12 Eylül ve Mustafa Pehlivanoğlu

Mümtazer Türköne

Gönüllerde Birlik Vakfı bugün 17.30'da Ulucanlar Cezaevi'nde "12 Eylül 1980-Görülmüştür" başlığıyla bir etkinlik düzenliyor.

Bu etkinlikte ben de yer alacağım. İnsanı insan yapan, beşerî hafızası. Türkiye büyük zulümler yaşadı. Bu zulümleri unutmadık. Unutmadığımız içindir ki bugün benzer zulümlere hazırlananlar soluğu önce savcı karşısında alıyor, sonra masum insanları tıkmayı düşündükleri cezaevlerinde ziyaretçilerine kirli çamaşırlarını verip temizlerini alıyorlar. Versinler ve alsınlar. Yakın tarihimizde çok fazla yıkanmayı bekleyen kirli çamaşır var. Kardeş kavgasını, vatandaşa kurulan komploları, cinayetleri, hatta katliamları engellemenin en kolay yolu, silahla darbe yapmaya niyetlenenleri orada tutmaktan geçmiyor mu? Üstelik cezaevleri ne için?

Müze haline getirilen Ulucanlar Cezaevi farklı. 12 Eylül'den hemen sonra, bir sağdan-bir soldan mantığının ilk örneği olarak idam edilen Mustafa Pehlivanoğlu'nun son nefesini verdiği avlu burada yer alıyor. Sadece Pehlivanoğlu'nun değil Deniz Gezmiş'lerin ve diğer sayısız darbe maktulünün dünyaya dair gördükleri son sahneler Ulucanlar Cezaevi'nde idam sehpalarının kurulduğu avlular ve şafak vakti burunlarına gelen sabah esintisinden ibaret. Darbenin ne için yapıldığını, darbeciliğin ne kadar şerefsizce işlenen bir cinayet türü olduğunu yeni kuşaklara anlatmalı. Darbecilerin tezgâhına düşenleri, onlar ortadan kalktığı halde kendilerine verilen rolleri rezil bir ruh haleti içinde oynamaya devam edenleri de.

78'liler Vakfı'nın Mustafa Pehlivanoğlu'nun 'itiraflar'ını alâkasız bir dosya içinden bulması ve Radikal gazetesinin uzun uzun tefrika halinde haber yapması üzerinde işte bu yüzden durmak lâzım. Pehlivanoğlu 7 Ekim'de sabaha karşı Ulucanlar Cezaevi'nin avlusunda idam edildi. İdam edilmeden önce yazdığı son mektup, Başbakan Erdoğan tarafından gündeme getirildiği için, mektuptaki iç burkan ifadeler kamuoyuna mal oldu. Peki, Radikal gazetesinin ayıklayarak gündeme getirdiği 'itiraflar' neyin nesi?

Mustafa Pehlivanoğlu, idam için Ulucanlar'a getirilmeden birkaç saat önce Mamak'ta son bir işkenceden geçiriliyor. Radikal'in yayımladığı ifadeler bu işkencede alınanlar. Bu ayrıntı zaten haberin içinde yer alıyor. Üstelik, Pehlivanoğlu'nun ifadeleri ayıklanarak veriliyor. Sebep? Sebep, bu 'itiraflar'ın işkence altında alındığını gösteren yerli-yersiz ifadelerin bolluğu. O yıllarda 'Atatürk'ü de ben öldürdüm' sözü, işkence altında verilen ifadelerin anahtarıydı. Rahmetli Pehlivanoğlu bu sözü de söylemiş olmalı.

'İdamdan birkaç saat önce alındığı' ayrıntısıyla verilen bu 'itiraflar'ı yayınlamak ve üzerine bir yığın senaryo üretmek ne anlama geliyor? Üstelik 12 Eylül darbe mahkemelerinin bile delil olarak kullanmayı aklından geçirmediği ifadeler. Bir adam ölüme gidiyor ve giderken bir posta daha işkenceden geçiriliyor. Peki, o gün Pehlivanoğlu'na 'ölüme giderken' işkence yapanlarla, aradan 31 yıl geçtikten sonra bu ifadeleri mal bulmuş Mağribî gibi ortalığa dökenler ve haber yapanlar arasında ne fark var? Elbette bir fark var. Farkı belki aynı işkencelerden geçen 78'lilerin, kendi işkencecilerine olan aşk derecesinde bağlılıklarında aramak lâzım. Şeref ve insanlık yoksunu işkencecilere ve onların yaptığı işlere bugün sahip çıkanlar için başka ne diyebilirsiniz?

Sol, 12 Eylül darbesinden akıl ve ruh sağlığını kaybederek çıktı. Stockholm sendromu denen, cani ile kurulan sapkın duygusal ilişki, Pehlivanoğlu'nun işkence altında alınan ifadelerini gündeme getirerek kendini ele veriyor. Ergenekoncuların emir ve komutasında sağa sola saldıran marjinal sol örgütler, bu semptomun yaşayan canlı kanıtları. 78'liler Derneği ise, 12 Eylül darbecilerini yargı önüne getiren, hayatlarının son demlerini kâbusa çeviren geçen yılki anayasa referandumunda 'evet' deme cesareti gösteremedi. Ne 'hayır' ne 'evet' dedikleri edilgen pozisyon, 12 Eylül'ün yol açtığı bu travmanın eseri olmalı.

Bizler, Ülkücüler, yaşadıklarımızdan dersler çıkarttık. Reel sosyalizm çöktü ve tarih bizi haklı çıkarttı. Sol ise klinik şartlar, hatta psikiyatrist koltuğu dışında kendine bir hayat alanı bulamadı. Ne olup bittiğini anlamak için Pehlivanoğlu'nun ifadelerinin, işkenceden çıkıp ölüme giden birine ait olduğunu hatırlamaları bile gözlerindeki kalın 'arkaik solcu' perdelerini kaldırmaya yetebilir.

ZAMAN