Abdurrahman Yalçınkaya’nın canını mı sıktık?!..

AK Parti’ye bir kez olsun ihtarda bulunmaksızın, “google” taraması mahsulü “delillerle” dava açıp da... “

Ergenekon avukatlığı”nı açıkça ilan etmekle kalmayıp, hakimlere savcılara her fırsatta tehditler savurmaktan çekinmeyen CHP takımı hakkında bir kez olsun “ikazda” bulunmayınca...

Okuyucumdan bir dolu tepki geliyor...

Biz de Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Sayın Abdurrahman Yalçınkaya’nın bazı “Mütedeyyin” aile fertleriyle aramızdaki hukuktan dolayı savunmaya geçiyoruz; “Koskoca Başsavcı, neyi ne zaman nasıl yapacağını bilmeyecek değil ya, bekleyin biraz” vesaire...

Bu savunma gayretkeşliği okuyucumla aramdaki ilişkiyi limonileştirse de, başka türlü davranmak gelmiyor elimden.

Ne bileyim; tam tepkilere kulak verecekken...

Duygularım giriyor araya;

Abdurrahman Yalçınkaya’nın, Şanlıurfa’ya ilk İmam Hatip Okulunu kazandıran Merhum Dayısı Ziyaeddin (Güner) Efendi (R.A.) geliyor aklıma.

Kanser hastalığının pençesindeki son demlerini “komşu evlerinde” geçirmek mecburiyetinde kalan kardeşi Muallim Bakır Efendi (R.A.) geliyor...

Şanlıurfa’da mûkim akrabaları geliyor...

Onların mübarek havası, Abdurrahman Bey hakkında “olumsuz” duygular içine girmemizi engelliyor olsa gerek. Ya da öyle bir şey işte!..

Tabii habercilik olunca mevzu;

Sayın Yalçınkaya’nın hoşuna gidip gitmeyeceğini hesaba katmaksızın, ilgilenmek ve yansıtmak durumunda kalıyorsunuz...

Özgür Eğitim Sen Genel Başkanı Yusuf Tanrıverdi arayıp da, “CHP hakkında kapatma davası açılmasını temin için bugün Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’na başvuruyorum” deyince, ilgileniyorsunuz mecburen.

Yusuf Bey, güzel bir dilekçe hazırlamış;

“AK Parti’ye dava açmasını, ancak CHP’ye ikazda bile bulunmamasını” sorgulayan bölümleri -yukarıda izah ettiğim duygusal sebeplerden dolayı- hoşuma gitmese de beğendim.

Başsavcılık makamına hitap eden dilekçenin şu giriş cümlelerini mesela...

Siz de beğenecek misiniz: “Silahlı terör örgütü kurmak ve yönetmek, TBMM’yi ortadan kaldırmaya teşebbüs etmek, Türkiye Cumhuriyeti hükümetine karşı silahlı isyana tahrik, silahlı terör örgütlerine silah sağlamak, devletin güvenliği ile ilgili belgeleri temin etmek, resmi belgede sahtecilik, örgüte bilerek ve isteyerek yardım etmek’ gibi son derece ciddi iddialarla Silivri’de yürütülmekte olan davanın hukuk kuralları çerçevesinde cereyan etmesinin ve yargının tam manasıyla bağımsız hareket etmesinin önemi ortadadır.”

Böyle giriyor ve “Ergenekon’un avukatlığına” soyunan Baykal ve diğer CHP ağır toplarının, bununla da yetinmeyip hakimleri, savcıları nasıl tehdit ettiğini, nasıl baskı altına aldığını misalleriyle ortaya koyuyor.

Bütün bu fiillerin “Anayasa’yı, ceza ve siyasi partiler kanunlarını ihlal” suçlarını oluşturduğunu belirtiyor.

Anayasa Madde 138;

“Hiçbir organ, makam, merci veya kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hâkimlere emir ve talimat veremez; genelge gönderemez; tavsiye ve telkinde bulunamaz...”

Ve TCK’daki hükümler;

“Yargı görevi yapanları her ne surette olursa olsun hukuka aykırı olarak etkilemeye teşebbüs eden kimseye iki yıldan dört yıla kadar hapis cezası verilir” (madde 277),

“Savcı, hâkim, mahkeme, bilirkişi veya tanıkları etkilemek amacıyla alenen sözlü veya yazılı beyanda bulunan kişi, altı aydan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır” (Madde 288)..

Ve siyasi partiler kanunundan, “Devlet aleyhine cürümleri” men eden hükümler...

Dilekçe böyle sağlam, besili olunca; “Eh bari ben de geleyim Başsavcılığa” dememiz gerekti.

Gittik. Kapıdaki görevli üçüncü katta bulunan “Siyasi Partiler Şubesi”ne çıkmamız gerektiğini ve birimizin kimlik bırakmasının yeterli olduğunu söyledi.

Hep beraber çıktık...

Yusuf Tanrıverdi dilekçesini verirken, biz de yanında kendisine eşlik ettik.

Bir numara verdiler başvuruya dair; 2058/25.12.2009

Başsavcılığa en kısa zamanda intikal ettirilecekmiş; “iyi bari” dedik.

Teşekkürümüzü ettikten sonra, asansöre yönelince...

Bir de kimi görelim; Sayın Başsavcı Abdurrahman Yalçınkaya misafirlerini uğurlamak üzere dışarı çıkmış.

Böyle karşılaşınca kısa bir sohbet şart oldu.

Habervaktim’de ayrıntısını okudunuz; hoş bir sohbetti.

Karşılıklı “saygılarımızı” ifade etme imkanını bulduğumuz güzel bir karşılaşma...

Bir dolu haberi yapılan Başsavcı ile o haberlerin büyük bir bölümüne imza atan gazetecinin karşılaşması...

O ana kadar her şey iyiydi; Sayın Yalçınkaya’nın asansörün kapısı kapanana kadar gözleriyle bize refakat edişi de nezakete yorulması gereken bir tavırdı. Lâkin; aşağıya inip de arkadaşımızın kimliğini almasını beklediğimiz esnada, “yukarıdan” gelen bir telefon neşemizi kaçırdı.

Bizim yüzümüzden, santraldeki görevli “fırça” mı ne yiyordu?

“Efendim, ben Serdar Arseven’in sizin oraya geleceğini bilmiyordum” gibi bir şeyler duyunca, bir tuhaf oldum.

Santrali alelacele arayan kimdi?..

Abdurrahman Bey’in hoşuna gitmemiş miydi, bizimle karşılaşmak?..

Etrafıma toplanan görevlileri teselli ettim...

“Abdurrahman Bey’i ziyaret gibi bir niyetim yoktu. Yusuf Beyle birlikte yukarı çıkıp dilekçeyi verdik, asansöre gidiyorduk ki...”

Bu tür açıklamalarda bulunmam gerekti.

Telefona bakan görevli, kim tarafından ne söylendiyse ziyadesiyle müteessir görünüyordu. CHP’den başkasına rahatsızlık vermek gibi bir niyetimiz yoktu oysa; üzüldük.

Bina dışında yürürken...

Yusuf Tanrıverdi Bey “Kurumlarda bu ne gerginlik Serdar Bey. Başsavcı’nın sizinle tevafuken de olsa karşılaşmak hoşuna gitmedi galiba, nasıl bir panik havası bu” dedi..

Böyle bir vaziyet işte...

Bir mübarek Cuma günü, Abdurrahman Bey’e rastlamak varmış serde!..

VAKİT