Arap Uyanışı ve İsrailin geleceği

Şahin Alpay

İsrail devleti hakkındaki görüşümü tekrarlayarak başlayayım: İsrail'in güvenli ve tanınmış sınırlar içinde yaşama hakkına kesinlikle saygı gösterilmeli. Ne var ki bunu sağlamanın yegâne yolu, İsrail'in Filistinliler üzerindeki işgal ve boyunduruğuna son vermesi, 1967 sınırları ile bağımsız Filistin devletini tanımasıdır.

İsrail'in izlediği politikalara yönelik eleştirilerin anti-semitizm, Yahudi düşmanlığı ile suçlanarak bastırılmaya çalışılması kabul edilemez. ABD'de ve başka yerlerde, İsrail hükümetlerinin izlediği politikaların kayıtsız şartsız desteklenmesi için çaba harcayan İsrail lobisi, İsrail halkına zarar veriyor.

Tunus, Mısır, Yemen, Libya ve yarın Suriye'de ve başka yerlerde otokratik rejimlerin yıkılıp yerlerini temsili yönetimlere bırakması sürecinin İsrail'in güvenliğini nasıl etkileyeceği konusu, tabii ki öncelikle İsrail'in gündeminde. Geçtiğimiz günlerde, bu konuda İsrail'in kurulu düzeni içinden yükselen iki taban tabana zıt görüşe rastladım. Birincisi, ülkenin önde gelen uluslararası ilişkiler uzmanlarından Barry Rubin'e ait.

Rubin'e göre, İsrail'in güvenliği iyi durumda. Şu nedenlerle: İç çatışmalar Arap ülkelerinin ekonomilerini ve ordularının İsrail'le savaşma yeteneğini kundaklıyor. İslamcı politikalar, bu ülkelerin gelişmesini köstekleyecek. Beklenen demokratikleşme gerçekleşmeyeceği için Batı kamuoylarındaki desteği de kaybedecekler. Arapların Türklerin kendilerine ne yapmalarını söylemelerine ihtiyaçları ve talepleri yok. Türkiye'nin nüfuzu Kuzey Irak ile sınırlı. Sünni Arap İslamcıları tabii ki Tahran'ın önderliğini izlemeyecek. Bütün bu nedenlerle gelecekte Ortadoğu'daki büyük çatışma Araplarla İsrail değil, Sünnilerle Şiiler arasında yaşanacak. Rejimleri ayakta kalan Suudi Arabistan, Ürdün ve Körfez ülkeleri, en büyük tehdidin İsrail değil, Tahran ya da İslamcılar olduğunun bilincinde. Filistinliler Obama'yı kendilerine en yakın Amerikan başkanı kılma fırsatını kaçırdılar... Öte yanda İsrail, ekonomik ve teknolojik gelişmesini sürdürüyor. Keşfedilen doğal gaz ve petrol kaynakları büyük gelir sağlayacak. Daha önemlisi, İsrail istikrarını ve birliğini koruyor. (The Jerusalem Post, July 15, 2012.)

İsrail eski dışişleri bakanı ve Kadima partisi eski başkanı, Tzipi Livni'nin değerlendirmesi ise çok farklı. Şöyle özetlenebilir: Mısır seçimleri bölgedeki en radikal unsurları güçlendirdi. Filistin meselesinin İsrail-Arap ilişkilerini gölgelediği görmezden gelinemez. Arap liderleri İsrail ile iyi ilişkilerde yarar görmüş olabilir, ama halkları İsrail'e düşman kaldı. Liderlerle anlaştık, ama halklarla barışamadık. Bölgede meydana gelen devasa değişiklikler İsrail'i, bazı yurttaşlarının kolay hazmedemeyecekleri kararlara zorluyor. Başta geleni Filistinlilerle barış görüşmelerine başlanması gereği. Arap ve İslam dünyasıyla ilişkileri normalleştirmenin anahtarı, İsrail Filistinlilerle barıştığı takdirde Arap dünyasının İsrail'i tanımasını öngören 2002 tarihli, Arap Barış Girişimi. Livni sözlerini şöyle bağlıyor: "Bugünlerde İsrail için hiçbir şey, Filistinlilerle anlaşmazlığı çözüme ulaştırmaktan daha acil değildir." ("Neither an Arab spring nor Islamist winter," Financial Times, July 12, 2012.)

Bulgaristan'ın tatil yöresi Burgaz'da İsrailli turistlere yönelik terör saldırısını şiddetle takbih ediyorum. Hiçbir gerekçe masum sivillerin öldürülmelerini haklı kılamaz... Ne var ki bu saldırı, muhakkak ki, İsrail'in bölge halklarıyla barış yapma ihtiyacının yeni bir işareti. Gelişmeler İsrail halkının da hükümetlerin izlediği politikalardan giderek daha büyük bir rahatsızlık duyduklarına işaret ediyor. Sosyal adaletsizlikleri ve, militarist politikaların bir sonucu olan, hayat pahalılığını protesto hareketi giderek büyüyor. Üçüncü bir İntifada'nın patlak vermesi ihtimal dışı değil. Bunlar bana Rubin'in arzusunu gerçeğin yerine koyduğunu, Livni'nin ise çok gerçekçi olduğunu düşündürüyor.

ZAMAN