Mahmut Alrantisi/Fokusplus
ABD ve İsrail’in Algıları Arasındaki Fark
İsrail işgal devleti, ABD’nin Gazze Şeridi’nde ve bölge genelindeki politikalarına yönelik artan müdahalesinden ciddi şekilde kaygı duyuyor.
İsrail’in Gazze Şeridi’nin büyük bir bölümünü hala işgal altında tuttuğu doğru. Ancak Gazze Şeridi’ndeki eylemleri yalnızca ABD ile, daha doğrusu İsrail’in Kiryat Gat bölgesinde kurulan ABD liderliğindeki Sivil-Askeri Koordinasyon Merkezi (CMCC) ile koordinasyon halinde yürütüyor.
Kısaca bu merkez, 10 Ekim’de imzalanan ateşkesin uygulanmasına yönelik çabaları koordine etmek amacıyla kurulan ABD liderliğindeki çok uluslu bir yapı.
ABD’li Amiral Brad Cooper’ın askeri kanadı yönettiği merkezde, sivil kanat ise Steven Fagin tarafından idare ediliyor. Merkezde güvenlik, istihbarat, insani yardım, mühendislik ve altyapı, çokuluslu kuvvet hazırlıkları ve sivil yönetişim olmak üzere altı çalışma grubu bulunuyor.
Merkeze verilen önemin göstergesi niteliğindeki ziyaretler, Washington’ın sürece aktif katılımını daha da görünür kıldı.
ABD Başkan Yardımcısı J.D. Vance tarafından 21 Ekim’de açılan merkez, 24 Ekim’de Dışişleri Bakanı Marco Rubio tarafından ziyaret edildi.
Ardından ABD Genelkurmay Başkanı Dan Keane 30 Ekim’de hem merkezi inceledi hem de Gazze üzerinde helikopter turu yaptı.
Aynı gün, merkezde 14 ülke ve 20 uluslararası kuruluştan temsilcilerin görev yaptığı açıklandı.
Gazze sınırında, yaklaşık 200 ABD askerinin konuşlandırılacağı büyük bir üssün de bu merkeze eklenmesi bekleniyor.
Bu nedenle İsrail içerisindeki bazı çevreler, merkezi 1948’den bu yana görülmemiş ölçekte bir ABD müdahalesinin ileri karakolu olarak görüyor.
Netanyahu hükümeti ise kamuoyuna, “İsrail’in Gazze’de her an yeniden savaşabilecek güçte olduğu” mesajını vermeye çalışıyor.
Nitekim son haftalarda en az üç büyük gerçekleştirerek çok sayıda direnişçiyi öldürdü, sivilleri katletti.
Ancak, bu operasyonları yalnızca ABD’nin izniyle ve Kiryat Gat’taki Sivil-Askeri Koordinasyon Merkezi ile koordineli olarak gerçekleştirebildiği ve her seferinde “meşru müdafaa” veya “ateşkes ihlallerine yanıt verme” gibi argümanlar, bahaneler ve iddialar kullandığı açık.
Bu sürecin aynı hızla devam etmeyeceği de açık, bazı analistlere göre İsrail için daha tehlikeli olan sahadaki “operasyonel özgürlüğünün kısıtlanmış” olması.
Ayrıca İsrail ordusunun Gazze Şeridi'ndeki askeri hareketini kısıtlayan yeni bir gerçekliğin ortaya çıkması.
Bu tablo, Hamas liderliği ve müzakere heyetine Doha’da düzenlenen ancak başarısız olan suikast girişiminin ardından daha da belirginleşti.
Gazze’de savaşa geri dönme fikri, özellikle Hamas liderliği ve müzakere heyetine Katar’ın başkenti Doha'da düzenlenen suikast girişiminin başarısızlıkla sonuçlanmasının ardından, ABD’nin müdahalesi ışığında daha da zor hale geldi.
Suikastın başarısızlığı, İsrail’in sınırsız eylemlerinin, ABD’nin bölgede kurduğu dengeyi bozabileceği konusunda ABD’lilerin kafasında birçok soru işaretine neden oldu.
Ayrıca, başarısızlığın, Trump’ın Netanyahu’ya savaşı durdurması için baskı yapmasında önemli bir faktör olduğu düşünülüyor.
Birçok İsrailli yazar, ABD’nin İsrail hükümeti ve ordusunun yetki alanlarını yavaş yavaş elinden aldığına ve merkezin bunun somut bir göstergesi olduğuna dikkat çekiyor.
Son dönemde gündeme gelen bir diğer başlık, Refah’ta bir tünelde mahsur kaldığı belirtilen Hamas üyeleri meselesi.
İsrail işgal ordusu, Mayıs 2024’ten bu yana tam kontrolünde olan bölgede bu direnişçileri bulamadı ya da etkisiz hale getiremedi.
Ateşkes imzalandığında Hamas, ateşkesi baltalayacak bir sürtüşme yaşanabileceğinden endişe ederek, bu direnişçilerin güvenli bir şekilde geri dönmesini istedi.
İşgal hükümeti ise bu talebi inatla reddetti ve bazen bu direnişçileri öldürmek, bazen silahlarını almak, bazen de sürgüne göndermek istediğini açıkladı.
Buradaki anlaşmazlık noktası, Hamas ile İsrail işgal hükümeti arasında Hamas üyelerinin geri dönüşü veya silahlarının teslimi konusundaki anlaşmazlık değil, krizin çözümüne dair ABD vizyonu ile İsrail vizyonu arasındaki fark.
İki vizyon arasında açıkça bir uçurum var ve ABD, bu konuda Hamas’a daha yakın bir tutum sergiliyor.
ABD yönetimi ateşkesin bozulmasını kesinlikle istemezken, İsrail’in vizyonu ateşkesin bozulması olasılığını içeriyor.
Başka bir açıdan bakıldığında, BM Güvenlik Konseyi’nde Gazze Şeridi’ndeki Barış Konseyi ve uluslararası güçlere ilişkin ABD tasarısı dikkate alındığında, Filistinlilerin Gazze’nin güvenlik düzenlemelerine herhangi bir dış vesayet veya uluslararası askeri güçlerin müdahalesini reddetmesine rağmen, İsrail işgal devleti Gazze’ye yabancı güç konuşlandırılması ihtimalini endişe ve kuşku ile takip ediyor.
Filistin direnişinin silahsızlandırılması meselesinde de ABD ve İsrail perspektifleri yeniden ayrışıyor.
ABD yönetimi, Hamas’ın tüm silahlarını kayıtsız şartsız teslim etmesini şart koşmuyor. Bunun yerine silahların gizlenmesi veya bazı saldırı silahlarının ortadan kaldırılması gibi daha esnek düzenlemeleri kabul edebilir.
İsrail ise şu anda ABD’nin Gazze’deki eylemlerine getirdiği kısıtlamaları dengelemek amacıyla, ordusuna özellikle Lübnan ve Suriye sahalarında daha serbest hareket imkanı tanıyor.
Bu yaklaşım, bir yandan Netanyahu hükümetinin Trump’ın bölge vizyonuna karşı çıkmak istemediğini gösterirken, diğer yandan Tel Aviv yönetiminin başka cephelerdeki rakiplerini zayıflatmak için ortaya çıkan fırsatları değerlendirmeye çalıştığının da bir göstergesi olabilir.
Bu süreçte Filistin direnişi, birincil hedefini açık şekilde “savaşın yeniden başlamasını engellemek” olarak belirlemiş durumda.
Bu hedef, bir noktada Trump’ın hedefleriyle kesişiyor gibi görünüyor.
Bu da özellikle Siyonist sağın sürekli olarak Gazze’deki savaşı yeniden başlatma yönündeki baskıları dikkate alındığında, ABD ile İsrail arasındaki algı farklılıklarının daha da derinleşmesine yönelik olasılığı artırıyor.