28 Şubatçılardan Brifing Alanlara Gün mü Doğdu?

RECEP ARDOĞAN

Yönetmenliğini Richard Donner’ın yaptığı, başrolleri Sylvester Stallone, Antonio Banderas, Julianne Moore’ın paylaştığı  “Suikast Çemberi”nde anlatılan bir hikâye var. Hikâye, olayların subjektif yorumu ile objektif yanı arasında tamamen bir zıtlık olabileceğini anlatıyor.

Bu hikâyenin istihbarat, diplomasi ve idare akademilerinde ders niyetine anlatıldığı da ifade ediliyor. Hikâyede,

Rusya'nın soğuğunda küçük bir göçmen kuş varmış. Güneye göç için kanat çırpmaktan bitap olmuş. Yarı donmuş vaziyette düşüp kalmış.

Çiftlikte dolaşan bir inek, farkında olmadan yerde yatan kuşun üzerine pisliğini bırakmış. Pisliğin sıcaklığıyla bir süre sonra kuş, kendine gelmiş, neşeyle şakımaya başlamış.

Kuşun şarkısı çiftlikteki kedinin de kulağına gelmiş. Sesi takip edip pislik yığınını bulmuş, eşeleyip kuşu oradan çıkarmış. Sonra da onu midesine indirmiş.

Hikâye’den çıkan sonuçlar şöyle:

- Sıkıntı içinde kalmanıza yol açan herkes düşmanınız değildir,

- Sizi pislikten çıkaran herkes dostunuz olmayabilir.

- Sıkıntı içine düştüğünüz bazı durumlarda sesinizi çıkarmamanız gerekebilir. (Murat Yetkin, “Seni pislikten kurtaran herkes dostun değildir”, http://sosyal.hurriyet.com.tr/yazar/murat-yetkin_575/seni-pislikten-kurtaran-herkes-dostun-degildir_40213070 [01.09.2016])

Aktüel siyasette bu hikayeye karşılık gelen çok hadise vardır. Örneğin, “Hizmet” adını kullanan yapı, AK Parti’nin iktidara geldiği ama muktedir olmadığı zamanlarda, durumun değişmesi için önemli bir rol oynadı. Ama, millî görüş geleneğini, siyasal İslam’ı ve hatta başka cemaatleri, sevmezdi. Yani, AK Parti iktidarın güçlenmesi için bu yapının yaptıkları, dost olmalarından değil, gizli hesaplarından dolayı idi…

Bu yapı, yakın zamanlara kadar, ülkemizde askeri vesayetin sonlanması için, önemli bir işlev gördü. Yasal olmayan takip, dinleme ve kayıtlar; medya ile çok yönlü propaganda, polis ve yargı gücünü kullanmak suretiyle, hukuka aykırılıklar sergilediler. Ama askerin hukukun sınırları içine, kendi görev alanına çekilmesi noktasında da bir katkıları oldu. Ama yukarıdaki hikâyede olduğu gibi,  size her yardım eden dost olmayabilir. Bu yapı da bugün anlaşılıyor ki, millî değil… Yabancı devletlerin gizli servisleriyle gayr-i meşru ilişkilerine bakılırsa, bu millete aidiyet bilinci de zayıf… Yapı olarak, bu ülkeye dost değil…

Diğer yandan, bu yapıya dün çeşitli şekillerde destek veren ülkeler bu yapının dostu değildi. Bugün bu yapının yurt dışına çıkan mensuplarına ve bağlantılarına kucak açanlar da onların dostu değil. Terörü destekleyen devletler, teröristlerle gerçekte dost olmazlar, çünkü teröristin başkaları tarafından da satın alınabileceğini bilirler.

Peki dün kendilerini bu ülkenin gerçek sahipleri olarak gören ama milleti küçümseyen, onun inancına saldıranlar, kimlerin dostu?..

Bunlar, paralel yapıya karşı mücadele ettiğini söylerken, “atış serbest” kabilinden tv’lerde boy gösterirken, acaba, nereye kadar millî?..

Kendine “hizmet” adını veren yapı, çeşitli kamu kurumlarında kadrolaşırken, insanlar bundan habersiz miydi? Peki, neden bugün olduğu gibi dün karşı çıkılmadı. Çünkü, bu kadrolaşmanın, Fransız taklidi laiklikçilere karşı olduğu düşünüldü. Gerçekte, babası asker olanlara askeri liselere girişte, “resmen” ayrıcalık yapıldığı; babası, imam hatip veya ilahiyat mezunu olanların da askeri liselere alınmadığı bir devirde, bu yapı, ordu içine “sızma”ya başladı. Namaz kıldığı veya eşi başörtülü olduğu için subayların ordudan atıldığı, başka kamu kurumlarına da alınmadığı hatta özel kurumlara da alınmaması için baskı kurulduğu bir ortam vardı. Bu yapının “sızıntı”ları, bu ortamda, kendilerini sonuna kadar gizlediler.

Acaba, orduyu milletten farklı bir zihniyete sahip hâle getirenler, bugün deşifre olan suça iştirak etmiş olmuyorlar mı?

Acaba, millî olmadan millete dost olunur mu?

Orduyu “cumhuriyet mitingleriyle darbeye kışkırtanların bu demokrasi havarisi kesilmeleri, utanmazlık değil de nedir?  

Bugün, FETÖcülere karşı yürütülen geniş takip ve koğuşturmadan, akademi camiasındaki bazı solcular ve ulusalcılar, bunu kendileri için fırsata dönüştürmenin yollarını aramakta…

28 Şubat sürecinde, asker çağırdığında, hemen toplanan; askeri amir edinen insanlar vardır, bunların içinde… Dini, kendilerince uygarlaştırarak (?) irtica ile mücadeleye katkıda bulunmak isteyenler vardır.

28 Şubat’ın Batı Çalışma Grubu için çalışan, bunu yaparken dindar insanları dindar oldukları için jurnalleyen kimseler var bunların içinde… Üstelik her hafta cuma namazını kıldıkları hâlde… Bunlar, dindar Müslümanları jurnallerken, acaba bunu hangi saikle yaptılar? İslam ve İslam milleti karşısında kendilerini nasıl konumlandırdılar? Bunlar, Kurayza’nın mensupları, Huyey b. Ahtab’ın çocukları mıydı?

Bunlar, gizli görevlerin adamı olmayı, gizli bir güce sahip olmayı çok severler. Bunlara bir masa verseniz, hakkını vermezler ama masada da kendilerinden başkasını bulundurmazlar. Yardımcılık, üyelik fark etmez. Her imza yetkisi, herhangi bir komisyon üyeliği illaki bunlarda olmalıdır.

Bu ulusalcılardan bazıları, bugün samimi müslüman pozu vermekte… PKK’ya sözcülük, yardım ve yataklık yapan partinin eş başkanının nasıl son zamanlarda ağzından Allah adı çıkıyorsa, bunların samimiyeti de öyle. Allah, bu ülkeye ve bu millete bir daha 28 Şubat’ı ve “taklit Fransız laisizmi”ni yaşatmasın. Ama bugün, 28 Şubat devam ediyor olsaydı, bugün samimiyet postuna bürünen bu adamlar, acaba, ne hâlde ve ne işte olurlardı? Bunlar için İslam, istismar edilecek bir nesneden başka bir şey olur muydu?

Devlet içinde Ergenekon’un izdüşümü olduğuna inanıyorum. Bazı ulusalcı ilahiyatçılar da dindar Müslümanlara karşı işte bu Ergenekon’un yanındadır. Halka tepeden bakan, onların inancını tahkir eden, Batılı yaşam tarzını aşılayamadıkları sürece halkı eğitilmesi zor bir güruh olarak gören Ergenekon’dan yanadırlar.

Bunlar, Ak Parti’nin muktedir olduğu ve bu milleti yeniden özü, vicdanı ve irfanıyla buluşturmak için bir basamak olan ilahiyat fakülteleri açmaya başladığı tarihten itibaren alınan hocaları, FETÖ’cü yaftasıyla ekarte etmek isteyen şark kurnazlarıdır. Bunlar taşra kafasından asla kurtulamazlar. Bunlar Yüksek Liselidir (!).

Kimse, bugün içinden geçtiğimiz süreçten kendisi için bir ikbal çıkarmaya çalışmasın. Bu süreci, “Siyasal İslamcı” adı verilen Müslümanlara, Kur’an’ı eksene alma gayretinde olanlara, farklı nur cemaatlerine, millî görüşçülere baskı kurmak için araçsallaştırmasın. İslam’ı kimlik olarak benimseyen, “tek devlet, tek bayrak, tek vatan ve tek millet” diyen insanları, kimse, kendi çıkarı için ne yok sayabilir ne de yok edebilir.