1. Dünya Savaşı sonrası çizilen yapay sınırlar

Abdullah Yıldız, Osmanlı sonrası İslam coğrafyasının İngiliz ve Fransız emperyalistleri tarafından keyfî biçimde çizilen yapay sınırlarla parçalandığını anlatıyor

Abdullah Yıldız/Yeni Akit

Churchill hıçkırığı

Birinci Dünya Savaşı başlarında Osmanlı, yüzyıllardır adaletle yönettiği Balkanlardaki ve Afrika’daki topraklarını yitirmişti. Arap memleketlerinde de durum hiç iç açıcı değildi. Zira İngiltere, bölgedeki petrol kaynaklarını kullanabilmek için gözünü Osmanlı Devleti’nin Arap topraklarına çevirmişti ve bunun için her türlü oyuna başvurmaktaydı. Birinci Dünya Savaşı’nın İslâm dünyasını nasıl etkilediğini, Sorbonne Üniversitesi Tarih Profesörü Pierre Renouvin, “Birinci Dünya Savaşı Tarihi (1914-1918)” isimli kitabının 1. cildinde -tabii olarak Batılı emperyalist ama yine de realist bir bakış açısı ile- şöyle özetler (s. 695-698):


“Dünyadaki Müslümanlar, mezhep ve tarikat ayrılıklarına rağmen XX. yüzyıl başında hem bir inanç ve kültür birliği, hem de bir duygu bağı ile birleşmiş haldeydiler. Fakat artık hangi ölçüde bir “İslam Birliği”nden söz edilebilirdi? Müslümanlık “canlı bir sosyal birlik” meydana getirmişti... Bu birliğin temeli Kur’ân’dı. Kur’ân, Müslümanlara sadece inançlarıyla ilgili buyruklarda bulunmakla kalmamış, onların aile hayatlarıyla, medeni haklarıyla, ekonomik faaliyetleriyle ilgili kurallar da vermişti. (…) Müslümanların başı olan bir halife vardı; dört yüzyıldır halifelik Osmanlı padişahlarındaydı: Kuzey-Doğu Afrika’da, Hindistan’da, Orta Asya’da olduğu kadar Osmanlı İmparatorluğu’na tabi ülkelerde hutbe onun adına okunurdu. Bununla birlikte Müslümanlar itikat birliğine rağmen, halifenin uyruklusu değildi. (…)


İttihatçılar İstanbul’da iktidarı ele aldıktan sonra bütün Müslümanları teşkilatlandırmaktan çok, bütün Türkleri birleştirmeyi tercih ederek, “Pan İslamizm”in karşısına “Pan Turanizm”i çıkardılar. Bu ulusçu eğilim, Türklerle Arapların arasını açtı; şüphesiz bu ayrıca bütün Müslümanlar arasındaki dayanışmayı sarsacak nitelikteydi. (…) İslam dünyasının bazı bölgelerinde, din bağlarının zararına olarak ulusçuluk fikri gelişmeye başladı.

1918 sonbaharında İslam dünyası bir buhrana sürüklendi. 1914’e kadar biricik “en büyük Müslüman devlet” olan ve İslâmlığın merkezini meydana getiren Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılışıbölünme eğilimlerini büsbütün artırdı. Halifenin oturduğu İstanbul şehri yabancı işgali altında olduğu gibi padişah da İtilaf devletlerinin elinde esir gibiydi… Müslümanlığın temsil ettiği manevi kuvvet pek derinden sarsılmıştı… Bazı bölgelerde -yeni Türkiye, İran, Mısır, Hindistan gibi- batı düşünüşü ve usullerinin etkisi 1914’dekinden çok daha açık olarak kendini gösteriyordu…”


Renouvin’in tasvirine ilaveten, Birinci Dünya Savaşı’nın sonunda imzalanan Londra, Sykes-Picot, Sain-Jean de Maurienne gibi gizli antlaşmalar/mutabakatlar ile paylaşılan Osmanlı Devleti’nin geniş toprakları üzerindeki manzarayı da James L. Gelvin’den (Modern Orta Doğu Tarihi,s. 215-218) dinleyelim:


“Kendi çıkarlarına ve peşin hükümlerine dayanarak işe girişen büyük güçler, bir zamanlar Osmanlı İmparatorluğu’nun parçası olan toprakları aralarında paylaştılarparçalara böldüler ve daha önce hiçbir şekilde var olmamış yepyeni devletler yarattılar ve bu devletleri birbirinden ayıran yapay sınırlar çizdiler. Bazen bu sınırlar hiçbir mantığa dayanmadan çiziliyordu…


Örneğin, Ürdün haritasında Suudi Arabistan’ın doğu sınırında tuhaf bir girinti göreceksiniz. Bu girintinin hiçbir mantıklı açıklaması yoktur. Bölgeden ne bir nehir geçmektedir ne de iki devleti birbirinden ayıran sıradağlar vardır. Ürdün (o zamanki adıyla Trans-Ürdün) 1921’de toplanan Kahire Konferansı’nda kuruldu. İngiliz sömürge bakanı sıfatı ile konferansa başkanlık eden Winston Churchill, daha sonra “Ürdün’ü bir pazar günü öğleden sonra tek bir kalem darbesiyle yarattım” diye böbürlenecekti. Peki, bu “kalem darbesi” sonucu Ürdün neden bu şekli almıştı?” 


Churchill yemek yemeyi seven biriydi ve bazen brendi ve viskiyle sonlandırdığı ağır yemekler yediği de olurdu. Söylendiğine göre, Ürdün’ü Suudi Arabistan’dan ayıran sınırı oldukça cömert bir öğle yemeğinin ardından çizmeye başlamıştı. Tam düz bir çizgi halinde sınırı çizerken birden hıçkırmış ve kalemi kayıvermişti. İşte Ürdün sınırındaki bu tuhaf girinti bu hıçkırığın sonucuydu. Nitekim bazı Ürdünlüler bugün bile sınırdaki bu girintiye “Churchill hıçkırığı” derler.

Uydurma bir hikâye olması muhtemel bu anekdot manda sistemiyle yaratılan devletlerin ne kadar yapay sınırlara sahip olduğunu harika bir şekilde anlatır.” (a.g.e., s.224-225)


ABD Büyükelçisi Tom Barrack 1. Dünya Savaşı sonunda ulus devletlerin İngiliz ve Fransızlar tarafından kurulduğunu söyleyince “Fahreddin Paşa ve Medine Savunması” kitabımdaki bu anekdotu hatırladım…

Yorum Analiz Haberleri

Modernizmin esaretinden vahyin özgürlüğüne
"Ortadoğu’da suçlu yine Müslüman Kardeşler oldu!"
Aile, kadın ve cinsiyeti hedef alan tüm girişimler terördür!
ABD ve İsrail’in Suriye hesaplarında farklı görünen ortaklık
Papa ve zorunlu değerler ittifakı arayışı