Yaser Arafat’ın Ardından

Hamza Türkmen

Yaser Arafat, 11 Kasım 2004 Perşembe günü tedavi için götürüldüğü Fransa'da 75 yaşında vefat etti. Arafat, Filistin Kurtuluş Örgütü lideri ve Filistin Özerk Yönetimi'nin başkanı idi. Son iki buçuk yılını Filistin'in Ramallah şehrinde Mukata adı verilen "sığınak"ta geçirdi. Mukata, Arafat'ın yönetim bürosu ve karargahıydı; ama iki buçuk yıldan bu yana İsrail tankları tarafından kuşatılmış, bombalanmış ve çevresi yıkılmış bir durumdaydı. Arafat, siyonist işgal ordusunun zoruyla Mukata'da yaşamaya mahkum edildi. Aslında bu sığınakta geçen süreye, mahkumiyet yerine direniş süreci demek daha gerçekçi olur.

Arafat, Madrid ve Oslo anlaşma süreçlerinden sonra özerkliği sağlanan Gazze ve Batı Şeria topraklarına, 1994 yılında geri dönebilmişti. Bu anlaşmalarla Filistinlilerin kısmi bazı haklarını geri alabileceği ABD ve İsrail tarafından garanti (!) edilmişti. Karşılık olarak da bu süreçte FKÖ nezdinde İsrail resmen tanınmış oldu. Bu anlaşmalar, birçok Müslüman ve muhalif hareket tarafından, İsrail'in mevcut statüsünü bir şekilde onayladığı için "İhanet Anlaşması" olarak değerlendirildi. Ancak buna rağmen Arafat, 1996 yılında yapılan halk oylamasında, Filistin Devlet Başkanlığı için Filistinlilerden geniş bir destek aldı. İsrail tarafından istişhadi eylemlerin ve daha sonra da Aksa İntifadası'nın durdurulması konusunda sürekli olarak baskı altına alındı. Arafat'a vaat edilenlerin büyük bir çoğunluğu yerine getirilmedi. Arafat'ın feda eylemlerinin gerçekleştirilmesine karşı olmasına rağmen, FKÖ'ye bağlı Aksa Şehitleri Tugayları da istişhad/feda eylemleri yapmaya başladı. Ancak siyonist ordunun kuşatması altında siyaset yapmayı tercih etmiş olan Arafat, 2. İntifada denilen Aksa İntifadası'nın yanında oldu.

Filistin Yönetimi'nde sürekli olarak farklı eğilimler vardı ve iç tartışmalar yaşandı. Ama siyonist yöneticiler, Filistin Yönetimi'nden istediklerini alamayınca, kamuoyunun önünde ve sürekli olarak Yaser Arafat'ı açıkça öldürmeyi veya Filistin dışına sürmeyi tartışmaya başladılar. ABD tarafından İsrail'le barışa zorlanan Arafat, bu süreçte ABD tarafından muhatap alınmamaya başlandı. Bu arada siyonistler, Filistin Yönetimi'nden ve Hamas, İslami Cihad ve FKÖ bünyesindeki hareketlerden birçok lidere suikastler düzenlediler, bazılarını da tutukladılar. Sıra Arafat'a gelmişti. İsrail tankları Mukata'yı bombaladı ve muhasara altına aldı. Yaser Arafat tankların namluları kendine doğrultulmuş olsa da asla teslim olmayacağını, direnişi ve şehadeti seçtiğini ilan etmişti. Bu sırada arkadaşlarından ve korumalarından öldürülenler oldu. Ancak 2004 Kasım ayının ilk haftasında hastalığının ağırlaşması üzerine; sığınak, siper ve irtibat bürosu/karargah olarak kullandığı Mukata'yı tedavi için terk etmek zorunda kaldı.

Arafat'ın ismi Türkiye'de, İslam ve öncelikle de Arap dünyasının, Filistinlilerin bağımsızlık hareketine ilgisizlikleri ve destek vermemeleri karşısında, ses getirmek için, FKÖ'nün 1960'lı ve 1970'li yıllarda gerçekleştirdiği uçak kaçırma eylemlerinin kamuoyunda yankı bulmasıyla duyulmaya başlanmıştı. Ancak bu yıllarda Türkiyeli Müslümanlar (Türkiye İslamcılığı) devletçi ve ulusalcı tutku ve cahillikleriyle sağcı refleksler veriyorlardı. FKÖ'nün siyonist emperyalizme ve yayılmacılığına karşı, Filistin'deki ve Filistin dışındaki sol-sosyalist güçlerle birlikte hareket etmesi ve, Türkiye'deki sol grupların FKÖ'ye artan ilgisi, Türkiye İslamcıları'nda Filistin direnişine karşı mesafeler oluşturmuştu. Kudüs'e, Mescid-i Aksa'ya ve anti-semitik anlamda Yahudi düşmanlığına ilgi vardı; ama Filistin direnişiyle ilgili aktif yönelim ancak Türkiye'deki Tevhidi bilinçlenme süreciyle birlikte önce Düşünce ve sonra da Talebe, Yeni Ölçü, Tevhid, Şura, Hicret, Aylık Dergi, İslami Hareket, Akıncılar dergileriyle başladı. Türkiye'deki tevhidi bilinçlenme süreci Filistin direnişinde Müslümanların aldığı rolü dikkatle takip etti ve İslami oluşumlara yakınlık geliştirdi. İran İslam İnkılabı'nın siyonist işgali hedef göstermesi, İsrail'in Lübnan işgaline karşı Hizbullah'ın direnişi, Filistin mücadelesine olan ilgiyi daha da artırdı.

O dönemin "mukaddesatçı" yayınları ve çevreleri ise Filistin direnişine hep "komünizm tehlikesi" senaryoları ile baktılar. Bu senaryolarla birlikte değişik komplo teorilerinin üretilmesi de gecikmedi. Bu komplolar arasında Yaser Arafat'ın aslen Yahudi olduğu ve Filistin hareketinin liderliğine de siyonistler tarafından getirildiği iddiaları dahi vardı. Zaten 1960'lı ve 1970'li yıllarda İslami kitlelere öncelikli dış düşman olarak hep "Yahudilik" gösteriliyor, ABD emperyalizmi bile Yahudiliğe bağlanabiliyordu. Bu yıllarda yaygın olarak kullanılan "Amerika Rusya Yahudiye Kukla" sloganı, İslami kesimi baskın olarak yönlendiren siyasi ve kültürel seviyeyi de göstermekteydi. Solcu ve Arapçı eğilimlerinden dolayı Türkiye Müslümanlarının Arafat'a karşı mesafeli durmaları doğaldı; ama o dönemlerde bu mesafeyi koyan Türkiyeli İslami kesimin büyük bir bölümü Türk "milleti"nin değerlerini hararetle savunabiliyordu.

Bu girişi Yaser Arafat'ın vefatından sonra Müslümanlar arasında gündeme getirilen veya açıkça ifade edilemeyen tepkilere değinebilmek için yaptık. Ölümünden sonra onun için şu eleştiriler yapıldı:

"Yaser Arafat, Filistin direnişini terk etmiştir ve düşmanla uzlaşma yoluna gitmiştir. Yahudileri ve Hıristiyanları kendine dost tutmuştur. Hamas'a ve İslami Cihad'a tavır almıştır, laik ve "milliyetçi" birisidir. Körfez Krizi'nde Saddam Hüseyin'e destek vermiştir. Batılıların abarttığı sahte bir kahramandır. Müslümanlara önderlik yapacak birisi değildir. Adı yolsuzluklara karışmıştır. Gayrimüslim bir kadınla evlidir…" Dolayısıyla böyle bir kişi için hayır dilemek yada ümmete başsağlığı dilemek yanlıştır.

Öncelikle belirtmek gerekir ki, Yaser Arafat'ın kimliğinin en çok Arap milliyetçiliğinden etkilendiği açıktır. Mukata sığınağında kaldığı süre içinde kıldığı namaz, Ramazan'da tuttuğu oruç ve söylemindeki İslami vurgulara rağmen, halkının büyük çoğunluğunun sahip olduğu gibi, İslami bağlılığı hayatının büyük bir bölümünde kültür aidiyeti olarak kalmıştır. Yani tevhidi kimliği ile gündemde olan birisi olmadığı ve vahyi ölçülere göre davranma hassasiyetine sahip olmadığı için, tavır ve davranışlarında bilinçli Müslümanlardan beklediğimiz hassasiyetleri ondan beklememiz fazla bir şey olur. Onun Filistinliler için tasarladığı projeler ve girişimlerle, İslami hareketlerin Filistin davası için düşündüklerinin aynı olmaması, temel bazı konularda uyuşmaması doğaldır. Farklı olunan konularda bitmemiş tartışmalar da söz konusudur. Ama bu tartışmalar nedeniyle onun Filistin halkının şartlarının düzeltilmesi ve bağımsızlığını kazanması için verdiği mücadeleyi yok sayamayacağımız gibi; bu amaç doğrultusunda düşmanı ile diyalog ve uzlaşma imkanları noktasında verdiği tavizlere rağmen, mücadele hayatında siyonizmi düşman statüsünden çıkarttığını söylememiz de mümkün değildir.

Yaser Arafat öldüğü gün sevinç naraları atıp onun ölümünü kutlamak için eğlence organizasyonları düzenleyenler siyonistler ve fanatik-ortadoks Yahudilerdi. Hamas, Arafat'ın ölüm haberini alır almaz, aralarındaki tüm ihtilaflara rağmen bir taziye mesajı yayınlamış ve yetkilileri cenaze namazına katılmıştı. Türkiye'de de Arafat vefat ettiği gün Filistin Dostları Girişimi (FDG) tüm sevenleri için bir taziye mesajı yayınlamış ve son durağında Allah'tan hayırlar dilemişti. İki gün sonra İstanbul Fatih Camii'nde Necmettin Erbakan'ın iştirakiyle Felluceli şehitlerle birlikte, onun için de gıyabi cenaze namazı kılınmıştı. Ama Arafat'la ilgili olarak Müslümanların taziyede bulunmasını Müslümanlara yakıştıramadıkları savı ile bazı Müslümanlar da farklı biçimlerde eleştirilerde bulundular.

Müslümanlar olguları okurken adaleti elden bırakmamalıdır. Filistin davası, emperyalist ve siyonist kuşatmaya maruz kalan Müslüman, Hıristiyan, sosyalist ve milliyetçi kimlikler içinde yaşayan tüm Filistinlilerin taşıdığı bir davadır. Çünkü Filistin davası, Filistin halkını işgalci rejimden ve sürgünlerden kurtarma; tarihi, dini ve kültürel değerlerine ve bu değerlerin ortak sembolü olan Mescid-i Aksa'ya sahip çıkma; ABD emperyalizmi ve müttefiklerinin, halkların "kaderi"ni belirleme iddiasını reddetme davasıdır. Filistin İntifadası, bu dava tanımı üzerine yapılan bir konsensüsle sürmektedir. Düşman küresel kapitalizmin patronu ABD ve ABD'nin fiili olarak fütursuzca desteklediği ırkçı siyonist hareket ve işgalci İsrail devletidir. Biz Müslümanlar olarak isteriz ki Filistin'in özgürlüğü davası İslam'ın adaleti ile Müslüman öncüler eliyle taçlansın. Ama bu topraklarda yaşanan zulme karşı çıkanlar ve intifada taşlarını düşmana yöneltenler sadece Müslümanlar değildir. İntifada emperyalizme karşı kenetlenmiş Filistin direnişçilerinin ortak eylemidir ve bu eylemlilik İslami Cihad'ın, Hamas'ın da içinde olduğu farklı ideolojik yaklaşımlar taşıyan ve birbirleriyle de tartışmaları süren grupların, ortak düşmana karşı ortak bir eylem platformu anlayışı içinde sürdürülmektedir.

Dünkü İntifada'da baskın rengi oluşturan FKÖ ve Arafat çizgisiydi; Aksa İntifadası'nda baskın rengi verense İslami hareket olmuştur. Ama bu öncülük İntifada dayanışmasında ayrım oluşturmamıştır. Tabii ki ideolojik farklılıklar, metot tartışmaları ve iç tartışmalar söz konusudur. Ama Filistin direnişinde ana hedef, hep İsrail siyonizmi olmuştur. Dolayısıyla intifada, düşmana karşı farklı yaklaşımların birlikte mücadelesini ve ittifakını oluşturmaktadır.

Arafat'ın seküler bir anlayış içinde Filistinlilere kısmen nefes aldırmak amacıyla İsrail'le yoğun tepki aldığı bir barış anlaşmasına giriştiği doğrudur. Vahyi ölçülerle oluşmuş ehil bir istişare yetkinliğine ulaşamayan tüm yöneticilerin keyfi tutum ve tasarrufları her zaman tartışılmıştır. Arafat da bu tarz tartışmalara konu olmuş birisidir. Ama barış görüşmeleri adına İsrail'le masaya oturan Yaser Arafat, hakkındaki tüm eleştirilere veya spekülasyonlara rağmen, uzlaşmayı ve rahatı reddederek ömrünün son iki-üç senesini siyonist güçlerin kuşatması altındaki bir sığınakta direnerek geçirdiği de bütün Filistin dostlarının saygı duyarak izlediği bir gerçektir. Ve bu süreçte HAMAS da, İslami Cihad da, Hizbullah da Arafat'la diyalog içinde olmayı önemsemişlerdir.

Filistin ve Kudüs'ün Birinci Dünya Savaşı'ndan galip çıkan emperyalist devletlerin teşvikiyle ırkçı siyonistler tarafından işgal edilmesi, bütün Müslümanları üzmüştü. Ancak Filistin'de İsrail devleti kurulurken Mısır, Türkiye ve İran dışındaki tüm İslam coğrafyası emperyalist orduların işgali altında bulunuyordu. 1940'lı yıllarda İhvan-ı Müslim hareketi Filistin'in işgalini gündemine alıp direnişi teşvik etmesine rağmen, 1987'de başlayan intifada ile kitle tabanına yayılmaya başlayan Filistin direnişine, HAMAS adını alan Filistin İhvan'ı yeni yeni adım atmaya başlamıştı. Filistin kökenli Hizbu't-Tahrir hareketi ise, zaten öncü bir kadro yetiştirmeyi önceleyen metodik tartışmalar içinde bu fiili alandan çekilmişti. Şehid Fethi Şikaki öncülüğünde kurulan İslami Cihad hareketi ise, hem intifadanın ateşlenmesine hem de Müslüman kitleler arasında yer tutmasına öncülük etmişti. 1960'lı ve 1970'li yıllarda Filistin direnişini mayalayan rengi, İsrail hapishanelerine bakarak anlayabiliriz. Tutsaklar arasında bazı "İslamcılar" ve FKÖ savaşçılarına destek vermek için farklı ülkelerden gelip bölgeye yerleşmiş bazı sosyalist fedailer de bulunmakla beraber bu yıllarda zindanlardaki Filistin tutsaklarının büyük çoğunluğu FKÖ direniş birimlerindendi.

Bugün siyonist işgale ve emperyalizme karşı direnen ve yıllarca direnişi her türlü imkansızlığa rağmen sürdüren Filistin halkı, tüm İslami hareketlerin ve tüm diğer muhalif hareketlerin gözdesidir. Filistin halkı içinde ortak payda olarak emperyalizme karşı direniş, bağımsızlık tutkusu, Kudüs ve Mescid-i Aksa sevgisi ortak bir kimlik oluşturmuştur.

Bütün farklılıklara ve tartışmalara rağmen Filistin direnişini oluşturan örgütler ve öncüler arasında intifada, gündemi belirlemekte ve tarafları birbirine yaklaştırmaktadır. İlk kıblemizin mekanında namaz kılınırken başlayan Aksa İntifadası da milliyetçi, sosyalist, Hıristiyan Filistinli direnişçilerin desteği ile gelişti ve dünya gündemine oturdu. Müslümanlar her konuda siyasi analizlerini gerçeklik üzerinden ilkeli bir şekilde yapmak zorundadırlar; Aksa İntifada'sının müttefiklerini ayrıştırıcı söylem ve ithamlardan da kaçınmalıdırlar. Yaser Arafat, Aksa İntifadası'nın dayanışma dairesi içersindeydi. Kaldı ki son dönemlerini İslami ritüellere meylederek geçiren bir insanın kalbini yaramayacağımıza göre niyetini sorgulamamız da yakışık almaz. Bu bağlamda FDG'nin Arafat'ın ahiretteki akıbeti hakkında Rabbimizden "hayırlar" dilemesi ve sevenlerine "taziyette" bulunması hem insani ve hem de merfu örfe uygun bir tutumdur. Ancak Filistin direnişinde rol almış, Mescid-i Aksa'yı savunmuş ve alnını secdeye uzatmış bir insanın akıbeti için hayırlar dilemenin, onun zaaflarını ve kimliğine bulaşmış vahiy dışı arızaları yok saymak anlamına gelmediğini/gelemeyeceğini de belirtmeliyiz.

Özellikle Türkiyeli Müslümanlar 1950'li 60'lı yıllarda büyük ölçüde sağcılık, milliyetçilik, devletçilik ve Amerikancılık gibi kimlik kirliliği içinde Menderes ve Demirel gibi laik ve işbirlikçi liderlerin inisiyatif alanlarında bulunurken, Arafat ve arkadaşlarının Filistin'de ABD'ye ve Siyonistlere karşı Mescid-i Aksa'yı savundukları unutulmamalıdır. Müstezaf Filistin halkının müstekbirlere karşı direnişine ve feryadına dağılmış İslami ümmet yapısı/enkazı el uzatamamıştır. Ancak Filistinlilerin sesine tarihi enkaz altından kurtulup fikri ve siyası ıslah çabası içinde kendini oluşturmaya başlayan İslami hareketler cevap vermeye çalışmışlardır. Son dönemlerde de Filistin'de katliamlar yaşanırken İslam coğrafyasının bir çok yerinde ses çıkmamıştır. Bir Yahudi annenin kızı olan Rachel Corrie'nin Filistinlilerin evlerini yıkan İsrail buldozerlerine karşı direnirken canından olması, çaresiz gözyaşlarından çok daha erdemli bir tavır değil midir?

q

Gaybı bilen ve ahiretin terazisini tutacak olan biz insanlar değiliz. Birilerine yönelttiğimiz eleştiri veya itiraz bizi adaletsizliğe de sevk etmemelidir. Filistin özgürlük davasının, İslam'ın adaleti ve Müslümanların öncülüğü ile taçlanmasını istemek her Müslümanın dileği olmalıdır. İslamsız bir özgürlüğün ise ferdi ve toplumsal fıtratı özgürleştiremeyeceği vahyi bir hakikattir. Ama Filistin'deki işgalci düşmana karşı tavır alan hiçbir müttefikin varlığı, farklı kimlik taşıyor diye yok sayılmamalı ve hakarete maruz kalmamalıdır. Ayrıca Kudüs'ü teslim alan Hz. Ömer'in ve işgali defeden Selahaddin Eyyübi'nin İslam dışı unsurlara karşı gösterdikleri müsamaha ve adalet örnekliğindeki ilkeli ve evrensel tutum örtülmemelidir.