Anıtkabir krizi nasıl çözüldü!

İran Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad 14 Ağustos'ta Türkiye'ye geliyor. Nükleer kriz nedeniyle Batı'nın İran'a verdiği iki haftalı süre ise 2 Ağustos'ta sona erdi ve bu, Tahran'a verilen son kredi olarak gösterildi. Kerkük üzerinden Irak içeride yeniden karışırken, Türkiye'nin öncülük ettiği Suriye-İsrail görüşmeleri İsrail Başbakanı Ehud Olmert'in istifası sonrası ne olacağı belirsizken, İran krizi önümüzdeki ayların en sıcak konusu olarak hızla öne çıkıyor.

Ahmedinejad'ın Türkiye'ye gelişi; gerek dünyanın en önemli sorunu olarak önümüzde duran nükleer kriz gerekse Batı ile kavgalı bir liderin bir NATO ülkesini ziyaret etmesi nedeniyle en üst düzeyde izlenecek ve tartışılacak. Daha şimdiden “Neden Anıtkabir'e gitmiyor” şeklinde Türk medyasında tartışmalar başlatıldı. Yine “böyle bir liderin bir NATO ülkesinde ağırlanması” elbette bazı ülkeleri rahatsız etti. Önümüzdeki günler bu tartışmalarla geçecek. Tartışmaların neden bu kadar büyütüldüğü, kimler tarafından hangi amaçla beslendiği ayrı bir konu. Ancak Türkiye dışında hiç bir NATO ülkesinin İran'la sınır olmadığını ve iki ülkenin yüzyıllara dayanan siyasi geçmişinin olduğunu not etmek gerekiyor.

İran lideri Türkiye'ye bir çalışma ziyaretinde bulunacak. 14 Ağustos'ta Ankara'ya değil, İstanbul'a gelecek. Gerekçe ise Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün Ağustos ayı çalışmalarını İstanbul'da yapacak olması. Böylece bir şekilde “Anıtkabir krizi” atlatılmış olacak ama Batı'dan gelen tepkilerin içeriye yansıtılmasına devam edilecek.

Dönemin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'in Suriye ziyaretine benzer bir tepki olmuştu. O dönem ABD'nin Ankara Büyükelçisi olan Eric Edelman, bir sömürge valisi edasıyla adeta Türkiye'yi tehdit etmişti. Ama bakın, krizi tırmandırmak isteyenler başarısız oldu. Türkiye-Suriye ilişkileri tahminlerin çok ötesinde gelişti. İki ülke bölgesel ve uluslararası bir çok konuda ortak hareket ediyor şimdi. Edelman'a kalsaydık belki de bugüne kadar iki ülke savaşa sokulmuş olacaktı. Ahmedinejad'ın ziyaretine gösterilen tepki, nitelik olarak hiç de farklı değil.

Türkiye, Batı ile İran arasında varolan ve şu an dünyanın en ciddi sorunu olarak öne çıkan krizi yumuşatıcı bir rol oynamaya çalışıyor. Uzun zamandır devan eden süreç, Ahmedinejad'ın ziyaretiyle zirveye ve çıkacak. Ankara, her ne kadar askeri hareketlilik beklemese de, Olmert'in istifası ve ABD'deki seçimlerin bıraktığı boşluğun tehlikeli olabileceğinden endişeli. Krize bakışı özetle şöyle: Bölgede nükleer silah istemiyoruz. Her ülkenin nükleer enerji elde etme hakkı var. Şu an İran'ın bu haklarına karşı gelirsek yarın nükleer enerjiye gidecek Türkiye benzer sıkıntılar çekebilir… Yanı başında bir ülkenin nükleer güç olmasından her devlet olduğu gibi rahatsız olması olağan bir durum. Ama yine de sorunun kriz yoluyla çözülemeyeceğinin, İran'ın istikrarsızlaşmasının nükleer krizden daha büyük tehdit oluşturduğunun farkında.

Ankara konuya sadece Batı-İran ilişkileri açısından da bakmıyor. Bölgeye yönelik genel bir Türkiye açılımından, “Türkiye inisiyatifi”nden söz ediyor. Lübnan'daki krize bakış, Irak'taki krize bakış, etnik ve mezhep krizlerine bakış, İsrail-Suriye krizlerine bakış hep bu çerçeveden şekilleniyor. Bu bakışın temel ilkeleri şöyle:

Her ülke için güvenlik. Üst düzey siyasi diyalog, ekonomik karşılıklı bağımlılık gibi temel ilkelerin yanı sıra kültürel, dini, etnik zenginliklerin korunması. “Kurumsal örgütler ve devlet dışı aktörlerle yakınlık” da bu ilkeleri tamamlayıcı nitelikte görülüyor. Burada bölgedeki muhalif çevre ve aktörlerin yanı sıra İKÖ, Arap Birliği ve Körfez İşbirliği Konseyi gibi kurumlar kastediliyor.

İran'ın elindeki kartları da Batı'nın elindeki kartları da bilen Türkiye, krize tarafsız yaklaşabilme, iki kesimle de diyalog kurabilme imkanına sahip tek ülke. Bunu Irak'ta da denedi ve başarılı oldu. Şubat ayında Türk heyeti Bağdat'a gittiğinde Türkiye Kuzey Irak'a operasyon yapıyordu ve bu ziyaret tepki aldı. Dört ay gibi çok kısa bir süre sonra Ankara Bağdat'la adeta bir “entegrasyon” anlaşması imzaladı.

Bu perspektif “Türk inisiyatifi” olarak tanımlanıyor. Ayrıca “Üçüncü yol” olarak kavramsallaştırılıyor. Bölgenin iki keskin kampa ayrıldığı, aynı zamanda dünyayı da iki keskin kampa ayırdığı bir ortamda Türkiye iki cephenin dışında “üçüncü bir yol” öneriyor. Bu üçüncü yol çerçevesinde İran krizinde “kolaylaştırıcı” bir rol üslenmiş durumda.

İran krizinin ne yönde seyredeceği önünüzdeki dört ayın nasıl yönetileceğine bağlı. Ama öyle anlıyorum ki, Türkiye Irak'a karşı nasıl kullanılamamışsa (1 Mart Tezkeresi) İran'a karşı da kesinlikle kullanılamayacak. Ahmedinejad'ın ziyareti, bütün tepkilere ve olumsuz gelişmelere rağmen, hem iki ülkenin yakınlaşması, hem krizin yumuşatılması hem de bölgenin ortak iyiliği için tarihi bir nitelik taşıyacak.

YENİ ŞAFAK