AK Parti Kürt sorununu niye çözsün?

İhsan Dağı

Son dönemde yapılanları ve konuşulanları hatırda tutarak soruyu şöyle de sormak mümkün; acaba hükümet Kürt sorununu çözmenin mi, yoksa olduğu gibi bırakmanın mı siyaseten daha az maliyetli olduğunu hesap ediyor?

Çözüm iradesi olup olmadığı bu soruya verilen cevaptan anlaşılır.

Bir süredir yürütülen 'güvenlik odaklı' politika, 'yeni strateji' adıyla gündeme getiriliyor. Bu politikanın esası Kürt sorununu çözmek değil, 'idare etmek', yani terörü ve Kürt siyasal hareketini kontrol altında tutmak. Operasyonlar, bölgesel ve küresel işbirlikleri, KCK tutuklamaları ve BDP'ye yönelik sertlik söylemiyle 'kontrol' mekanizmalarının kurulduğu düşünülüyor.

Mevcut durumdan çok daha vahim bir tablo ortaya çıkmadıkça Kürt sorunu hükümet ve geniş kitleler için 'katlanabilinir' görülüyor. Dolayısıyla, AK Parti çözüm adına siyasal riskler almaz. Neden alsın ki? Kürt sorununu AK Parti yaratmadı; aksine, 'eski aktörlerden ve politikalardan' kendisini farklılaştırarak büyük bir sempati ve destek de sağladı hem Kürtler hem de demokrat kesimler arasında.

Ayrıca sorunun kendisinin ve çözümsüz kalmasının AK Parti'ye ciddi bir siyasal maliyeti de yok. Kürtlerin neredeyse çoğunluğu AK Parti'ye oy veriyor. Oy verenlerin de parti üzerinde kayda değer bir baskısı, hatta talebi mevcut değil. Partide siyaset yapan, taşra teşkilatlarında veya merkezdeki temsil noktalarında bulunan 'Kürt kimlikli' AK Partililerin de sorunun çözümü için aktif bir pozisyon almadıkları ortada. Ne görüşleri soruluyor AK Partili Kürt siyasetçilerin ne de onlar paylaşıyor görüşlerini.

Kısaca seçmen veya parti mekanizması üzerinden AK Parti'ye Kürt meselesinin çözümü için bir baskı gelmiyor. Gelmeyecek de... AK Parti sorunu çözse de çözmese de Kürtlerin yarısının oyunu almaya devam edecek.

Üstelik sorunun bu haliyle devamı hükümetin ne ekonomiyi yönetmesine mani, ne da devlete hakim hale gelmesine. Dış politikada ve bölgesel dengelerin yönetiminde bile Kürt sorunu ciddi bir kaygı değil. Suriye üzerinden Amerikan yönetimiyle eşsiz bir ortaklık gelişiyor, Barzani yönetimi hem ABD'ye hem Türkiye'ye muhtaç İran'a ve Şiilerin baskılarına karşı, AB işi zaten askıda...

Kısaca, Kürt sorununun mevcut hali hükümete ciddi bir 'rahatsızlık' vermiyor, dolayısıyla sorun 'yönetilebilir' görülüyor. Zaten halk Kürt sorunuyla da terörle de yaşamaya alışık. Şehitliğin kapsamı genişletilerek ve geride kalanlara yeni imkânlar vererek de sorundan zarar görenlerin kayıpları hafifletilmeye çalışılıyor...

Gerçekçi olalım, hükümet açısından her şey böyle kontrol altında, katlanılır ve yönetilebilir görünürken 'çözüm' denilen bir bilinmeze hükümet neden kalkışsın?

Dolayısıyla 'yeni strateji'de yeni bir şeyin ve bir çözüm modelinin bulunmamasına şaşıracak değilim. Şaşırdığım sadece bir nokta var. O da 'Öcalan ve PKK ile görüşülmeyecek' ifadesi. Biliyoruz ki çok yakın geçmişte bu ikisiyle bir dizi görüşmeler yapılmıştı.

Soru şu: O zaman neden görüşmüştü devlet ve şimdi neden görüşmeyeceğini ilan ediyor? PKK ile otuz yıldır savaşan, Öcalan'ı kırk yıldır tanıyan devlet kimlerle muhatap olduğunu herhalde biliyordu. Dolayısıyla, şimdi çıkıp, 'bunlarla olmayacağı anlaşıldı' demeninin bir alamı yok.

Şimdi değişen ne peki? Değişen, savcılığın MİT mensupları hakkında Oslo görüşmelerini de kapsayan bir soruşturma başlaması ve bu çerçevede de MİT yöneticilerini 'şüpheli' sıfatıyla ifadeye çağırması.

Eğer 'Öcalan ve PKK ile artık görüşme yok' politikasının gerisinde bu savcılık soruşturması varsa hükümet geri adım atıyor demektir. MİT krizi patladığında hükümetin yürüttüğü Kürt siyasetine ve onun unsurlarına savcılığın müdahalesinin kabul edilemez olduğu, bunun siyaset üzerinde yargı vesayeti kurma girişimi olduğu haklı olarak söylendi.

Peki ama yine de bu müdahale hükümete geri adım attırdıysa?

Umarım doğru değildir, bu doğruysa hükümetin Kürt açılımı stratejisinin yargı vesayetine girdiği anlamına gelir ki çözümsüzlük siyasetinden daha kötüdür.

ZAMAN