A‘râf suresi bağlamında Hûd’un ıslah, Âd toplumunun ifsat çabaları-2

MURAT KAYACAN

Önceki yazımızda A‘râf suresinde Hûd kıssasına dair; Hûd peygamberin tebliğ konuları, üslubu, ileri gelenlerin ona dönük alaycı tavırları, Hz. Hûd’un sakinliğini koruması, ileri gelenlere yanıt verirken toplumun geneline de mesaj vermeyi ihmal etmemesi konuları ele alınmıştı. Bu yazıda ise Hz. Hûd’un vahyi tebliğ ettiğine, güvenilir biri olduğuna, insan peygamber gönderilmesinde şaşılacak bir şey olmadığına, nimetlere şükrün kurtuluşu getireceğine, kavminin sapıtmasında dini değil atalarından aldıkları kültürü esas almalarının rolü olduğuna, kurtulanların inananlar ve kaybedenlerin ise inkârcılar olduğuna dair kısım (el-Â`raf 7/68-72) değerlendirilecektir. Amaç, Hûd’un kötülüğü önleme faaliyetlerinden günümüze bir projeksiyon tutmaktır.

Hz. Hûd, kendisinden ziyade dine davet etmektedir. Yani o “prensip” insanıdır: “Size Rabbimin vahyettiklerini duyuruyorum ve ben sizin için güvenilir bir öğütçüyüm.” (el-Â`raf 7/68). İslâm’da belirleyici olan şey vahiydir. Peygamber de vahye tabi olur ve ona davet eder. Tebliğcinin ayrılmaz niteliği güvenirliktir. Bu açıdan peygamberler güzel birer örnektir. Onların izinden giden Müslümanlar da bu niteliği kendilerinde somut hale getirirlerse tebliği gereği gibi yapabilirler. Buna rağmen, hak yola gelip gelmemek inkârcıların tercihidir. İnkârında ısrar eden kimseler, sonuçlarına da katlanırlar. Ne var ki cehennem azabı katlanılabilecek gibi değildir. Onlara acıma da gösterilmez; çünkü yaptıklarına karşılık azap göreceklerdir.

Hz. Hûd, öğrenme değil, kınama amaçlı olarak Âd toplumuna şu soruyu sorar: “Sizi uyarmak için içinizden bir adam aracılığıyla Rabbinizden size bir zikir (kitap) gelmesine şaştınız mı? Düşünün ki O sizi, Nuh kavminden sonra onların yerine getirdi ve yaratılışta sizi onlardan üstün kıldı. O halde Allah'ın nimetlerini hatırlayın ki kurtuluşa eresiniz.” (el-Â`raf 7/69). Allah, inkârcıların da rabbidir. Onları yaratan Allah, onlara yol gösteren bir vahiy (zikir) de gönderebilir. Buna hiçbir engel yoktur. Asıl şaşırtıcı olan şey, kâfirlerin bunu mümkün görmemesidir. Onları azaba karşı uyaran Hz. Hûd içlerinden biridir. Dolayısıyla onların hayrına çabaladığını gayet iyi bilirler. Âd kavmi, Nûh kavminin halifeleriydi ve Nûh kavmine kıyasla daha iri yapılıydılar. Onlardan beklenen şey, verilen nimetlerin değerini bilmeleri, şükretmeleridir. Aksi takdirde sonları hüsran olacaktır.

Hz. Hûd, kavmine kurtuluş yolunu gösterdi: “Dediler ki: Sen bize tek Allah'a kulluk etmemiz ve atalarımızın tapmakta olduklarını bırakmamız için mi geldin? Eğer doğrulardan isen bizi tehdit ettiğini (azabı) bize getir.” (el-Â`raf 7/70). Âd toplumu, batıl kültürel mirası tevhid dinine önceliyordu. Yani hakikati bırakıp hurafeleri ve şirke bulaşmış dini tercih ettiler. Kendilerine tebliğ edilen doğru yolu seçeceklerine, korkutuldukları azabı hemen istediler. Yani âdeta “Allah’ım! Bizim belamızı ver!” demiş oldular. Hâlbuki ataları azap geldiğinde onlara yardımcı olamazdı.

Âd toplumunun azap talebi Allah tarafından kabul görmüştür; ancak ne zaman ineceği bilgisi Hz. Hûd’da da yoktur. Onun resul oluşu, azabı getirme ya da erteleme yetkisine sahip olduğu anlamına gelmemektedir: “(Hûd) dedi ki: “Üzerinize Rabbinizden bir azap ve bir hışım inmiştir. Haklarında Allah'ın hiçbir delil indirmediği, sadece sizin ve atalarınızın taktığı kuru isimler hususunda benimle tartışıyor musunuz? Bekleyin öyleyse şüphesiz ben de sizinle beraber bekleyenlerdenim!” (el-Â`raf 7/71). Hz. Hûd’un kesin ifadelerle “bir azap ve bir hışım” ineceğini belirtmesi, sadece azabın ineceğinden söz etmemesi, azabın katmerli olacağını göstermektedir. Âd toplumunun, Allah’a ortak koştukları şeylerin onlara fayda veya zarar verme imkânı yoktur. Ne atalarının de de onların Allah’a ortak koştukları şeylerin tapılmaya layık olduğu bilgisi vardır. Onlar sadece zanna uymaktadır. Artık hak ile batıl ayrılmıştır. Bundan sonrası vaktini yalnızca Allah’ın bildiği azaptır.

Hz. Hûd’un fıtrat dini olan İslâm’a dair hatırlatmalarını dikkate alan ve verilen nimetlere şükreden Müslümanlar kurtuluşa ermiştir. İnkârcıların ise sonu hiç de iyi olmamıştır: “Onu ve onunla beraber olanları rahmetimizle kurtardık ve âyetlerimizi yalanlayıp da iman etmeyenlerin kökünü kestik.”(el-Â`raf 7/72).İnanmayanlar, Allah’ın azabı geldiğinde çaresiz kalmışlar ve batıl inançlarının ilâhî azabı uzaklaştırmada hiçbir rolü olmamıştır. O inkârcılar onları sapkınlığa sürükleyen kibirleri ve Allah’a ortak koşmaları nedeniyle ahirette de azaba uğrayacaktır.

Görüldüğü gibi A‘râf suresinde Hz. Hûd kıssasına dair ikinci kısımda Hz. Hûd’un vahyi tebliğ ettiğine, emin bir öğüt verici olduğuna, Allah’ın yol gösterici bir kitap göndermesinde şaşılacak bir şey olmadığına, Hûd kavminin Nûh kavminden yaratılış olarak üstün olduğuna, nimetlerin Allah’tan geldiğini hatırda tutmanın kurtuluşa vesile olacağına, kavminin tevhid dininin karşısına atalarının batıl yolunu çıkardığına ve büyüklenip azabın gelmesini istediklerine, Hz. Hûd’un putperestliği eleştirdiğine, azabı getirme yetkisine sahip olmadığına, iyilere rahmetin ve kötülere de azabın ulaştığına işaret edilmektedir. Rabbimiz! Bizi ve toplumumuzu böyle bir son ile sonlanmaktan koru. Bizlere muttakilerin yolunun yolcusu olmayı nasip et.