12 Martın yıldönümünde...

Bizim darbelerle yaralı demokratik hayatımızda 12 Mart 1971 günü öğlen 13.00 haberlerinde Ankara radyosunda okunan ve Süleyman Demirel başkanlığındaki hükümetin de hemen o gün istifasına neden olan ‘muhtıra’nın çok özel bir yeri vardır. 12 Mart muhtırası, adı üzerinde bir ‘muhtıra’ yani ‘ihtar’dı; Genelkurmay Başkanı ve Kuvvet Komutanları’nca imzalanmıştı ve hükümet eğer istifa etmezse darbe yapılacağını söylemekteydi.
Yürürlükteki Anayasa ve hukuk düzeni açısından baktığınızda komutanların yaptığı, daha sonra ilan edilecek olan sıkıyönetim döneminde binlerce gencin yargılanacağı ve hatta idam edileceği ceza kanununun meşhur 146. maddesinin tam karşılığı olan suçlardı. Ama elbette onları bu yolla suçlamak kimsenin aklına bile gelmedi, kimse böyle bir şeyi hayal dahi etmedi.
O günden bugüne demokrasi ve hukuk anlayışımızda çok ciddi gelişmeler olduğu aşikâr. Ama şunu da unutmayın: Bugün 2010 yılında darbeye teşebbüsle suçlanan asker kişilerin bu teşebbüsleri daha yapıldığı zaman, yani 2003-2004’te biliniyordu ama onları yargı önüne çıkarmak hayal dahi edilemedi, onları önlemiş olmak yeterli sayıldı.
***
12 Mart’ı doğru anlayabilmek için ‘9 Mart girişimi’ diye bilinen, ordu içindeki Baasçı, solcu cuntacılık akımını iyi tanımak ve iyi anlayabilmek gerekiyor.
9 Mart’çıları iyi tanıyıp anlamadan bugünün Ergenekon’unu tam olarak kavramak da kolay değildir, onu da söylemem lazım.
Tabii 9 Mart’çılar, yaptıkları veya yapmak istedikleri şeylerden hiç utanç duymadıkları için, anılarını kaleme aldılar, bu sayede tarihe önemli belgeler bıraktılar. (Meraklısına dönemin cuntacı
Hava Kuvvetleri Komnutanı Muhsin Batur’un anılarını ve yine cuntanın ileri gelenlerinden o dönem Tümgeneral rütbesiyle Kara Kuvvetleri’nde etkin görevde bulunan Celil Gürkan’ın anılarını tavsiye ederim. Dönemin cuntacı ekibine dışarıdan destek verenlerden emekli general Cemal Madanoğlu’nun anıları da okunmaya değer. Ayrıca, döneme ilişkin eleştirel bir bakışı da Hasan Cemal’in ‘Kimse Kızmasın
Kendimi Yazdım’ adlı siyasi hatıralarında bulabilirsiniz.)
***
Daha çok hava ve kara kuvvetleri karargâhında yoğunlaşmış olan ama taşrada ve deniz kuvvetlerinde de yeterince etkin olan sol-sosyalist görünümlü cuntacılar, 27 Mayıs darbesinin Adalet Partisi ve lideri Süleyman Demirel tarafından amacından saptırıldığını ileri sürerek darbeye hazırlanıyorlardı.
Liderler Hava Kuvvetleri Komutanı Batur ve Kara Kuvvetleri Komutanı Faruk Gürler’di. Ve bu faailiyetler herkes tarafından biliniyordu. Genelkurmay Başkanı Memduh Tağmaç kendini yalnız hissediyordu ve gönlü cuntacılardan yana değildi.
Bu nedenle mart ayının ilk günlerinde Ankara’da bir ‘Genişletilmiş Komuta Konseyi’ toplantısı yapıldı, bütün or ve kor generallerin katıldığı.
Katılımcılardan biri de 1. Ordu Komutanı Faik Türün’dü ve Orgeneral Türün sol cuntacılara kesinkes karşıydı. İlginçtir, Genelkurmay karargâhında toplantı yapılırken Merkez Komutanlığı’na bağlı askerler Ankara’nın göbeğinde Genelkurmay’ı kuşatmıştı. O sırada Merkez Komutanı, Faik Türün’ün kardeşi Tümgeneral Tevfik Türüng’dü ve kuşatmanın amacı Faik Türün’ün can güvenliğinin sağlanmasıydı!
Türün içeride açık bir dille konuştu, ‘Darbeye kalkışırsanız 1. Ordu bütün imkânlarıyla direnir, iç savaş çıkar’ dedi. Baasçı darbe yatmıştı. Faruk Gürler ve Muhsin Batur geri adım attılar, cunta faailiyetlerinde kullandıkları alt kadroları bir çırpıda harcadılar.
İşte o yüzden, 9 Mart günü, kalan cuntacılar aralarındaki en yüksek rütbeli kişi olan Celil Gürkan’a gittiler, ‘Düğmeye sen bas’ dediler ama o da basamadı düğmeye.
Bir çırpıda ortada bırakılanlar sadece asker kişiler değildi.
Doğan Avcıoğlu ve İlhan Selçuk’un Devrim Dergisi çevresi de ortada kalmıştı, hatta içeriden haber
bile alamıyordu.
Mesela Cumhuriyet Gazetesi sahibi ve başyazarı Nadir Nadi, 12 Mart’ta verilen muhtıranın beklediği ‘solcu darbe’ olduğunu sanmış ve muhtırayı öven bir başyazı bile yazmıştı, inanmayan 13 Mart 1971 tarihli Cumhuriyet’e bakar!
***
9 Mart tarihiyle özdeşleşen cuntacılar ve onların sivil uzantıları-işbirlikçileri 12 Mart döneminde yargılandılar, işkencelerden geçtiler, eziyet gördüler ama mahkûm olmadılar. Yani esasen gerçek anlamda bir yargılamayı kimse istemiyordu, çünkü işin ucunda Muhsin Batur ve Faruk Gürler’in bulunduğunu herkes biliyordu zaten.
Bugün de cuntacılık faailiyetlerinden, cuntaların hazırladığı darbe planlarından vs. söz ediyoruz. 12 Mart sonrası ile benzerlikler de var, ciddi ayrılıklar da.
O zaman da kurunun yanında yaşlar da yanıyordu, bugün de.
O zamanın yargılamaları adli sonuç almaktan çok siyasi sonuç alma odaklıydı, bugün yargılamaların nereye varacağını henüz bilmiyoruz. O zaman darbe heveslileri arasında gerçek liderler yoktu, bugün var ama. Ve en önemli şey de bu zaten.

RADİKAL