Askerle mutabakatın yolu ABden vazgeçmek mi?

İhsan Dağı

Ergenekon sanığı Şener Eruygur'un belgeleri arasında Genelkurmay Başkanlığı'nın 2004 yılı başında Başbakan Tayyip Erdoğan'a verdiği bir brifingin notları da var.

Sunumu yapan Orgeneral İlker Başbuğ, dönemin Genelkurmay İkinci Başkanı. Her zaman olduğu gibi askerin kendi üzerine vazife olmayan birçok konuda görüşlerinin dile getirildiği bu toplantıda İlker Başbuğ'un talepleri arasında 'AB sürecini ve reformları yavaşlatmak' da var.

Son birkaç yıldır hükümetin AB sürecini ağırdan aldığı, reformlara devam etmediği, ilk dönemdeki heyecanının azaldığı yolunda ciddi eleştiriler yapılıyor. Bu eleştiriler karşısında, aslında müzakerelerin başlamasıyla ilişkilerin başka bir şekle girdiği, müzakere başlıklarının açılmasının ve yürütülmesinin fazla heyecan gerektirmeyen teknik bir çalışma olduğu ve zaten AB'nin de işi yokuşa sürdüğü tezleri doğru. Peki, anlaşılan 2004 yılının başından itibaren hükümete yapılan 'yavaşlayın' telkinlerinin de bunda bir payı olmasın.

Askerin AK Parti hükümetinden temel beklentisi; 'AB sürecini yavaşlatmak', durdurmak değil. Durdurmak için farklı yöntemler deneyenler bugün Ergenekon sanığı. Meşru kurumsal yapı içinde kalanlar 'durdurma' talebinin gerçekçi olmadığını biliyorlar; isteyebilecekleri, süreci 'yavaşlatmak'. Bunu da 2004 Ocak ayında en üst düzeyde ifade etmişler.

Talebin nedeni, AB sürecinin gerektirdiği 'değişim'in askerin sistem içinde geleneksel siyasal aktörler tarafından sorgulanmayan, sorgulanamayan iktidarın AB sürecinde dayanaklarının ortadan kalkması. Yani siyasetin özgürleşmesi, toplumun dışa açılması, ekonominin gelişmesi. Bütün bunların birbirleriyle etkileşiminden ve dinamizminden de artık, tepeden aşağıya emir komuta zinciriyle yönetilemeyen bir yapının doğması. Bu, sadece askeri değil, askerin iktidar paydaşlarını da son on yıldır rahatsız ediyor.

Yani sorun hiçbir zaman ne cumhuriyet oldu, ne laiklik. Sorun, bürokratik iktidarı ve sivil uzantılarını rahatsız eden sivil, demokratik ve özgürlükçü bir dönüşüm dalgasının AB sürecinin üzerinde büyümesi, adeta bir değişim 'tsunami'sine dönüşmesiydi. Baştan beri amaç bunu durdurmak.

Ama nasıl? AB ile tam üyelik müzakerelerini başlatan bir parti iktidarda. Seçimlerde yenilemeyen, illegal yollarla yok edilemeyen ve Anayasa Mahkemesi tarafından da kapatılamayan bir parti bu. Yaşanan bu tecrübelerin ardından 'statüko' şimdi, iktidarını AK Parti ile paylaşmaya hazır. Şartları da basit; AK Parti'nin 'değişim ve reform' vizyonunu unutması. Yani yeni strateji; AK Parti ile iktidarı paylaşmanın karşılığında AB sürecinin iyice yavaşlatılması, zamanla içerde reform baskısı yapma işlevini kaybetmesinin sağlanması.

Ancak mesele, AK Parti hükümetinin milletten aldığı iktidarı, önce bürokrasiye ve onun uzantılarına sunup, ardından da verdiği iktidarın ucundan biraz pay almaya razı olup olmayacağı. Böyle bir ilişkinin kurulup kurulmadığının göstergesi AK Parti hükümetinin AB yolunda önümüzdeki günlerde ne yapacağı olacak.

AK Parti'nin karar vermesi gereken husus şu: Bürokratik iktidarı millete iade edecek demokratikleşme süreci AB vizyonu ve dinamiği olmadan gerçekleşebilir mi? İkincisi; bu demokratik zemin kurulmadan AK Parti dahil hiçbir parti 'emniyette' olabilir mi? Statükonun güçleriyle 'mutabakat' karşılığında AB ve demokratikleşme vizyonunu bırakmak siyaseten intihar olur. Ne kadar öğrenilirse öğrenilsin 'Ankara siyaseti'nin kodlarına hapsolunduktan sonra 'demokratik siyaset' imkânı ortadan kalkar.

Zaman, askerle mutabakat aramada değil, AB tarafında Merkel ve Sarkozy ne derse desin AB sürecini hızlandırma zamanıdır. Mutabakatla AB'yi veren bir hükümet ne Ergenekon'dan çıkabilir ne de vesayetten.

ZAMAN