeki AB’cileri harekete geçirmenin derdinde. İskoçya ve İrlanda birlikte kalmayı istiyor. Gerekirse bağımsızlık referandumuna gidecekleri söyleniyor. Bunun yanında dolaşan haberler arasında Londra’nın %60’ının AB’de kalmak istediği gerekçesi ile AB içinde bağımsız bir Londra talebi kontra atak olarak okunabilir. Böylece ulusalcıların zaferi olarak yapılan okumaların yeniden gözden geçirilmesi gerekiyor.

Kaldı ki İngiltere’nin ulusal politikalarına hizmet eden küresel bir yapılanması olduğu aşikar. Siyasal, ekonomik ve kültürel anlamda küresel bir boyutta olan bir ülkenin ulusal değerler adına birlikten çıkmasından ziyade, küresel aktörlerden birisini saf dışı bırakmak, gücünü kırmak gibi bir planının olduğunu düşünmek geçmiş tecrübelerle daha makul durmakta.

Zaman ne getirecek bekleyip göreceğiz. Sürecin müslümanlar adına, islam adına hayırlı bir şekilde sonlanmasını diliyoruz. Rabbimizden biz müslümanlara yeryüzünde adaletini sağlayacak güç ve dirayet vermesini niyaz ediyor ve canlarımızı müslümanlar olarak alması için dua ediyoruz...