UNRWA’nın Fonlarının Kesilmesi Toplu Cezalandırmadan da Beter!

Moncef Khane

26 Ocak’ta, Uluslararası Adalet Divanı (UAD) Güney Afrika’nın İsrail’i soykırımla suçladığı dava hakkında ara karar verdiği gün, İsrail hükümeti büyük bir bomba attı. Bu bomba, sıradan 900 kg’lık ABD yapımı bir sığınak deliciden çok daha ölümcül bir bombaydı: İsrail, Birleşmiş Milletler Yakın Doğu’daki Filistinli Mültecilere Yardım ve Bayındırlık Ajansının (UNRWA) 12 çalışanını Hamas’la bağlantılı olmak veya doğrudan Aksa Tufanı operasyonuna katılmakla suçladı. Bunun üzerine çok sayıda ülke ajansa yönelik mali desteğini kesti ve ajans başkanı Philippe Lazzarini suçlananlardan dokuzunu işten çıkardı. (Diğer üçünden biri öldü, ikisinden ise haber alınamıyor.)

Gazze’ye ulaşan yardımın yetersizliği ve özellikle Gazze’nin kuzeyindeki halkın açlıktan ölmek üzere olduğu göz önünde bulundurulduğunda, UNRWA’nın fonlarının kesilmesi toplu cezalandırmadan da öte, pek çok yoksul ve aç Filistinli için ölüm cezası anlamına gelebilir.

UNRWA, 1949 yılında BM Genel Kurulu tarafından, başlangıçta “1 Haziran 1946 ile 15 Mayıs 1948 tarihleri arasında ikamet yerleri Filistin olan ve 1948 savaşı sonucunda hem evlerini hem de geçim kaynaklarını kaybeden kişiler” olarak tanımlanan tüm Filistinli mültecilere yardım sağlamak amacıyla kurulmuştur. Tanım daha sonra, “1967 ve sonrasındaki çatışmalar” nedeniyle yerinden edilen kişileri de kapsayacak şekilde genişletilmiştir.

Bugün UNRWA’nın, çoğunluğu Filistinli olmak üzere doktor, hemşire, eğitimci, yardım görevlisi, şoför, mühendis, lojistikçi vb. olmak üzere 30 bin personeli Orta Doğu’daki milyonlarca Filistinli mülteciye insani yardım, sağlık, eğitim ve diğer alanlarda destek sağlamaktadır. UNRWA’nın Gazze’deki 13 bin personeli, özellikle İsrail’in 2007 yılında Mısır’ın da desteğiyle Gazze Şeridi’ne yönelik ablukasından sonra Filistinlilerin yaşamının neredeyse tüm yönlerini desteklemiştir.

Eleştirmenler, BM’nin, kural olarak işgalci güç konumundaki İsrail’e ait olacak önemli uluslararası yasal yükümlülükleri UNRWA’ya devrettiğine dikkat çekmiştir. Cenevre Sözleşmeleri uyarınca işgal altındaki topraklarda barınma, sağlık ve eğitim gibi temel hizmetler işgalci devletin sorumluluğundadır. Esasen BM gerçekte İsrail’in Filistinlilere yönelik işgalini desteklemiş ve muhtemelen uzatmıştır.

İsrail’in perspektifinden UNRWA, Filistinlilerin işgale karşı direnişini uzatan bir başka düşmandır. Şu anda açıkça savundukları gibi, Filistinli mültecileri başka ülkelere yerleştirerek Filistinli mülteci sorununu çözmenin önünde bir “engeldir”. Geçmişten günümüze tüm İsrail hükümetleri açısından, 1948’de Siyonist milisler ve ardından İsrail ordusu tarafından evlerini terk etmeye zorlanan Filistinlilerin devredilemez “geri dönüş hakkı”na ilişkin BM Güvenlik Konseyi kararlarını ve uluslararası hukuku uygulamak İsrail’in varlığına aykırıdır.

UNRWA’nın 12 çalışanına yönelik suçlamalar bu bağlamda değerlendirilmelidir. Ayrıca bu suçlamaları kimin yaptığını hatırlamak da önemlidir. İsrail, UAD tarafından makul görülen soykırım iddialarıyla karşı karşıya olan işgalci bir güçtür. İsrail güçleri, okullar ve hastaneler de dâhil olmak üzere BM tarafından korunan tesislere defalarca saldırmış, UNRWA tesislerine sığınan başta çocuklar ve kadınlar olmak üzere binlerce sivilin yanı sıra 152 UNRWA çalışanını katletmiştir. Bununla birlikte İsrail UNRWA çalışanlarına yönelik asılsız suçlamalar konusunda uzun bir geçmişe sahiptir ve mevcut çatışma bağlamında, Filistinlilerin işlediği iddia edilen suçlar hakkında defalarca yalan söylerken yakalanmıştır. (Örneğin, 7 Ekim’de 40 bebeğin kafasının kesilmesi safsatası.)

BM’nin soruşturma kanalıyla bir somut bir gerekçe ortaya koymaksızın alelacele aldığı kararlarla desteklenen İsrail, şimdi de Gazze’deki personelin yüzde 10’unun “militan gruplarla” bağlantısı olduğunu iddia ediyor.

BM’nin iç kuralları uyarınca, görevi kötüye kullanma iddiası söz konusu olduğunda yasal süreç zorunludur. BM personeline karşı tartışılmaz kanıtlarla desteklenen ciddi iddialar ortaya atıldığında, BM Genel Sekreteri suçlanan personelin derhal görevden alınmasını emretme yetkisine sahiptir. Bu tür vakalar istisnaidir.

Diğer tüm durumlarda, kural olarak, en ciddi vakaları araştırmak üzere bir soruşturma kurulu oluşturulur veya suçlamalar BM’nin iç soruşturma birimi tarafından ele alınır ve bu birim ön kanıtlara dayanarak resmî bir soruşturma başlatabilir. Bu sırada, görevi kötüye kullanma iddialarıyla karşı karşıya kalan personel açığa alınabilir.

İsrail tarafından suçlanan 12 UNRWA çalışanı söz konusu olduğunda, gerek davaların koşulları -topyekûn bir savaş ve muhtemelen bir soykırım- gerekse suçlayan tarafın güvenilirliği ihtiyatlı bir yaklaşımı zorunlu kıldığından, yargısız infaz şaşırtıcı bir karardır.

Ancak BM yönetimi, çalışanlarının masumiyet karinesini hızla devre dışı bıraktı. BM Genel Sekreteri Antonio Guterres 28 Ocak’ta bir açıklama yayınlayarak olaya karışan 12 kişiden dokuzunun kimliğinin derhal tespit edildiğini ve UNRWA Genel Komiseri Philippe Lazzarini tarafından işlerine son verildiğini; birinin öldüğünün doğrulandığını ve diğer ikisinin kimliğinin ise netleştirilmekte olduğunu bildirdi. Guterres açıklamasında ayrıca “bu personelin gerçekleştirdiği iddia edilen menfur eylemlerin sonuçları olması gerektiğini” ifade etti.

BM Genel Sekreteri şimdiden davayı karara bağlamış ve “sonuçları” olacağına dair söz vermiş görünüyor. Öte yandan kendi personelinin İsrail ordusu tarafından öldürülmesine karşı böyle bir öfke göstermedi ya da hesap verebilirlik çağrısında bulunmadı, sanki bu tür savaş suçları sonuç gerektiren iğrenç eylemler değilmiş gibi.

Guterres’in de kabul ettiği üzere, sadece “iddialara” dayanarak personelin işine son verilmesi endişe verici bir durumdur ve Birleşmiş Milletlerin tüm personelini ve personel sendikalarını endişelendirmelidir.

Ancak daha endişe verici olan ABD, Avusturya, Avustralya, Kanada, Finlandiya, Almanya, İtalya, Japonya, Hollanda, İzlanda, İsveç, İsviçre, Romanya ve Birleşik Krallık’ın böylesine bir zamanda UNRWA’ya sağladıkları fonları askıya alma kararıdır.

Daha da kötüsü, İsrail bir soykırım gerçekleştirdiğine dair makul iddialarla UAD’nin karşısına çıktığında, bu tür kararlar bu devletlerin 1948 tarihli Soykırım Sözleşmesi kapsamındaki yükümlülüklerini ihlal ettiği şeklinde bile değerlendirilebilir. Ancak aynı hükümetlerden bazılarının İsrail’in işlediği pek çok savaş suçunu ve insanlığa karşı suçları görmezden gelmeyi tercih ettikleri ve Gazze’ye yönelik dört ayı geride bırakan saldırılarına askerî desteklerini sürdürdükleri düşünüldüğünde bu durum sürpriz olmamalıdır.

Sonuçta, söz konusu 12 personel ağır suçlardan mahkûm edilse bile, bu durum Gazze’deki Filistinlileri açlıktan kurtarmaya çalışan UNRWA’nın fonlarının kesilmesini meşrulaştırmaz. Üzerinde 12 tane “kötü” zeytin var diye kadim bir zeytin ağacını kesmek sadece toplu cezalandırma değil, aynı zamanda bir soykırımı ilerletmektir.

Al Jazeera / 31 Ocak 2024 / Çeviren: Hamza Gökgöz