Yahudilik: Din mi, Ulus mu?

Hamza Türkmen

Müslümanlar, İslam tarihinde 20. yüzyıla gelinceye kadar Medine Dönemi dışında Yahudilikle fiili bir mücadele içinde bulunmadılar.

İslam tarihinin ilk dönemlerinden itibaren, Yahudilikten Müslümanlığa geçen ve İslam kültür yapısına önemli katkılarda bulunan insanlar oldu. Kur'an'ın icazeti gereği bazı Müslümanlar, kendilerine önceden Kitap verilen ümmetlerin hür kadınları olarak bazı Yahudi kadınlarla evlenebildi. Arapça ve İbrani unsurlar ihtiva eden ve Arap harfleriyle yazılan Aljami İspanyol lehçesi ile konuşan Yahudilerle, İberya Yarımadası'nda ve daha sonra Osmanlı topraklarında paylaşımda bulunuldu. İbn Batuta'nın zikrettiğine göre Anadolu beyliklerinde bazı yetenekli Yahudiler, Abbasiler Dönemi'nde olduğu gibi doktor, danışman ve çevirmen olarak çalıştılar. Hz. Ömer'e Kudüs teslim edildiğinde veya Selahattin Eyyübi Kudüs'ü Haçlılardan geri aldığında, İslam amme hukukunun düzenlemelerine uymaları koşuluyla Yahudiler, Filistin toprakları üzerinde özgürce yaşayabildiler ve mabedlerini dilediklerince kullanabildiler. Müslümanlar vahyi uyarı gereğince Yahudilerin yemeklerini helal gördüler; her iki kesim de İbrahimi bir örf olarak erkek çocuklarını sünnet ettirdiler.

20. yüzyıla gelinceye kadar Müslümanların Yahudilerle ilişkileri Ehl-i Kitab hukuku çerçevesinde devam etti. Yahudilikle Müslümanlık arasındaki tartışma, dini anlama biçimi üzerindeydi. İlahi vahye muhatap olmak konusunda Arap kavminden olmak ile İsrailoğullarından olmak arasında fıtri bir farklılık veya üstünlük söz konusu değildi. İki dini gurup arasındaki tartışmanın ana ekseni vahiyle irtibat konusundaydı; bu tartışma hiçbir zaman ırk farklılığı ve sonraları da sanayi toplumunun bir ürünü olan ulus olma farklılığı üzerine bina edilmedi.

Dünya Müslümanlarının Yahudilik hakkındaki kanaatleri, 19. yüzyılın son çeyreğinden itibaren farklılaşmaya ve karmaşıklaşmaya başladı. Çünkü o tarihlerden bu yana ufak bir modernist azınlık, Yahudiliği uluslaştırmaya çalıştı ve sonuçta da karşımıza Yahudilikle doğrudan irtibatlandırılan İsrail adlı ırkçı ve yayılmacı bir ulus devlet çıktı. İsrail Devleti öncesinde özellikle Avrupa'da belirginleşen anti-semitizm, Rus İmparatorluğunun pogromları/Yahudi katliamları, Nazi holokostu/soykırımı gibi Yahudilik karşıtı gelişmeler, Yahudiler için dil ve vatan birliğini savunan ırkçı Siyonizmi, sanal Yahudi ulusçuluğu projesinde başarıya ulaştırdı. İsrail Devleti'nin kuruluşuyla en önemli ürününü gerçekleştiren Yahudi ulusçuluğu, Müslümanları büyük ölçüde Yahudilik hakkında algılama ve kavram kargaşasına düşürdü.

1987 İntifadası'ndaki öncü tutumuyla temayüz eden İslami Cihad Hareketi'nin lideri şehid Fethi Şikaki'nin Said Havva'nın "Cundullah" adlı kitabındaki ve Abdülhamid Kişk'in "Ezher Dergisi"ndeki yazısındaki bazı yorumlarını da kullanarak, İsra Süresi'nde İsrailoğullarının iki kez fesad çıkartması ve helaka uğraması ile belirtilen ayetleri değerlendirmesi ilginçtir. Şikaki, İsrailoğullarının iki defa fesad çıkartmaları ve peşinden de azaba uğramalarının ikinci halini, günümüz ve geleceğe uzanan bir vaad olarak yorumlamaktadır. Bu yoruma göre Allah, Yahudileri toplayıp Filistin'e geri getirmekte ve cezalandırmaları için büyük bir kabirde toplamaktadır.1 Efsanevi kabuller dışında İsrailoğullarının biyolojik varlığının devam ettiği iddiası oldukça tartışmalıdır. Yakub (a)'ın oniki oğlundan türediği iddia edilen aşiretlerin tarih içindeki kaybı, bir kavmin biyolojik varlığının kaybı anlamına geldiğinde, söz konusu ayet kümesi, İsrailoğullarıyla ilgili iki tarihi olguyu aktarmak durumundadır. Ayrıca Şikaki'nin yorumuna bir soruyla daha yaklaşmamız gerekmektedir: Filistin'de toplanan ve "Yahudi" nitelemesiyle bilinen topluluk, dini bir cemaat veya ümmet midir; yoksa çok ufak ve istisna tutumlar dışında yeni bir olgu olarak modern bir ulus mudur?

Modern bir olgu olan "Yahudi ulusçuluğu" ile tarihi bir kategori olan "Yahudi dini"ni değerlendirme konusunda, Osmanlı bakiyesi Türkiye Müslümanları arasında da hala bir algılama ve kavram kargaşası yaşanmaktadır. Cevat Rifat Atilhan'ın 1950'li 60'lı yıllarda yayınlanan kitaplarında ulusçuluk ile kavmi ve dini olanı birbirine karıştırarak Yahudilik düşmanlığını dindar-muhafazakar kesime aşılaması; I. Dünya Siyonist Kongresi'nin ardından İmparatorluk dönemi Rus gizli polis servisi tarafından yazdırılan "Siyon Önderlerinin Protokolü"nün2 Türkçeye aktarılması; YMM hareketinin "Amerika Rusya Yahudiye Kukla" sloganını kitleleştirmesi ve dünya siyasi olaylarının analizinde her taşın altında bir Yahudi parmağının aranması kolaycılığı, insanlarımızı Yahudilikle ilgili Kur'ani değerlendirme perspektifinden oldukça uzaklaştırdı.

İsrailoğullarının Çözülmesi ve Süregelen Yahudi Toplumu

Yahudilerin ilk dönemlerden itibaren Filistin toprakları/Ken'an ülkesi dışındaki yaşantıları, yani "diaspora"daki yaşantıları, bir sürgün halini mi yoksa ticari bir açılımı mı ifade ettiği tartışılan bir konudur.

İsrailoğulları, Ken'an topraklarına yerleşmeden önce göçebe idiler. Göçebelerin ise şehirlerarası ticaretin ilk temsilcileri olduğu biliniyor. Yerleştikleri Filistin topraklarının diğer adı olan "Ken'an" kavramı ise tüccar kavramıyla eş anlamlı idi. Hz. Süleyman'ın yönetsel iktidarının M.Ö. 928'de İsrail ve Yahud devletleri şeklinde ikiye bölünmesine neden olan on iki İsrail aşiretinin on tanesi, İsrail devletinin tabileriydi. M.Ö. 722'de Asurlular tarafından yıkılan İsrail devletinin bağlıları Mezopotamya'ya; M.Ö. 586'da işgalle beraber Süleyman Mabed'ini yıkan ve Yahud devletine son veren Babilliler, İsrailoğullarının geri kalanının önemli bir kısmını da Babil'e sürgün ettiler.

Özellikle Asurlular, İsrailoğullarının yoksullarını değil, mülk sahibi soyluları, rahip aristokratları ve varlıklıları sürgüne yollamışlardı. Yeni ticaret yolları ve merkezleriyle tanışan İsrailoğullarının bu varlıklı, elit ve tüccar kesimi için bu süreç iyi değerlendirildi. Nil ve Dicle-Fırat nehirleri arasındaki ticaret yolları kullanılmaya başlandı. Zaten Finikeliler kanalından Akdeniz-Karadeniz limanları arasında nüfus kurmuş İbraniler/İsrailoğulları mensupları mevcuttu. Bu bağlamda bakıldığında diaspora, Kudüs'ün M.S. 70'de Romalılar tarafından ikinci ve son imhasıyla bağlantılandırılan Yahudilerin dağıtılışından çok önce, Yahudiler için dünya ticaretinin alanını kapsıyordu. Roma, Yunan ve diğer kaynaklara bakıldığında Yahudilerin M.Ö. I. yüzyıldaki diasporasının açık tablosu ortaya çıkar. Yahudiler Mısır, Libya, İspanya, Sicilya, Küçük Asya, İran sınırları, Suriye, Mekodonya, Yunanistan ve İtalya'nın bir çok şehrinde tüccar olarak büyük sayılar halinde vardılar. Yahudilerin diaspora/dağılma halinin Roma sürgününden önce ticari amaçlı olduğuna dair Yahudi kaynaklarında vurgular da vardır. Örneğin Sibyllin Kitapları'nda (3, 271) "her ülke ve deniz Yahudilerle dolup taşar" denmektedir.3

İsrailoğullarının, Sami kavimlerinin dil gruplarından olan İbranice ile konuştuklarını biliyoruz. İsrailoğulları peygamberleri de onlara vahyi, İbrani dili ile tebliğ etmişlerdir. Ama ister ticari amaçlı ister sürgün şeklinde olsun, diaspora ile yaşanan dağınıklıkla beraber, Yahudiler olarak anılmaya başlanan İsrailoğulları, din adamları/hahamları dışında ibraniceyi büyük ölçüde unutmuşlardı. Diaspora ile birlikte İsrailoğulları, Yahudiler olarak anılmaya ve farklı veya Aljami, Yidiş (Yahudi Almancası) gibi sentez dillerle konuşmaya başlamışlardı. Filistin'den itibaren öteki kavim insanlarıyla yapılan evlilikler, baskın yabancı kültür öğelerinin etkisi ve zor karşısında Yahudilerin, İsrailoğulları kökenine dayansalar bile çok ırklı bir dini cemaate-ümmete dönüştükleri hakkında önemli değerlendirmeler ve karineler mevcuttur.

Asurluların Mezopotamya'ya sürdüğü on İsrail kabilesi için "kaybolan kavim" ibaresi kullanılmaktadır. Çağdaş İsrail devleti kurulduktan sonra Filistin'e göç ettirilen bölgedeki Yahudi Kürtler, bugün İsrail'de resmi dil dışında Kürtçe ve o dönemlerden miras aldıkları, İbranice ile birlikte ibadet dili olarak da kullanılan Aramice konuşmaktadırlar.4 Septuaint (Eski Ahit'in ilk beş kitabı ve kanunlar) Mısırlı Yahudi cemaat tarafından Yunanca konuşan Yahudiler için Yunancaya çevrilmişti. İsrail'in M.Ö. 722'de Asurluların eline geçmesiyle sürgünden arta kalan İsrailoğulları, bölgeye göç ettirilen yabancı kavimlerle (Samiriler) kaynaştırılmış ve "Samiri Tevratı", Samirilerce İbrani yazısı ile kayda geçirilmişti. Rülolar halinde yazılan ve Filistin'in güneyindeki Ölüdeniz Mağaraları'nda ele geçirilen en eski Tevrat nüshalarının Samirilere ait olduğu anlaşılmıştı. Babil'de yazılan ve daha makbul karşılanan "Yahudi Tevrat"ı ise Asuri yazı karekteriyle kaleme alınmıştı.5

"Mişna", Filistin topraklarında (Eretz Yisrail) siyasi ve dini lider (Nasi) olarak görev yapan Yuda Anasi (M.S. 185-220) tarafından toparlanmış ve yazıya geçirilmiştir. Mişna'nın Tevrat'taki dinsel yasanın kodeksi mi, yoksa Yuda Anasi'nin öğretisi mi olduğu tartışılsa da, sonradan yazılan Babil Talmudu ve Filistin/Yeruşalayim Talmudu için eksen oluşturmuştur.6

"Talmud", Yazılı Tevrat'tan sonra Yahudilerin ikinci önemli dini kaynağıdır. Yahudiler Talmud'u genellikle Tevrat'ı anlamak konusunda öncelerler. Talmud, Mişna (altı bölümlük İbranice hukuki metin) ile "Gemara" (Mişna tefsiri ve tartışmaları)'nın birleştirilmesinden meydana gelmiştir. Yuda Anasi tarafından yazılan/yazdırılan Mişna'dan sonra yazıya geçirilmiştir. "Babil Talmudu" ve "Filistin Talmudu" olarak iki farklı yazım ve rivayet kanalıyla sonraki dönemlere aktarılmıştır. Babil Talmudu Yahudilerin büyük bir kesimi tarafından otorite kabul edilir. İbranice ve Aramice karışımı bir dili vardır; ama hakim unsur Aramice'dir.7

"Yahudi" kelimesinin anlamının İbranice'de ve diğer dillerde çok açık olmadığı belirtilir. Bu kelimenin ne ifade ettiği için tabii ki yapılan tanımlanmalarına bakılmalıdır. Talmud'da "Yahudi kimdir" diye sorulur. Bu sorunun muhatabı, Yahudi dinine inanan bir anneye sahip olmalı ya da Talmud ve Talmud sonrası haham yasalarına, yetkin hahamların kontrolünde uymayı kabul etmelidir. Yahudiliğin ırk ve ulus olduğunu iddia eden bugünkü Siyonist İsrail devleti de Yahudilik tanımını bu çerçeveye dayandırır.8

Tevrat/Tora, Yahudiliğin Tanah denilen yazılı din edebiyatı içinde temel din kitabıdır. İsrailoğullarına elçiler vasıtasıyla doğrudan yaratıcı tarafından verildiği kabul edilen Tevrat'a, Yazılı Tora; Tevrat'ın açıklamalarına ve Yahudi yasalarına ise Sözlü Tora denmektedir.9 Yahudiler açısından Sözlü Tora'nın, dini yorumlamalardaki değeri daha önceliklidir. Yahudiler için bu boyutuyla Tevrat, peygamberlerin getirdiği mesajla, ruhbanların mesajlarının bir karışımı gibidir.

Mezopotamya'ya ve Babil'e sürülen İsrailoğulları zaten iç ihtilaflar ve sapmalar nedeniyle zayıflayan dini kültürleri yanında, aşiret özelliklerini de kaybetmişlerdi. Ancak özellikle Babil sürgününde tek ilah anlayışından yana olan ve peygamberler geleneğine bağlı bir avuç din adamı, dini kaynaklara bağlanma ve dini olanı önceleme konusunda gösterdikleri çabalarla Yahudilik anlayışını bir kimlik ve yaşam tarzı olarak canlandırdılar. Tevrat kökenli inanç birlikteliğinin Yahudilik olarak yeniden canlandırılması diasporada dini veya kavmi veyahut ticari nedenlerle bulunan İbrani kökenliler arasında ciddi bir koloni dayanışması yarattı. Zaten diaspora döneminde İsrailoğullarının kültürü, dil saflığı, ırk saflığı ve din saflığı konularında oldukça bulanmış ve bozulmuştu. Özellikle M.S. ilk yüzyıllarda Yahudi din telakkisi bir ırk olarak değil, bir inanç olarak farklı kavimlerin içinde de yaygınlaşmıştı. Yunan, Arap, Falaşa, Hazer, Kürt Yahudileri vb. bu Yahudileşme akımının yeni temsilcileri oldular. Diaspora dönemi Yahudilerini bir arada tutan ortak ırkları değil, dini bağlılıklarıydı. Ve bu bağlılığı Yahudiliği seçen farklı kavimlerle birlikte yaşadılar.

Kur'an'da Yahudilikle ilgili ayetler, genellikle Tevrat bağlılarının zaafları, yanlışlıkları ve şirkleri üzerinde durur. Tevrat'la gereğince amel etmeyenlerle ilgili "kitap yüklü eşekler" (Cum'a 52/5) benzetmesi yapılır ve onun ayetlerini yalan sayan kavmin de ne kadar kötü durumda olduğu belirtilir. Rabbaniyyun ve Ahbar Tevrat'ı korumakla görevlendirilmişlerdi; ama münafıklar ve Yahudiler Kitab'ın kelimelerini yerlerine konulduktan sonra saptırmışlardı (Maide 5/44-44). Bir çok ayette gerek bilginleri gerek kitleleri itibariyle Yahudiler sapkın zihniyetleri ve tavırları dolayısıyla eleştirilmekle beraber, gene de Bakara Suresi'nde Allah'a, Ahiret Günü'ne iman ettikleri ve Salih amel işledikleri takdirde kurtulanlardan olacakları ifade edilmektedir (Bakara 2/62).

Bakara 62. ayette bizzat Yahudi, Hıristiyan ve Sabii olmanın olumluluk veya olumsuzluk olmadığı gerçeği açığa çıkmakta; ancak bunlardan olup da kurtuluşa erme şartlarının neler olduğu hatırlatılmaktadır. "Yahudileşme"yi olumsuz anlamda ele aldığımızda bu durum, şirk içinde olup da Müslüman olduğunu iddia edenlerin sapkınlığını hatırlatmaktadır. Bu örnekten kalkarak tek ilah anlayışından ve ahiret inancından sapmış, salih amellerden uzaklaşmış bir Yahudilik eleştirisinin, kavim ve ırk temelli bir eleştiri değil, din/tevhid eksenli bir eleştiri olduğu açıktır. Hıristiyanlık ile Yahudilik arasındaki tartışmada ırk temelli değil din eksenlidir.10

Yahudilik ve Irk

M.S. 429'a kadar Yahudilere, şer'i ceza tatbiki ve vergilerini toplama konusunda Roma İmparatorluğu'ndan icazetli bir Patrik vaziyet ediyordu. Ayrıca hem Roma İmparatorluğu'nda hem Irak'ta Yahudilerin dini yargı organında başkanlık yapmak, Filistin'deki mahkeme üyelerini seçmek ve din görevlilerini atamak için diasporada bir Başkan/Nassi mevcuttu. Diaspora Yahudiliğinin başı olma makamı olan Nassi'lik M.S. 1100 yılına kadar yaşadı. Nassi'ler Hz. Davud soyundan geldiklerini iddia ediyorlardı.11 Diaspora Yahudiliğinin Hz. Davut'un hüküm sürdüğü topraklara, Kudüs'teki Hz. Süleyman Mabedi'ne ve sunak taşına ilgi duymaları tabii idi. Ama bu ilgi, kendilerini, bir ırkın sürekliliği anlayışı içinde Hz. Davut'un soyuna bağlamak ihtiyacını duyan Yahudi din adamlarının abartarak "dünyanın bütün ırkları terk bir ırka bağlanacak" (Tekvin XII,3) mealindeki cümleyi Tevrat'a ekleyip eklemedikleri sorusunu da gündeme getirmektedir.

Talmut'u önceleyen din adamları, Tevrat'ın diğer dillere çevrilmesine karşıydılar. Garaudy'nin tesbitiyle hahamlar, Din'in Talmutçu yorumlarını tekellerinde bulundurarak halkın Tevrat'ı doğrudan anlamasını istemiyorlardı ve sonuçta Tevrat çevirilerinin okumalarını da yasaklamaya çalıştılar.12 Şekilci bir yorumlamayla Tevrat'ın inisiyatifini bu denli ele alan ve Hz. Davut soyundan geldiklerini iddia eden ruhanilerin, Tevrat ve Talmud yazımını Milattan Sonra kendi hafızaları ve birikimlerine dayanarak yazmaları/yazdırmaları esnasında bu iddialarını da dini kaynaklarına metinleştirerek geçirip geçirmediklerine dair elimizde niyetlerini ölçebileceğimiz bir alet bulunmamaktadır. Ama bu tarz hususlarda Kur'an'daki uyarılar çok dikkat çekicidir.

İsrailoğullarının, az bir kısmı dışında tevhidi inanış ve uygulama konusunda İbrahimi çizgiden yüz çevirdiklerini, Kitab'ın bir kısmına inanıp bir kısmını inkar ettiklerini, kitabı kendi elleriyle yazıp sonra az bir paha için bunların Allah katından olduğunu söylediklerini (Bakara 2/83; 85; 79); kendilerine kitap verilenlerin, az bir paha karşılığında onu arkalarına attıklarını, dillerini Kitab'a doğru eğip bükerek dediklerinin kitaptan olduğunun sanılmasını istediklerini (Al-i İmran 3/187) vd. hatırlayabiliriz. Zira "onlar azı dışında, iman etmezler"di (Nisa 4/155).

Kendilerini Davut soyuna dayandırmaya çalışan din adamları, erken dönem ırkçı çabalara da zemin hazırladı. M.Ö. 539'da Yahudilerin diasporadan Filistin'e geri dönmelerine izin verildiğinde İran sarayında mevki kazanmış bazı üst Yahudi rahipler, "karışık kan taşıyan bütün insanlar"ı İsrailden ayrılmaya çağırıyorlardı13. Talmud'da "kardeşler" ve "gentile" ayrımı, gentileyi/ötekini kurtarmaya değil bizzat lanetlemeye ve kurtarmamaya yönelikti14.

Yahudilerin ırk olarak Hz. İbrahim çizgisini devam ettirme iddialarına Kur'an vahyi ile önemli eleştiri ve uyarılar gelmiş idi. Hz. İbrahim de Yakub da Allah'ın bildirdiği dini, oğullarına vasiyet etmişti (Bakara 2/132). Esbat'a (Yakub'un torunlarına), Musa'ya, İsa'ya ve tüm rasullere indirilenlere iman edenler, rasullerden birini diğerinden ayırt etmemeliydiler (Bakara 2/136). Yahudilerin, rasul olan İbrahim, İsmail, İshak, Yakub ve oğullarının Yahudi olduklarıyla ilgili iddialarını biliyoruz (Bakara 2/140). Rabbimiz İbrahim'e "ben seni insanlara imam yapacağım" dediğinde, o, "zürriyetimden de" demişti. Rabbimizin cevabı ise açık ve öğretici idi: "Ahdim zalimlere erişmez" (Bakara 2/124).

Rabbimiz, İsrailoğullarına "nimet ve hikmet verildi"ğini ve "alemlere üstün kılındıkları"nı belirtmektedir (Bakara 2/47; Araf 7/140; Casiye 45/16). Yahudilerden çoğu bu hali yapısal bir üstünlük olarak algıladılar. Oysa bu nimetler "kavm"ın o zaman ki konumu dolayısıyla bağışlanmışlardı. Kavm, gidişatını değiştirince Yüce Allah'da vermiş olduğu nimetleri geri aldı (Enfal 8/53). Ki bu gerçek, Yahudilerin pek gündemlerine gelmese de Tevrat'ta da vurgulanmaktadır15."Onlar bir ümmetti, gelip geçti" hitabını da gözettiğimizde, övülmüş olan İsrailoğullarının, tevhidi çizgiyi devam ettirenler olduğunu, vahyi olanı bulandıran veya ayetlerin üzerini örtenlerin ise zalim olarak değerlendirildiğini söyleyebiliriz.

İsrailoğullarından övülenlerin hayırlı işleriyle ilgili övüldüklerini, bu övgünün tüm kavmi kapsamadığını ve kavimle ilgili sürekliliği olan bir garanti olmadığını, Kur'an'da övülen Muhacir ve Ensar örneklerinden kalkarak söyleyebiliriz. Kur'an'da övülen sahabeler, övgüye layık işleri dolayısı ile övülmüşlerdi. Yoksa bu övgünün sür-git bir hayat ve akibet garantisi olmadığının, vahiyle övülen Muhacirlerden vahiy katibi Abdullah bin Sa'd'ın, imanından vazgeçip mürdet olması olayıyla ortaya çıktığını ifade edebiliriz. Kaldı ki, Kur'an'da ki bildirimler ve Tevrat'taki aktarımlar sayesinde İsrailoğulları çoğunluğunun, sürekli olarak rasullerine itaat etmediklerini ve bazılarını da öldürdüklerini biliyoruz.

Bu bağlamda İsrailoğullarından olmak, her kavim gibi ilahi imtihan öznesi olmaktan öte bir değere sahip değildir. Yahudilik ise İsrailoğulları kavmi ile bir irtibatı ifade etse bile, misyon olarak İbrani vahyi geleneğe bağlılığı ifade etmektedir. Ama bir inanç beraberliğini ifade eden Yahudiliğin, İbrahimi/Tevhidi geleneği mi muharref geleneği mi temsil ettiği tartışma konusudur. Yahudilik vahyi ilkelerden ziyade, tarih içinde üretilmiş dini değerleri ifade eder hale gelmiştir. Özde, Yahudiliğe bağlılıkla içeriğinden kopuk bir "Müslümanlık" telakkisi arasında fazla bir fark yoktur. Önemli olan vahye yakini bir iman beslemek ve salih ameller sergilemektir. Yahudilerin vahyi öncelemeleri haline işaret eden "siz bugün halk oldunuz" tümcesi asırlarca önce Tevrat'ta yer almıştı. Ama vahiy temelli bir inanç birliğini ifade eden bu gibi tümceleri fıkhedemeyen ve çoğu da sapkınlık içinde bulunan Yahudiler, bu tümceleri sanki o haldeymişler gibi kendileri ve tüm gelecek kuşakları için kullandılar16.

Tevrat'taki tümcede geçen "halk" kavramı çoğu Ortadoks Yahudi için dini topluluğu, M.S. 12. yüzyıldan sonra güç kazanan Yahudi mistikleri (Hassidistler ve Kabbalacılar) için dinsel soyu ve 19. yüzyıldan itibaren Siyonistler için de "ulus"u ifade ediyordu. Ancak en yetkili bazı hahamlar, İbrani dilinde "halk" kavramını ifade eden "am" sözcüğünün yalnızca teolojik anlamda İsrail'e atıfta bulunduğunu ve dolayısıyla İsrailliler (Yahudiler) için kullanıldığında bunun ancak dinsel bir anlam ifade ettiğini açıklamışlardı17.

Tevrat'ta Yahudiliğin anaerkil bir din olduğu ve Yahudi bir anneden doğulduğunda Yahudi olunacağı belirtilse de, yine aynı belirtiler farklı durumları da ortaya koyuyordu. Örneğin Hz. Musa, Midyalı bir kadınla evliydi. Yahudi dualarında kutsanan Sarah, Rebeka, Raşel ve Leah adlı bayanların hiçbiri Yahudi olarak doğmamıştı18. Hz. Süleyman'ın annesi Hititliydi ve kendi hanımları da İsrailoğullarından değildi.

Batı Avrupa'da 19. yüzyıldan itibaren aydınlanma akımı ve kapitalist toplumsal dönüşüm süreciyle birlikte uzun dönem getto/kast yaşantısı içinde olan Yahudilere eşit hukuki haklar verilmişti. Yahudiler arası dini bağlılık, sınıfsal farklılıklar içinde de olsa ekonomik dayanışmayı getiriyordu. Yahudi ulusçuluğunu savunan Siyonizm ise, gittikçe genişleyen bir inisiyatifle yıkılan kast sisteminin yerini aldı. Bu çerçeveden bakıldığında anti-semitizm, Rus pogromları ve Nazi holokostu Siyonizmin nedeni değil, olsa olsa bahanelerinden birisiydi. Yahudi ulusalcılığının diğer biçimleri gibi Siyonizm de, Yahudi orta ve küçük-burjuvazisinin, Yahudi kastının çözülmesiyle yitirilen rolünün ve yerinin tekrar doldurulması için gündeme geliyordu19.

"Am" olan, dini Yahudi halkını, ulusalcılar ve Siyonistler, 19. yüzyıldan itibaren bir ulus toplum haline getirmeye çalıştılar. Moderniteye göre bir kavme ve bir toprağa dayanmayan bir ulus üretmek mümkün değildi20. Bunun için Arjantin'de, Uganda'da ve son olarak da Filistin'de toprak arandı. Ve karar kılınan Filistin toprağı hakkında Nuh Tufanı öncesine kadar uzanan tarih üretimine geçildi. Ama bu üretimin tarih tahminleri gerçek değil, şematik idi21. Daha önemlisi diasporada yayılmış, Hz. Musa ve Süleyman soyunda olduğu gibi farklı kavimlerle evlenmiş, İbrani dilini yitirmiş ve din telakkisi bozulmuş ya da bitmiş; ama ortak tarihi kültür ve medeniyet bağı ile getto kümeleri oluşturmuş ve bazı kavimleri de Yahudileştirmiş olan bu tarihi sosyal olguyu ırk temelinde de tanımlamak isteyen Yahudi ulusalcıları, saçma sapan bir çok aracı kullandılar. Bunlardan bir tanesi da kafa tası ölçümcülüğüdür.

1904'te Hint-Avrupa araştırmalarında uzmanlaşmış olan Siyonist araştırmacı Jacobsohn, "Yahudi ırkı tipi"nin varlığını kanıtlamak için, kafatası ölçüleri, saç ve göz rengi vb. konularda bazı bilgiler ortaya koymaya başlamıştı22; ama ünlü antropolog Comas da, bir antrapolojik gerçek olarak, Yahudilerin ırk açısından heterojen olduklarını ve bir Yahudi ırkından söz etmeğe neden olmadığını ortaya koyuyordu. Örneğin 1921-25 yılları arasında Almanya'da Yahudilerin yüzde 58'i bir Yahudi ile yüzde 52'si ise Yahudi olmayan biriyle evlenmişti23. Antrapolog Luschan'ın tespitlerine göre de Yahudilerde uzun ve kısa bütün kafatası biçimleri mevcuttu. Yahudilerde Ön Asya ırkı, Dinar ırkının kardeş ırkı, Akdenizlilere çok yakın olan oryantal ırk ve nihayet Kuzey ırkı karışıklığı vardı24.

"Kutsal kavim" söylemi, muharref Yahudi dini geleneğinde de, Siyonistlerin kurgusal ulusçuluk edebiyatında da kullanılmıştır. Yahudiliğin "kutsal kavim" mantığı karşısında, bazı Müslümanlar da, "sözlerini bozdukları için onları lanetledik" (Maide 5/13) ayetinden kalkarak "lanetli kavim" ifadesini ürettiler. Bu ifade, Yahudilerin ırkçılık anlayışını tersinden kurmaktı. Ve İslam'da ne lanetli kavim vardı ne de kutsal kavim. Oysa ayet, "lanetli kavim" olarak değil "lanetli mantık" olarak algılanmalıydı25.

Siyonist Ulusçuluk Kurgusu ve Yahudi Dindarların Tepkisi

Yahudiler arasında kurtarıcı Mesih fikri diaspora döneminde güçlendi. Mesih inancı güçlenen Yahudilerde, Roma despotizmine karşı isyan eğilimi görülmemişti. Eretz Yisrael/Filistin'in konumu diasporaya göre öncelikliydi ama kurtuluşu Mesih'in gelişiyle irtibatlıydı. Talmud'a göre Mesih gelmeden önce Filistin'e toplu halde göç edilmemeliydi ve Yahudiler, Yahudi olmayan kişilere karşı isyan etmemeliydi. Ama Mesih'e, gereğinden önce gelmemesi konusunda da fazla dua edilmemeliydi26.

Özellikle Avrupa'da feodal yapıların yıpranması ve kapitalist bölüşüm süreçlerinin güçlenmesiyle yaşanan Yahudi katliamları sırasında Mesih beklentisi doruğa çıkmıştı. Diasporada yaşanan uzun asırlara rağmen beklenen Mesih'in gelmemesi, Yahudi kutsallarına ve hahamlarına karşı tereddütler uyandırmaya başlamıştı. Böyle bir süreçte Aydınlanma hareketiyle verilen hukuki haklar ve eşit vatandaşlık statüsü Yahudi getto yaşantısının zedelenmesine, dinin rolünün zayıflamasına, ortak kültürün büyük ölçüde kaybolmasına yol açmıştı.

Aydınlanma Çağı ya da Sanayi Devrimi denilen ve ulusçu yapılanmaların tarih sahnesine çıktığı bu dönemi, dini değerlerinden uzaklaşan Yahudiler, modernitenin hakim kültürü içinde değerlendirdiler. Bu süreçte Yahudiler arasında üç eğilim belirginleşmişti:

Bir kısım laik Yahudi, dini kimliklerini bir alt kimlik halinde sürdürüp, içinde yaşadıkları toplumun ulusal kimliği ile bütünleşerek liberalizmin gelişiminde öncü rolü paylaşmaya yöneldi.

Bir kısım laik Yahudi, Yahudiliği yeni bir ulus olarak örgütlemeyi idealleştirdi. Yahudiliği bir ırka ve tarihi vatana dayandırmaya çalışan ve ulusal bir Yahudi/Siyonist devlet kurmayı amaçlayan bu akım, tarih kayıtlarına Siyonizm olarak yazıldı.

Bir kısım dindar Yahudi ise, modern kimlik arayışlarını reddetti. Mesih gelmeden Filistin'e dönme projesini, hele hele Filistin'de bir siyon devleti kurma idealini sapkınlık olarak değerlendirerek Yahudiliğin Ortadoks yorumunu yeniden canlandırmaya çalıştı.

Yahudilerin diğer kesimleri ise, bu üç eğilimden ve tarzdan farklı biçimlerde etkilendiler. Bu üç eğilimden de izler taşıyan bir dördüncü Yahudi öbeğinden bahsedilebilirdi. Bu eğilimlerden etkilenmelere en açık bir örnek, Rusya Devrimi'nin öncü örgütü olan Rusya Sosyal Demokrat İşçi Partisi içinde Yahudi işçiler kümesini ifade eden BUND'tur. Anti-semitizm eleştirisini ısrarla gündemleştirmesi ve giderek "Yahudi ulus" iddiasını savunması ile Siyonizmin etkisi altında kalan BUND'u V.I. Lenin, yazdığı makalelerle keskin bir şekilde uyarmıştır27.

1948'e gelindiğinde Yahudi ulus devleti idealinde başarıya ulaşan Siyonistler, diğer iki eğilimden bir çok unsuru yanlarına çekmeyi veya bu unsurlarla hedefleri doğrultusunda bazı uzlaşmalar sağlamayı başarabildiler.

İlk Dünya Siyonist Kongresi'nin 1897'de İsviçre Basel'de toplanmasına öncülük eden Theodor Herzl'in fikir babalarından Moses Hess (1812-75) "Roma ve Kudüs" adlı kitabında müşterek ırk söylemini reddeden Alman Yahudilerini eleştirmiş ve "Yahudi ırkı insanlığın ilk ırklarından biridir ve iklimle ilgili koşulların etkisine karşın, bütünlüğünü korumuştur" iddiasında bulunmuştur. Herzl ise "Yahudi Devleti" kitabında Yahudi sorununun, bir ulusal sorun olduğunu belirtmiş ve uygar ulusların bir araya gelerek konuyu bir sonuca varmak üzere tartışmalarını istemiştir. Başka bir Siyonist teoriysen olan Max Nordau ise, Yahudilerin ulus olmadığına inanan birisinin gerçekten Siyonist olamayacağını ve Yahudileri de yalnızca ülkelerine dönüşün kurtarabileceğini belirtmiştir. Bir Rus Siyonisti olan Jacop Latzkin yaklaşımları ise çok sekülerdir. Ona göre Bir Yahudi, Yahudiliğin ruhani öğretilerini dışladığı için Yahudilik dışına çıkmaz ve Yahudi ulusunun bir parçası olabilmesi için de Yahudi dinine ve Yahudi ruhani görüşüne inanması gerekmez.28

Durumont'un (1886) antisemitizmin Yahudi ırk aleyhtarlığı olduğunu işlediği ve satış rekorları kıran kitabına cevap olarak yayınlanan Bernard Lazare'ın (1894) kitabında ise, IV. yüzyıl başından XIX. yüzyıl ortalarına kadar süren ve genellikle Hıristiyan kökene bağlı olan Yahudi aleyhtarlığı ile "Yahudi ırk aleyhtarlığı" birbirinden ayırılmıştır29.

Birçok Ortodoks Yahudi, bazı Hassidik (mistik olmayan) mezhepler, ABD'deki ve İngiltere'deki Reformist Yahudiler, Siyonist hareketin laik ulusçuluğuna ve siyasi hedeflerine karşı çıktılar. 1885'da yapılan Amerikan Hahamları Merkezi Konferansı'nda Yahudilerin dinsel bir toplum oluşturdukları ve artık bir ulus olmadıkları ilkesi kabul edildi. 1897'de yapılan Birinci Siyonist Kongre'den sonra da toplanan Merkezi Konferans'ta Siyonist tasarı "hasta zihinlerin geçici bir sarhoşluğu" olarak değerlendirildi. Yahudiliğin, tanrısının bir kabile tanrısı olmadığı gibi, ulusal bir din de olmadığı, gerçeklerin ve ahlakın evrensel bir sistemi olduğu vurgulandı30.

Birinci Siyonist Kongre yapılırken Yahudiler tarafından Siyonist söyleme tepki büyüktü. Bu tepkiden çekinildiği için Basel Kongresi Sonuç Bildirgesi'nde hedeflenen Yahudi Devleti ifadesi yerine "Heimstate" (Malikane) yazılmış; ve kongrenin Münih şehrinde yapılması planlanırken Alman Hahamlar Yürütme Kurulu ve yerel Yahudi toplumu görevlilerinin örgütleyeceği anti-Siyonist tepkilerinden çekinildiği için kongre İsviçre'nin Basel şehrine kaydırılmıştı31.

1897'de ilki yapılan Siyonist Kongre'nin kararları doğrultusunda ilan edilen "Yahudi Ulusu" ve "Yahudi Devleti" tasarımına dünya Yahudilerinin büyük bir çoğunluğu olumlu yaklaşmamıştı. Yahudi ruhani liderler, Siyonizm'in etnik, ulusçu ve toprak öncelikli isteklerinin seküler olduğunu, Yahudi dininin ahlaksal kural ve inançlarıyla uyuşmadığını güçlü bir şekilde vurgulamışlardı. Kudüs/Yeruşalayim'den ve Filistin/Eretz İsrail'den önce, Siyon/Kudüs'teki Mabed Tepesi'ne ulaşmak idealinin özü dini idi. Ruhani liderler, bunun gerçekleştirilmesinin toprağa dayalı bir etnik temelde ve normalleştirmeyi amaçlayan bir ulusçulukla değil, Tanrı'nın buyruklarına uymakla mümkün olacağına işaret etmişlerdi. 1912'de Almanya-Polonya sınırında Siyonizmle savaşmak amacıyla sadık Yahudi kitlesinin ve hahamların büyük bir kısmının katıldığı Agudath İsrail/İsrail Birliği adlı bir örgüt kuruldu. Bir dünya Yahudi örgütü haline gelen Agudath İsrail, Viyana ve Marienbad'da Siyonizm karşıtı kongreler düzenledi. Nazi döneminden sonra ve İsrail Devleti'nin kuruluşu ile güç kaybına uğrayan örgüt, Siyonizm eleştirisini yaşatsa bile İsrail statüsünü kabul etti. Siyonizme karşı savaşı uzlaşmasız olarak sürdürmek isteyen Yahudiler, Agudath İsrail'i terk ederek Kudüslü Haham Arman Blau liderliğinde Neturei Karta/Kentin Koruyucuları örgütünü kurdular. Filistin'de Yahudilerle Arapların uyum içinde yaşamalarını isteyen örgüt, bazı yerlerde "Kudüs'ün Dostları" diye bilinen dünya çapında bir akım oluşturmaya çalıştı. İsrail'de bulunan ve Siyonist devletin yasallığını kabul etmeyen Neturi Karta'nı lideri Blau, Siyonist rejim tarafından hapse atıldı. Haham Blau, Mesih'in gelişinden önce bir Yahudi devleti kurulmasını rezalet ve ahlaksızlık olarak niteledi32.

İsrail projesi öncelikle İngiliz ve Amerikan emperyalizmi tarafından koloni yerleşim tasarısı olarak ele alınmıştır. Bu tasarımın taşıyıcıları 19. yüzyılda Avrupa'da yıkılmaya başlayan Yahudi kast sistemi yerine Siyonizm projesini ikame etmeye çalışan laik Yahudilerin bir kısmı olmuştur. Kilisenin Yahudi nefreti, Rus pogromları ve Nazi holokostu ile yaşanan Yahudi katliamları da Siyonist projenin potansiyel imkanlarını çoğaltmıştır. Bazı pragmatik ve agnostik hahamlar ise Siyonist projenin oluşumunda inisiyatifleri olmasa bile, Yahudi ulusal kişiliğinin, etnik nitelikten değil, dinden doğduğu inancını yaygınlaştırarak kurulma sürecindeki İsrail iktidarında köşe tutmaya çalışmışlardır.

İsrail'in ilk devlet başkanı, Theodor Herzl'in yakın arkadaşı, ateist ve Yahudi dininin emirlerine burun kıvıran Ben Gurion idi. Ben Gurion, 1956 Süveyş Savaşı için Meclis/Knesset'te yaptığı konuşmada, savaşa Kutsal Kitab'ın çizdiği sınırlar içinde "Davud ve Süleyman'ın krallıklarını yeniden kurmak" amacıyla girdiklerini ilan edince, Knesset üyelerinin hemen hemen tamamı ayağa kalkarak İsrail ulusal marşını okumaya başlamışlardı33.

Siyonizmin ilk kurucuları genellikle laik ve ateisttiler. Ama Yahudi kitleler henüz dini cemaat/ümmet olmaktan kopup, ulus kurgusunu bir üst kimlik olarak kabul etme durumuna gelmemişlerdi. Ancak Siyonizm kendini Yahudi ulusalcılığı olarak örgütlerken, Yahudiliğin çoğunluğunu oluşturan dindar kitlelere de ihtiyacı vardı. Ayrıca ateistte olunsa, ulus olmanın modern şartı olarak dil ve vatan ortak paydası gerekliydi. Siyonistlerin yeniden ürettikleri İbranicenin oluşturulmasında başvurdukları en temel kaynak, ölü bir dil haline gelmiş olmakla birlikte Ahdi Atik'in M.Ö.'ki ilk yazılı nüshalarında kullanılan İbraniceydi34. Filistin/Eretz Yisrael'in, Yahudilerin tarihi vatanı olarak sunulma çabası da bir çok ırksal efsanevi aktarım yanında Yahudi dini edebiyatıyla irtibatlanmak zorundaydı.

Siyonizm, Yahudiliği bir din olarak değil bir ulus, bazı kere de ırk olarak algılamaya çalışsa da, pragmatik ve zorunlu nedenlerle Yahudi diniyle ve dindar Yahudi kitleleriyle uzlaşmak zorundaydı. İkinci Dünya Savaşı ve öncesi konjonktürel şartların da yardımıyla bir çok dini cemaat, İsrail projesi içine çekilebildi. Böylece birbirinden nefret eden "Siyonizm" ile "Yahudi Ortadoksluğu", Antik Yahudiliğin iki varisi olarak İsrail'de buluşabildi.

İsrail diğer bir diasporadır bahanesiyle Filistin'e göç eden, İsrail ulusal marşına ve bayrağına yabancılığını ihsas ettiren; ama yüzde 12-13'lük bir oy oranıyla da Knesset'te temsil edilen Haradim Yahudileri, 1850'lilerin Avrupa'sından kalma siyah elbise, şapka ve örgüsüz takkeleriyle İsrail'deki en Ortadoks dindarlığı temsil etmektedirler. Yahudi Ortadoksluğunu en üst düzeyde temsil eden ve 1904 yılında Filistin'e Hayfa Baş-hahamı olarak gelen Abraham Isaac Kook, "Yahudi ulusçuluğunun ne denli laik olursa olsun, dinden soyutlanamayacağının kesin" olduğunu belirterek35, İsrail'de "halk" ile "ulus"un din yoluyla kenetlenebileceğini vurgulamaktaydı. Bu tarz yaklaşımlara bakıldığında diyebiliriz ki, Samiri gibi Siyonizmin de "kutsal buzak" konumuna getirdiği yeni ulus devlet, "saray ulemaları"nı üretmeye başlamıştı.

Karşı Olduğumuz Öncelik

Müslümanların, Siyonizme karşı çıkışlarıyla Yahudilik eleştirileri aynı düzeyde olmamalıdır. Siyonizme karşı çıkarken ırkçılığa ve emperyalist bir projeye karşı çıktığımızın; Yahudiliği eleştirirken ise bozulmuş bir dini geleneği ıslah etmeye çalıştığımızın bilincinde olunmalıdır.

Kur'an'daki tüm eleştirilere rağmen Yahudilik, Kur'an'da Ehl-i Kitap bağlamında ele alınmaktadır. Mümtehine Süresi'ndeki uyarı gereği (Mümtehine 60/8) Müslümanlarla din konusunda savaşmayan ve onları yurtlarından çıkartmayanlara karşı iyi ve adaletle davranmamız gerektiği mükellefiyeti unutulmamalıdır. Bu açıdan Yahudilere yardımımız, onları Siyonizmin tasallutundan kurtarmaya çalışmamız ve ayrıca ortak olan kelimeye davet etmemizle mümkün olabilir.

Yahudilik düşmanlığı Siyonizmin yararlandığı bir tuzaktır. Bizim karşı çıktığımız öncelik, dini ifade eden Yahudilik değil; ırkçı Siyonizm ve ulus anlamında kurgulanmış Yahudilik olmalıdır. Nasıl ki İslam dinini, "Türk İslamı", "Arap İslamı", "Fars İslamı" gibi etnik temele göre belirlemeye çalışan ulusalcı ve tarihselci hezeyanlar, İslam'ı kendi orijinal özelliğinden uzaklaştıramazlarsa; türedi Siyonist ulusalcılar da Yahudiliği ırk/ulus olarak yeniden tanımlamaya çalışarak, onu din olduğu gerçeğinden uzaklaştıramazlar.

Yahudilikle ilgili Siyonist ulusalcıların ve emperyalizmin oluşturduğu kavram ve anlam kargaşasına düşmemeli, Kur'ani değerlendirme perspektifine ve birikimine uzak kalmamalıyız. Filistin'i işgal eden ve kolonileştiren irade, siyonizmin arkasındaki küresel kapitalizmin çıkarlarıdır. Lanetlediğimiz Yahudi dini değil, Yahudilik dinini de istismar eden ırkçı-ulusçu Siyonist politikalardır.

Dipnotlar:

1- Fethi Şikaki, İslami Hareket ve Kudüs, s.26-44, Ekin Yay. İstanbul - 1997.

2- Roger Garaudy, Siyonizm Dosyası, s.21, Pınar Yay., İstanbul - 2000.

3- Otto Heller, Yahudiliğin Çöküşü, s.31-38, İnter Yay., İstanbul - 1992.

4- Hamza Türkmen, Siyonistlerin Kürdistan Konusundaki İştahları, Haksöz Dergisi, S. 162, İstanbul - 2004.

5- Baki Adam, Yahudi Kaynaklarına Göre Tevrat, S. 98-102, Seba Yay., Ankara - 1997.

6- Yusuf Besalel, Yahudi Tarihi, s. 67-69, Gözlem Yay, İstanbul - 2003.

7- Israel Shahak, Yahudi Tarihi Yahudi Dini, s.78-79, 135, Anka Yay, İstanbul - 2002.

8- Israel Shahak, a.g.e., s.24.

9- Yahudilik Ansiklopedisi, C.III, Gözlem Yay., İstanbul - 2002.

10- Roger Garaudy, a.g.e., s.18.

11- Israel Shahak – Nortan Mezvınsky, İsrail'de Yahudi Fundamantalizmi, s. 29, Anka Yay., İstanbul - 2002.

12- Roger Garaudy, a.g.e., s.21.

13- Roger Garaudy, a.g.e., s.51.

14- Israel Shahak, a.g.e., s.143.

15- Zübeyr Yetik, Yahudi, s.45-46, Beyan Yay., İstanbul - 1986.

16- G. Neuburger, "Yahudilik ve Siyonizn Arasındaki Ayrım", Siyonizm ve Irkçılık, s. 211, A.Ü. S. B. Fakültesi yay., Ankara - 1982.

17- Klaus J. Herrman, "Siyasal Siyonizm ve Anti-Semitizm Üstüne Tarihsel Perspektifler", Siyonizm ve Irkçılık, s. 223.

18- G. Neuburger , Siyonizm ve Irkçılık, a.g.m., s. 210.

19- Otto Heller, a.g.e., s. 50; 126.

20- V. I. Lenin, Ulusal Sorun ve Kültürel Özerklik, s.35-36, Ütopya Yay., Ankara - 2000.

21- Paul Johnson, Yahudi Tarihi, s.20. Pozitif Yay., İstanbul - Tarihsiz.

22- Klaus J. Herrman, Siyonizm ve Irkçılık, a.g.m., s. 236.

23- Mick Ashley, "Siyonizm: Orta Doğu Barışı Önünde Engel", Siyonizm ve Irkçılık, s. 264.

24- Otto Heller, a.g.e., s. 122.

25- Mustafa İslamoğlu, Yahudileşme Temayülü, s. 47-49, Denge Yay., İstanbul - 1995.

26- Israel Shahak – Nortan Mezvınsky, a.g.e., s.53.

27- V. I. Lenin, a.g.e.

28- Joseph L. Ryan, "Siyonizm, Yahudiler ve Yahudilik", Siyonizm ve Irkçılık, s. 42-44.

29- Roger Garaudy, a.g.e., s.18.

30- Gary V. Smith, "Siyasal Siyonizm: Bir Yahudi Eleştirisi", Siyonizm ve Irkçılık, s. 240.

31- Alan R. Taylor, İsrailin Doğuşu, s. 17, Pınar Yay., İstanbul - 2001; Gary V. Smith, Siyonizm ve Irkçılık, a.g.m., s. 239

32- G. Neuburger, Siyonizm ve Irkçılık, a.g.m., s. 214-215.

33- Israel Shahak, a.g.e., s.30.

34- TDV İslam Ansiklopedisi, "İbranice", C. XXI, İstanbul – 2000.

35- Joseph L. Ryan, Siyonizm ve Irkçılık, a.g.m., s. 48.